NECİP F. BAHADIR | YORUM
Şimdi yazacaklarım son yazının devamı gibi…
Bugün öteden beri seslendirilen bir ‘Anadolu irfanı var mı? sorusuna kendi perspektifimden cevap vermeye çalışacağım. Ama önce dikkatle şu satırları okumanızı istiyorum:
“Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey. Adeta yapayalnızım, boşlukta ve adeta etrafımdakilerden başka bir dünyadayım. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diye emek verdiklerimin hemen hepsi de ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş.
Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamışlar. Hele ‘Müslümanız diyen insanı yığını’ yok mu? Onlar Şark’ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Müslümanlık, yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; Ne de Allah uzanır bunlara… Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım.”
Çok ağır ifadeler değil mi? Basit bir eleştiri olmadığı muhakkak. Eleştiri kadar itham da var. Bilenlere sormuyorum, bu metin kime ait olabilir? Ve ne zaman kaleme alınmıştır? Burada biraz ara vererek düşünmenizi istiyorum. Ben ilk okuduğumda günümüz insanını anlatıyor sandım. Ve ayağa kalktım. Yazara da hak verdim. Gayri ihtiyari, “Sanki benim düşüncelerime tercüman olmuş!” dedim.
Din adamının menfaat hırsı İslam için musibet oldu!
Bu metin bugüne ait değil. 50 yıl önce kaleme alınmış. Yazarı bu kadar kızdıran ve umutsuzluğa sevk eden ve toplumdan sıtkını sıyıran acaba hangi olay? Çok merak ettim. Ama öğrenemedim. Yazar Nurettin Topçu… 1965 yılında Orhan Okay’a yazdığı mektuptan bir bölüm. İki kişi arasında olduğu için kalemini fazla sivri tuttuğu düşünülebilir.
İhtimal ki kamuoyunun karşısına bu kadar ağır üslup ve muhtevayla çıkmaz. Aynı şeyleri daha hafif şekilde söyler. Yani sözlerinin darasını düşmek lazım. Ama duygu ve düşünceleri böyle… Sadece ifade biçiminde farklılık olabilir.
Nurettin Topçu’yu tanımayanlar için söyleyeyim, Sorbonne’da felsefe doktorası yapan ilk Türk… Doktora tezi de sonradan Türkçe’ye kitap olarak çevrilen ‘İsyan Ahlakı’… 1939’da ‘Hareket’ dergisini çıkardı. Tasavvuf ehli… Bir ara siyasete meyletti. Adalet Partisi’nden Konya adayı oldu. Siyaseti sevmedi, tekrar düşünce hayatına döndü. Topçu der ki; “Din adamının devlet ve menfaat hırsları İslam’ı asırlarca kahreden musibet oldu.” Bir başka sözü; “Ferdi olarak yaşamını bilen insan isyana aşıktır. Hakkın çiğnendiği yerde haykırmak ister.”
Nurettin Topçu Denizli’de Bediüzzaman Said Nursi ile tanıştı. Ondan etkilendi. Ve her mahkemesini izledi. ‘Nizam Ahmet’ mahlasıyla şiirler yazdı. Topçu, isyan kelimesine büyük anlam yükledi. Ve isyanı ‘İnsanı Allah’a götürecek yolları tıkayan her şeye başkaldırı’ olarak tanımladı.
Müslümanların felsefeye mesafeli hatta karşı durduğu bir kültürün insanı olarak felsefeye önem verdi. Dünyanın en iyi üniversitesinde felsefe eğitimi aldı. Türk İslam düşünce hayatına yepyeni bir soluk getirdi. Fakat Topçu, yetim kaldı. Çok dar çevrede anlaşıldı ve okundu.
Adalet katledilirken ne yaptılar?
Siyasal İslam çizgisi daha çok slogan ve şiir üzerinden beslendi ve gelişti. Nurettin Topçu değil Necip Fazıl hem şair hem de ideolog olarak baştacı edildi. Slogan kolay, düşünmek ve düşünürken beynin damarlarını açmak zor. Siyasal İslamcılar sadece Nurettin Topçu’nun adını bilir; kitaplarının içeriğinden habersizdir. Eğer Topçu ekolu biraz etkisini gösterseydi ortaya AKP gibi ucube çıkmazdı.
Camilerin en ön safından yer alan Anadolu insanı her cuma dinlediği ‘Allah adaleti emreder’ ayeti üzerine biraz fikrederdi. Erdoğan’dan AKP’ye oy veren sıradan Müslüman’a kadar bu ayet etkisini gösterir en azından, bir ilke olarak adalet gözetilirdi. Hak, hukuk, adalet yerlerde sürünmezdi. Anadolu insanı Erdoğan’ı kılıcıyla değil ‘oyuyla’ düzeltir, düzelmezse koltuğundan ederdi.
Topçu, o mektupta Müslümanlara ilişkin veya Anadolu insanı hakkında söyleklerinde haklı mı? 15 yıl önce okusaydım ‘haklı’ diyemezdim. Tespit ve ithamlarına itiraz ederdim. Çünkü ben de birçokları gibi o dönem bir Anadolu irfanı ya da Anadolu sağduyusu olduğuna inanırdım. Anadolu insanının siyasi tercihlerini de buna göre yorumlardım. Ama artık o noktada değilim. Topçu teşhisi yıllar önce koymuş.
İslam’ın adalet gibi kutsal değerleri ayaklar altına alınırken irfan ve sağduyu sahibi dediğimiz kitlelerin kılı kıpırdamadı. Ne zaman ki iş cüzdana dayandı. İtirazlar ve isyan sesleri yükseldi. Apartmandaki komşusu veya en yakın akrabasının haksız yere yakalanıp cezaevine götürüldüğünü gördü ama vicdanı sızlamadı. Adaletsizliği, hukuksuzluğu gördüğü halde vicdanı harekete geçmedi. Görmezden geldi, duymazdan geldi. Ne zaman ki o vicdanını alt eden cüzdan boşaldı Erdoğan’a oyla ayar vermeye kalktı.
Menderes’in asılmasını da izlemişlerdi!
Bu tablo karşısında Nurettin Topçu’nun haksız olduğunu kim söyleyebilir? Biraz geriye gidelim, Adnan Menderes idam edilirken Anadolu’dan bir tek ses çıkmadı. Bırakın sesi ‘çıt’ yok. Koca ülke sessizliğe gömüldü. İş işten geçtikten sonra da ağladı, ağıtlar yaktı. Kimbilir belki de Topçu’yu o ağır ifadeler kullanmaya iten olaylardan biri budur.
Bu topraklarda umut her zaman diridir. Doğru, ben de inanıyorum buna. Ama Nemrud’u çıkaran da bu coğrafya. Hazreti İbrahim ateşe atılırken Nemrud’a karşı çıkan hiç kimse yoktu. Onca kalabalık büyük ateşin içinde yanmayı hak ettiğini düşündüğü Hazreti İbrahim’in nasıl kavrulacağını görmek için toplandı.
Rivayet olunur ki küçük bir kuş gagasında saman çöpüyle gelip ateşin üzerine bırakmış. İbrahim sormuş, “Saman çöpünün bunca ateşe ne etkisini olacak ki!” diye. Kuş, “Düşmanlığım belli olsun!” diye cevap vermiş. Bir başka kuş gagasında bir damla suyla gelip ateşe doğru püskürtmüş. Hazreti İbrahim’e cevaben de “Biliyorum ateşe söndürmez, hafifletmez ama dostluğum belli olsun!” diye dile gelmiş.
Ben son 10 yıl içinde haksızlığın, hukuksuzluğun üzerine bir damla adalet bırakanı görmedim. Siyasal İslam ve iktidar çevreleri ile onları alkışlayan, destekleyen ve seyredenleri kastediyorum. Topçu’nun tabiriyle Anadolu Müslümanlarını… Zulme isyan edeni ara ki bulasın.
Kim derdi ki Anadolu coğrafyası bu kadar çorak… Ama öyleymiş. Nurettin Topçu, 1965 yılında teşhisi koymuş. Ben de yaşayarak aynel yakın müşahede ettim.
Anadolu irfanı mı?
Geçiniz…
Hadi o kadar umutsuz olmayalım, bir başka yazıda o çorak ve kıraç topraktaki yeşilliklerden de söz edelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***