AHMET KURUCAN | YORUM
Son yazıda kötülük problemi ile alakalı olarak 4 izah tarzının olduğunu, İslam kelamcılarının dördüncü başlık olarak sunduğumuz, “Tanrının sıfatlarının izahına farklı yaklaşımlar getirmek” üzerinden meseleye baktıklarını yazmış ve orada kalmıştım.
Evet, kelamcılar kötülük problemine insanın özgürlüğü ve fiili/eylemi açısından bakmışlar ve bütün izahlarını bu ana eksen üzerine kurmuşlardır ama kendi içlerinde ayrılmışlardır. Buna göre fiil/eylem dediğimiz şey insanın harici hiçbir zorlama ve baskı altında olmaksızın yüzde 100 kendi özgür yapmış olduğu davranışın adı mıdır; yoksa belirlenmiş bir kaderin kendine biçtiği rolü mü oynamaktadır. Bir başka deyimle eylemlerinde kendisinin tercih, seçme hürriyeti hakkı var mıdır?
Bu noktada Cebriye, “İnsanın yapmış olduğu fiilerde iradesi yoktur.” görüşünü savunuyor. İnsan rüzgarın esmesi ile sağa sola savrulan yaprak, azgın bir selin dalgaları arasında sürüklenen tomruk gibidir. Nasıl o yaprağın ya da tomruğun iradesi yoktur, insanın da yoktur. Fakat bu düşünce, tarihi süreçte çok kabul görmemiştir. Çünkü ‘İnsanın yaptığı eylemlerde iradesi yoktur’ demek, Allah’ın yap-yapma şeklindeki emir/yasaklarını, cennet-cehennem mükafat ve cezalarını abes kılar. Bu durumda insanın uzaktan kumanda ile çalışan bir robottan farkı kalmaz. Eylemlerinde tercih hakkı ‘Seçme hürriyeti yoktur’ demek, ‘yaptığı fiillerde sorumluluğu da yoktur’ demektir.
İkinci görüş Mutezile’ye aittir. Onlar da Cebriye’nin tam aksine, “İnsan yapmış olduğu fiillerin/eylemlerin yaratıcısıdır.” görüşünü savunmaktadırlar. Bu ise mutlak irade, ilim, kudret sahibi Allah’ın kaale almama, insan fiilerinin tamamını ilmi de, kudreti de, iradesi de sınırlı bir varlık olan insana izafe etme anlamını taşır.
Üçüncü görüş bu iki uç görüşün ortasında yer alan Maturidi’ye aittir. İmam Maturidi literatürde ‘Cihatu’l fiil’ dediğimiz “Fiillerin Yönleri/Parçaları” teorisini ortaya koyar ve insan fiilini kesb (yapma) ve halk (yaratma) diyerek ikiye bölerek değerlendirir. Buna göre sınırlı düzeyde de olsa ilim ve iradesiyle isteme ve hemen ardından sahip olduğu kudreti ile yapma insana ait; insanın istediği ve yapmak için harekete giriştiği o davranışı yaratma da Allah’a aittir. Burada aslında gücü ve kudreti yok olan insan bir eylemi yaratamaz, sadece yapabilir. O da Allah’ın onu yaratması ile mümkün olur. Allah da hem insana vermiş olduğu özgürlük hem imtihan unsuru hem de ahirette sorgu-sual, cennet ve cehennemin anlam kaybına uğramaması için kulun irade ve isteğine müdahalede bulunmaz. Kulunun istediğini yaratır.
Bilindiği üzere halk/yaratma, ‘bir şeye özünü-mahiyetini vermek’ demektir. Bu da nihayetsiz ilim ve kudreti gerektirir. Mesela ateş. Ateşe yakma özelliği vermek insanın elinde değildir ama yanan bir ateşe elini sokma insanın elindedir. İnsan elini yanan ateşe sokarsa eli yanar. Burada insan hem elini ateşin içine sokacak hem de ‘elimi yakma ey ateş’ diyecek; işte bu imkansızdır.
Pekala, Allah bu örnekte insanın elini yakmaya mecbur mudur? İsterse yakmayabilir. Yani Allah ateşe yakma özelliği verdiği gibi bundan anında vazgeçip yakmama özelliği veremez mi? Bu sorunun bir tek cevabı var; elbette verebilir ama Allah kendi koyduğu kurallara uymayı adet edinmiştir. Mecbur değildir ama müdahale etmemeyi tercih etmiştir. Aksi halde müdahale etseydi o zaman nizam ve düzen olmazdı. Adına sünnetullah dediğimiz kevni kanunlar sabit bir zemin üzerine oturmaz ve insanlık nizamın sürekliliğinden hareketle bulduğu hiçbir şeyi bulamazdı. Tek kelimeyle ilim ve ilmi buluşların hiçbiri hayata geçmezdi. Ayrıca bu insanın iradesinin bütünüyle özgür olmadığını gösterirdi.
Hasılı bu sahada yorum yapanların dile getirdiği şu sözler özet mahiyetinde oldukça yerindedir: “Özgür, akıl sahibi ve sorumlu kişilerin var olması ‘iyidir’. Kişilerin, özlerinde yerleşik olan kabiliyetlerini geliştirecek vesile ve fırsatlara sahip olmaları ‘iyidir’. Kişilerin, içerisinde birbirlerinden ve birbirlerine karşı sorumlu oldukları aileler, topluluk ve daha geniş sosyal örgütlenme biçimlerinde bir araya gelmeleri ‘iyidir.’ İnsan toplumlarının yapılarının ve süreçlerinin, dışarıdan ‘yüksek bir güç’ tarafından empoze edilmesinden ziyade, o toplumların üyelerinin yeteneklerinin ve maharetinin kullanılması suretiyle içerden gelişmesi ‘iyidir.’ Yarattığı insanların özgürlüğü kötüye kullanmalarını engellemek ve/veya bu kötü kullanımdan dolayı meydana gelen fenalığı tamir etmek için Tanrı’nın sık sık ve rutin bir şekilde müdahale etmesi, yaratılış planında amaçlanan insan hayatı ve toplum yapısını temelden zayıflatacaktır; bundan dolayı, bu tür müdahalelerin vuku bulması beklenmemelidir.”
Buraya kadar yaptığımız izahlarda görüldüğü üzere insanın iradesini tabiat yasalarına aykırı biçimde kullanmasının sebebiyet vermiş olduğu kötülüklere belli bir nispette cevap verilmiş olsa bile Tanrı’nın iradesi ile meydana gelen ve uzmanlarının ‘metafizik kötülük’ dediği şey ile ‘fiziki kötülüklerin bir kısmına’ hiç cevap verilmemiştir. Kaldı ki cevap verilen alanlarda da Tanrı’nın sonsuz rahmet ve merhametini sorgulamaya yönelik sorular cevapsız kalmıştır. İşte bu sebeple başlangıçta, ‘İman unsuru devrede olmadığı müddetçe dinlerin vermiş olduğu cevaplar da yetersizdir’ dedik.
Pekala bu durum özellikle günümüz dünyasında insanlarımızı düşünce ve inanç bazında nereye sürüklüyor? Cevap net; teizm’den uzaklaştırıp deizme, agnostizme ve ateizme.
Devam edeceğim…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***