Kağan KAHVECİ
Michel Serres’in Parazit adlı kitabı birkaç gün önce yayımlandı, çeviriyi teslim edeli 4-5 ay olsa da bir süre neredeyse her gün düştü aklıma, şimdilerde haftada birkaç gün de olsa mutlaka uğruyor. Daha çevirirken şöyle bir not düşmüşüm kendime: Mevcut gerçeklik hakkında konuşan bir filozofun okurunda yaratabileceği en büyük etki, o zamana kadar yaşadığı tek tek olayları başka bir perspektifle yeniden ağırlıklandırmasını ve anlamlandırmasını sağlaması. Michel Serres bana bunu yapıyor şu an, çevirmiyorum, iz sürüyorum.
Daha düşük yoğunluklu olsa da bu iz sürme, Michel Serres’in mevcut gerçeklik tasavvurumu mayalaması bugün devam ediyor hâlâ. Bu nedenle sizle kitap arasına girip “parazit” yapmak istemem; doğrusu öyle özetlenebilecek bir kitap da değil. Kuşkusuz bu pek çok felsefe kitabı için geçerli olsa da Parazit kitabının tüm özetleme, basitleştirme girişimlerini eksik, hatta yanıltıcı kılacak bir özelliği var. Şöyle ki, Michel Serres, Parazit kitabında masallardan, mitlerden, dinler tarihinden, bilim tarihinden, felsefe tarihinden, genel olarak tarihten figürlerle örer anlatısını. Onun kavramları belli çağrışım odakları olan bu figürlerdir. La Fontaine masallarındaki hayvanlardan Rousseau’nun yaşamına, Kitab-ı Mukaddes’teki peygamberlere, çocuk oyunlarına birçok tanıdık figürü birbirine örüp global bir figür olarak şekillendirir Parazit kitabını. Sonuç olarak Michel Serres genel felsefe kavramlarını çok nadir kullanır.
Bruno Latour’un kendisiyle yaptığı söyleşi kitabında dendiği gibi “her şeyi okumuş sonra unutmuş” biridir Michel Serres. Diyalektik güreşlere girmez filozoflarl. Felsefe tarihindeki kavramların içeriğini değiştirerek veya yenilerini yaratarak felsefe yapmaz genel olarak. Ama büyüleyici olan şudur ki, sadece edebi olarak da takip edilebilecek, figürlerle örülmüş bu anlatısı felsefe tarihindeki birçok probleme yeni cevap girişimleridir aynı zamanda.
Tek bir örnek verirsem eğer, etimolojik olarak “yanında yemek (para-sitos) anlamına gelen parazit kelimesindeki “para” ön eki Lucretius’un “clinamen/sapma” dediği şeyin Serresçi bir versiyonudur. Michel Serres ilginç bir materyalisttir; her maddeci gibi maddenin kendi kendini örgütlediğini, maddenin aldığı halleri/formları açıklamak için mesela Aristoteles’teki gibi ayrı bir form ilkesine gerek olmadığını düşünür. Madde ve sapmaları yeterlidir her şeyi açıklamak için. Fakat Michel Serres, ayrı bir ilke olmasa da çağdaş bilime uygun şekilde maddenin bir bilgiye/enformasyona göre organize olduğunu düşünür ve bu enformasyonu bu kitapta Parazit olarak yorumlar.
Türkçe’de, tufeyli veya otlakçı dediğimiz antropolojik anlamda parazitler, veya asalak canlılar dediğimiz biyolojik anlamda parazitler, son olarak, iletişim kanallarındaki gürültüler için dediğimiz fiziksel anlamda parazitler herhangi bir sistemin bürüneceği formları yaratırlar. Para-zit “yanda yer,” ve getirdiği enformasyonla, veya daha doğrusu bir enformasyon olan varlığıyla sistemi dönüşüme uğratır.
Bu söylediğim benim çıkardığım genel bir sonuç, dediğim gibi Michel Serres düşüncesinin hareketini sergileyerek, figürlerden figürlere geçerek, herhangi bir fikrinin altını özellikle çizmeden bir rassal yürüyüş yapıyor bu kitapta. Onu okumak örüntü okumak gibi, patern okumak gibi bir faaliyetti benim için; müstakbel okurlara tavsiyem de bu figür ustasının çizdiği global figürü görmeye çalışmalardır. Kitaptan geriye kalan vukuflu cümlelerden çok belli hisler, ilişki ağları, örüntüler, bildiklerimi, deneyimlerimi yeni sentezlere zorlayan güçlü figürler oldu bende. Yazının başında bahsettiğim hala aklıma gelen ve gerçeklik tasavvurumu yeniden mayalayan güçlü figürler.
Şimdi daha fazla parazit yapmayı bırakıp alıntılardan ibaret iki bilgi vermek istiyorum Michel Serres hakkında. Sonra Michel Serres’in kitabının1997 İngilizce baskısı için yazdığı önsözü ekleyeceğim.
MICHEL SERRES ÜZERİNE GENEL BİLGİLER
Çok yakın bir zamanda, 2020’de Michel Serres üzerine İngilizce bir giriş kitabı yazan Christopher Watkin Michel Serres’in İngilizce konuşan dünyada (Türkiye’dekine benzer şekilde) çok az bilinmesine olan şaşkınlığını dile getirir:
“Michel Serres 1960’ların sonundan 1 Haziran 2019’daki ölümüne kadar durmadan yazdı. İnsanlığın geleceğinden toplumsal ilişkilerin doğasına ve ekolojiye kadar çağdaş öneme sahip konularda, aralarında Fransa’da liste başı olan üç kitabının da bulunduğu kırk beş kitap yazdı. 1900’den bu yana ünlü Académie Française’in “ölümsüz” üyeliğine seçilen sadece on filozoftan biri oldu; çok sayıda uluslararası ödül aldı ve Lyon’daki seçkin École normale supérieure’ün kütüphanesi onun adını taşıyor. Hal böyleyken, kendine özgü ve çığır açan düşüncesinin İngilizce konuşan okurlarca çok az biliniyor olması ne kadar merak uyandırıcı ve davetkârdır. (…) Serres her yerde ve hiçbir yerde: son elli yılda her yıl ortalama bir ya da iki kitap yayınlamasına rağmen, televizyonda düzenli olarak görünmesine rağmen, ve 2004’ten 2018’e kadar ulusal bir radyo programının sunuculuğunu yapmasına rağmen, önde gelen Fransız filozofları ya da entelektüelleri listesinde yer almıyor ve çalışmalarının yarısından azının İngilizce çevirileri mevcut. Serresçi bir düşünürler ekolünü boşuna ararsınız, ve büyük akademik konferanslarda Deleuzecüler, Foucaultcular ve Derridacıların yanında neredeyse hiçbir zaman Serresçi bir grupla karşılaşmazsınız. Blog dünyasının, son siyasi kararların Serresçi eleştirileriyle dolup taşması da pek olası değil.”
Michel Serres, bir röportajında tüm düşünsel üretiminin amacını şöyle açıklar:
“Hayatımın bir amacı var; ve insan bilimlerinin de amacının bu olması gerektiğine inanıyorum. Önemli bir devrimden geçiyoruz. Dünya değişiyor ama daha iyiye doğru değişiyor. Mesela, kent ve kır arasındaki denge değişti, yaşam beklentisi değişti, altmış yaşındaki bir kadının ölüme 17. yüzyıldakinden daha uzak olduğunu biliyoruz. Yani beden değişti, doğum, yaşam, ölüm, insanlık değişti. Bugün dünya nüfusu benim doğduğum zamankinden dört kat daha fazla. Yani aynı dünya değil, aynı hayat değil, aynı beden değil. Ama aynı kurumlara, aynı siyasete, aynı hükümetlere, aynı hukuka sahibiz. Bu mümkün değil. Bir yanda olduğu haliyle dünya, insan dünyası, diğer yanda tarih var. Önemli bir değişim var ve bu değişimi hümanizm kelimesinin icat edildiği zamanlarla kıyaslayabiliriz. Hümanizm kelimesi Rönesans’ta icat edildi, Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar büyük bir değişim yaşandı çünkü. Aynen bizimki gibi. Ve o zamanlar her şey değişti: Yeni bir kültür, yeni kurumlar, birlikte olmanın yeni yollarını icat etmek zorunda kaldılar. Sonuç olarak, bugün amaç, bu yeni kültürü, bu yeni insanlığı hazırlamayı denemektir. Bu ciddi bir çalışmayı gerektirir, ama tutkulu ve ilginçtir.”
İngilizce Çeviri İçin Önsöz
ALIŞ-VERİŞİN İNŞASI
Tartuffe, sahtekâr, dayatır kendini zengin ve saf bir adama, masasında güzel yemekler yer, karısına kur yapar, kızıyla evlenmeye ve mirasına konmaya çalışır. Peki aldıklarının karşılığında ne verir? Hiçbir şey, palyaço maskaralıkları dışında hiçbir şey. Ne Foucquet’nin sarayının daimi misafiri La Fontaine, ne iyi kadın arkadaşlarının evinde yatan Rousseau, yedikleri ekmek ve üstlerindeki çatı için bir ödeme yaptı, verdikleri sadece kelimelerdi. Daha da kötüsü, hamilerini masallarında ve konuşmalarında ölümsüzleştiren bu iki önemli örneğin dışında, kaç yazar bozuntusu bağışçılarının sırtından geçinmiştir? Bir otlakçı: Rameau’nun Yeğeni’ne böyle diyordu Diderot.
Kötüye kullanmaya dayalı bu ilişkinin taraflarına ev sahibi ve parazit diyoruz; kendisini davet edenin yanında yemek yiyeni tarif eder parazit kelimesi. Biri her şeyi alıp karşılığında hiçbir şey vermezken diğeri her şeyi verir, hiçbir şey almaz. Elbette, bunlardan ilki çalar; peki ikinci gerçekten verir mi? Ve ne verir veya çalar, bu ikisi? Tek yönde yolculuk yaparlar ve ters yöne girişleri yasaktır; onları birleştiren kanal, ve kanalın daima taşıdığı şey birinden diğerine gider, asla geri dönüşü olmaksızın.
Her birimiz bu tür insafsızlıklarla (veya daha doğrusu, aşırı yenmiş bir ev sahibi ölebileceği için böyle hissedilen insafsızlıklarla), dengeli alış-veriş ilişkilerinden çok daha sık karşılaşmışızdır. Hatta, geçenlerde ayaküstü yaptığım bir sayım sayesinde gördüm ki tanıdığım kültürlerde, parazit üzerine metinlerin sayfa sayısı alış-veriş betimlemelerinden çok daha fazla.
Bu ilişkinin analizi (o kadar yalındır ki en basit ilişki olduğu söylenebilir), toplum bilimlerinin sınırlarının ötesine gider: biyoloji de deneyimler bu ilişkiyi. Faunada ve florada görülür: bakteriler, böcekler ve eklembacaklıların yanı sıra botanik versiyonu için ökseotu ve bazı mantarlar. Bir canlı bazen başka bir canlıya musallat olur ve geçimini, yemeğini ve ısınmasını ev sahibinin organizmasından sağlar; bu durumda ev sahibi organizma da bazen ölüm noktasına varacak şekilde kendisinden ona verir. Burada parazit ilişki önce gelir komensal/ortakçı ilişkiden; yani aldığına karşılık bir avantaj getiren ilişkiden: daha kompleks bir alış-veriş simbiyozu.
Anne kanıyla beslenmiş bizler, annemizin rahminde ilk bu şekilde yaşamadık mı? Bizim doğumumuz, onca verdiklerinden sonra, ev sahibinin artık taşıyamadığı yabancı bir organizmanın dışarı atılması olabilir mi? Ebeveynlerimizden aldıklarımızı biz de çocuklarımıza geri veririz: çocuklarımızın ev sahipleri, ebeveynlerimizin parazitleri. Büyütme, sütten kesme, evden ayrılma… Kısacası, eğitimimiz bizi ilkel parazit alışkanlıklarımızdan yavaş yavaş kopararak bir alış-veriş faili haline getirmekten ibaret değil mi? Bu toplumsal ve pedagojik yapının ne kadar kırılgan olduğunu görürüz sık sık, çünkü en ufak bir fırsatta birçok insan sanki temel denge durumuna yönelir gibi bağımlılık davranışına sığınır.
Toplum bilimlerinin ve biyolojinin ötesinde, fizik bilimleri de deneyimler bu ilişkiyi. Bizim Latin dillerimiz, doğrusu, iletişim kanallarında dolaşan sabit gürültüye de “parazit” der: Bu engel olmaksızın bir geçiş olamaz, içinde anlamın risk altında olduğu kaçamak konuşmalar olmaksızın dil olamaz, titrek çizgiler olmaksızın bir çizim olamaz, yanlış anlamalar olmaksızın diyalog olamaz, arızi çatırtılar olmaksızın kanallar olamaz, toparlarsak, arka plan gürültüsü olmaksızın doğa olamaz. Parazit, tüm söyleme ve verme ilişkilerinden öncedir.
Bilim insanları alış-verişe/mübadeleye, insan topluluklarının oluşumunda kurucu bir rol verir; bu konuya ilişkin, mantıkçılar, dilbilimciler ve antropologlar arasında geçen tartışmalar ciltler tutar. Çünkü, kolektifin, sözleşmelerini dayandırdığı insanların ve şeylerin bu geçişinden daha kesin ne olabilirdi?
Fakat parazitik pratikler bilim insanlarına temel görünen bu yasaya uymaz; parazit ilişki, armağan-verici ve armağan-alıcı arasında, armağanın içinden geçtiği bir yön tarif eder: ters çevrilemez ilişkilerinin yalın oku, alış-verişin çift yönlü okunu mantıksal olarak önceler ve onu pratik olarak doğurur. Şeylerin insanlar arasındaki geçişinde görülen gizemli “yasa”nın kaynağı, karşılıklılık olmaksızın bu ilişkilerin insanları maruz bırakacağı ölüm riskinden kaynaklanır.
Kültürlerden çok önce cansızlar ve canlılar arasında yaygın olan bu parazit ilişkiler insan kolektiflerinin oluşumundan önce iş görürler; alış-verişi reddederek, alış-verişi hazırlarlar; yani sonra inşa edilen bir şeydir alış-veriş, ve toplumsal ve kültürel yapı onun üzerine kurulur. Karşılıklılığa dayanmayan bu sabit ve daimi ilişkiler bu yapıyı kurdu.
Yaklaşık yirmi yıl sonra, daha iyi anlaşılması için farklı bir üslup verme eğiliminde olsam bile, bu masallar ve imajlar kitabı bahsettiğim bu temel teoriyi destekliyor; ve bu teorinin doğruluğu konusundaki fikrimde hiçbir değişiklik olmadı, çünkü her gün deneyimliyoruz doğruluğunu.
Michel Serres
1978-1997
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***