Siyaset Bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘şeriat’ çıkışını, kişisel internet sitesinde yayınladığı, “Şeriat-Din Özdeşliği Doğru mu?” başlıklı yazıyla yorumladı. Erdoğan’ın, “Şeriata karşı çıkmak dine karşı çıkmaktır.” sözünü hatırlatan Türköne, “Aynı Allah’a ve Peygamber’e inanan Şiilerin, Selefîlerin (bu arada DAEŞ’in), tarikatların ve Diyanet’in dinleri aynı görünmekle beraber şeriatları farklı. Soyut kavramlar ve genellemeler üzerinden yürütülen siyasî tartışmalardan bir sonuç çıkmaz. Demek ki “Hangi din?” sorusunun bir tek cevabı varken, “Hangi şeriat?” sorusuna bir yığın faklı cevap bulunabilir.” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Türköne’nin yazısının tamamı şöyle:
Beklendiği üzere Şeriat tartışması, Cumhurbaşkanı’nın Şeriata sahip çıkması ile resmî düzeyde kendine ayrıcalıklı bir yer buldu. Soyut düzeyde Erdoğan, “Şeriata karşı çıkmanın dine karşı çıkmak” anlamına geldiğini söyledi. Bir de Şeriat tanımı yaptı: “İslâm’ın hayata dair kurallarının bütünü” diyerek.
Bu tanım, bilhassa hayata yüklediğiniz anlama göre değişmekle beraber ana hatlarıyla doğru bir tanım. Bir hukuk düzeni, hangi sorunları çözmekle, hangi sorulara cevap vermekle ve hangi usul kurallarının uygulanacağını göstermekle mükellef ise, Şeriat de boşluk bırakmadan hayatın bütün alanlarını kapsamak zorundadır.
Müftünün önüne herhangi bir mesele geldiği zaman, “dinî değildir, laik hukuka müracaat et” diyemez. Fazladan, modern hukukun girmediği ibadet-itikat ve ahlâk konuları da Şeriat’in doğrudan veya dolaylı taht-ı tasarrufunda bulunur. Tekrarlayalım: Şeriat, İslâm Hukuku, Fıkıh kavramları eş anlamlı olarak birbirinin yerine kullanılır.
Peki şeriat ile din özdeşliği doğru mudur?
Aynı Allah’a ve Peygamber’e inanan Şiilerin, Selefîlerin (bu arada DAEŞ’in), tarikatların ve Diyanet’in dinleri aynı görünmekle beraber şeriatları farklı. Soyut kavramlar ve genellemeler üzerinden yürütülen siyasî tartışmalardan bir sonuç çıkmaz. Demek ki “Hangi din?” sorusunun bir tek cevabı varken, “Hangi şeriat?” sorusuna bir yığın faklı cevap bulunabilir.
Aynı şeriat içinde de birbirinden farklı kurallar uygulanabilir. Dini bütün bir Müslüman kadın, tesettüre, namahreme, hatta şeriatin kocasına karşı yüklediği görevlere harfiyen uyabilir; ancak onların arasında şeriatın emri olarak mirastan daha az pay almaya rıza gösteren tek bir örnek bulamazsınız.
Hukuk kuralı ve adalet ölçüsü olarak toplum hayatını düzenleyen şer’i hükümlerin neredeyse yüzde 95’i, modern hukukla ve evrensel insan hakları ile aynıdır. İşkence şeriata göre de yasaktır. Sözleşme hukuku şeriatta çok gelişmiştir. Usul hükümleri hukukun bütün alanlarında aynıdır. Ancak, İslâmiyet’in başlangıcında bütün dünyada var olan ve nasslarda da hayat bulan kuralların bazılarının fiilen karşılığı kalmamıştır.
Köle hukuku, ciltlerce kitaba konu, şeriatın önemli kısımlarından biridir. Diyanet, köleliğin İslâm’ın baştan beri gözettiği amaca uygun olarak bugün artık mevcut olmadığını kabul ediyor; ama Selefiler ve bilhassa DAEŞ köle hukukunu, esir aldıkları cariyelere vahşet şeklinde uyguluyor. Cariye, kadın kölenin ismidir ve sahibine her türlü tasarruf hakkı tanınmıştır.
“Küçük kız çocukların evlendirilmesinin şeriata uygun olduğunu savunanlar, dine mi pedofiliye mi hizmet ediyor?” tartışmasını da şeriat bahsine dahil edebilirsiniz. Şer’î hukuk tüzel kişilik kavramı geliştirememiştir (İslâm hukukunda tüzel kişilik yoktur), bu yüzden modern hukukun kamu hukuku alanına aldığı suçlar ve cezaların çoğu özel hukuk ilişkisi ile çözülür.
Cinayet suçu da böyledir. Maktulün varisleri ile katil ve yakınları, eski bir Arap adetine dayanan kan parası üzerinde anlaşırsa, yani diyet ödenirse ceza ortadan kalkar. Zengin katillerle fakir maktuller arasında adaletle hükmetmeyi imkânsız kılan bu kuralı bugün savunacak adamın vicdanı yok demektir.
İtibarî paranın (kâğıt para ve kıymetli kâğıtlar) henüz bilinmediği dönemde konulan faize dair hükümlerinden, ekonomik hayatın gerçekleri karşısında “katılım bankacılığı” gibi hile-i şeriye üretmek dışında kaçış imkânı yoktur.
Nitekim şeriatın en yaygın usul hükümlerinin başında: “Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tebeddülü esastır” kaziyesi gelir. Yani zamanın değişmesi ile hükümler de değişir.
Şeriat’e sahip çıkan Cumhurbaşkanı’nın devr-i hükümetinde din adamları veya din adına sağda solda hüküm verenlerin hem özgüvenleri hem de sayıları çoğaldı. Diyanet tarihinde görülmemiş ölçüde, kendi kanununun verdiği yetkilerin dışına çıkarak dünyevî işlere dair fetvalar veriyor.
Tarikat sözcülerinin, sağda solda ulema silkinden din adamlarının verdiği -hepsi de çok kesin- fetvalarla ortaya çok farklı şeriatler çıkıyor. Konuşan, şeriata uygun tek doğru hükmün kendisine ait olduğunu, aksinin nar-ı cehennemde yanmaya yol açacağını tekrarlıyor.
Allah adına, Peygamber adına hüküm verenlerden geçilmiyor. Hatta tarikat şeyhlerinin ağzından çıkanları Kur’an’la, hadisle bir tutan yorumlar ortalıkta dolaşıyor. İlhan Eliaçık’ın, Mustafa Öztürk’ün, Mustafa İslâmoğlu’nun, Alpaslan Kuytul’un müesses dinî nizama yönelik eleştirilerinin tamamı da farklı bir şeriat kabulüne dayanıyor.
Paradoksal bir şekilde AK Parti iktidarı dönemi dinî özgürlükleri genişletirken çoğulcu şeriat yorumlarını da beslemiş oldu.
Bu tabloya uygun hüküm nedir? Din ile şeriat özdeş midir? Din adına tek hakikate şeksiz-şüphesiz sahip olanlar dışında bu soruya evet cevabı veren var mı?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***