AHMET KURUCAN | YORUM
‘Kötülük problemi’ tarih boyunca hem felsefecilerin hem de dinlerin/kelamcıların söz söylediği alanların başında gelir. Her iki ilmi disiplinde konu ile alakalı yazılmış o kadar çok eser, yapılmış o kadar çok yorum vardır ki bunların toplamı küçük boyutlu bir kütüphanenin tüm raflarını doldurmaya yeter. Fakat söz konusu eserler ve bu eserlerde dile getirilen düşünceler insanların aklını ikna ve kalbini tatmin etmiş midir derseniz, şahsen benim vereceğim cevap; hayır. Neden? Çünkü konu bir taraftan halk yani yaratma eylemi, ‘Tanrı’, kader, ahiret inancına, diğer taraftan dünya hayatı, imtihan unsuru ve birbirinden farklı yüzlerce tanıma konu olmuş insan özgürlüğü konusunu alakadar ediyor da onun için.
Yaratma üzerinden düşünelim; Allah’ı kabul etmeyen bir insana Allah’a, ahirete, dünya hayatındaki imtihan unsuruna imanı merkeze alan ne tür açıklama yaparsanız yapın onu tatmin etmeyecektir. Hatta bu çerçevede yapılmış açıklama ve izahların hiç birini ne okuyacak ne de izleyecektir. Allah’a iman eden ve hayata iman, imtihan, mükafat-mücazat, cennet-cehennem pencerelerinden bakan ve bu perspektiften yapılan izahları okuyan, dinleyen, izleyen insanlara gelince; kimilerini tatmin edecek kimilerini etmeyecektir. Kimisi Allah tasavvuruna uygun olmadığı için söylenenlere itiraz edecektir, kimisi aklen evet dese de kalbinin mutmain olmadığını söyleyecektir. Nitekim ân itibariyle yaşanan bir gerçekliktir bu.
Bu kısa girişten sonra teodise -ki biz bunu kötülük problemi olarak kullanacağız aşağıdaki satırlarda- ne demektir?
Kötülük problemi Tanrı tasavvuru ile alakalıdır. Somut bir dille ifade edecek olursak; “Tanrı mutlak iyi, herşeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir varlıktır, öyleyse kötülükleri neden yaratıyor ya da engellemiyor? Eğer gücü yetmiyor ve bilmiyorsa o zaman Tanrı değildir. Gücü yettiği ve bildiği halde yaratıyor veya engellemiyorsa mutlak iyi değildir ve kötülüğün olmasını isteyen bizatihi Tanrı’nın kendisidir.”
Bu zaviyeden bakınca kötülük problemi ‘Tanrı’ tanımayan, aşkın bir varlığı kabullenmeyen ve kainatın gerek yaratılış gerekse işleyişini tesadüflerle, varlığın tabiatının gereği olarak izah eden ateist, agnostik, septik insanlardan ziyade inananların problemi olarak ortada durmaktadır.
‘Engelleme’ ve ‘yaratma’ diye iki ayrı kategoride ele aldığımız analizi yapanlar örnek olarak deprem, sel vb tabii afetler, savaşlar ya da sakat doğumlar, bebek ve çocuk yaşta tedavisi imkansız hastalıkları örnek olarak vermektedirler.
Şahsen ben kötülükleri çeşitli düşünürlerin ve kelamcıların yapmış olduğu şu üçlü kategorik tasnifin daha cami ve daha anlaşılır olduğunu düşünüyorum.
a-Metafizik Kötülükler: Doğmak ve ölmek gibi varlığı ya da yokluğun insanın elinde olmadığı türden kötülükler. ‘Ölmeyi anladık ama var olmak ve varlık neden kötü olsun ki?’ diyebilirsiniz burada. Özgürlük ve özgürlüğe getirilen sınırlamalar, ölüm sonrası hayatta karşılaşılacak olan cehennem ve azab gibi şeyler bazı insanları ‘Keşke hiç var olmasaydık, bu imtihana tabii tutulmasaydık!’ düşüncesine itebiliyor ve insanlık tarihi boyunca bu düşünceyi seslendiren insanlar var. Onun için var olma da kötülük kapsamı içine alınıyor.
b-Hastalıklar, deprem, sel, savaş, tecavüz vb. felaketler gibi fiziki kötülükler. Söz konusu felaketlere masum olan bebek ve çocukların da maruz kalması bu düşüncenin oluşumunda önemli rol oynuyor. Sel yatağına ev yapmak, deprem bölgesinde yapı inşaat kurallarına riayet etmemek, önleyici ve koruyucu hekimliğe müracat etmemek gibi insan iradesinin devrede olması bu felaketleri yetişkinler için anlaşabilir kılıyor ama aynı felaketlerde masum bebek ve çocukların ya da bu süreçlerde hiçbir rolü olmayan yetişkinlerin zarar görmesi bunları kötülük olarak değerlendirmenin nedenini teşkil ediyor.
c-Allah’ın ve selim aklın yasaklamış olduğu günahlar ve suçlar misali ahlaki kötülükler.
Başa dönecek olursak, mutlak iyi ve merhametli olan, her şeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah neden bu kötülükleri yapıyor ya da yapılmasına izin veriyor. Evet işte kötülük probleminin oturduğu zemin burası.
Şimdi başta da ifade ettiğimiz gibi bu meseleyi çözme adına gerek felsefi gerekse dini/kelami düzlemde getirilen izahları dört ayrı kategoride değerlendirmek mümkün. Şöyle ki…
Devam edeceğim nasip olursa. Konu ile alakalı iki veya üç yazı daha yazacağımı tahmin ediyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***