ANKARA – İmralı tecridinin “halkların bir arda yaşama fikriyatına” dönük olduğunu belirten tutsak TJA’lı Zelal Bilgin, “Ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı, karanlığa karşı aydınlığı hep beraber inşa edelim” dedi.
İmralı Adası’ndaki F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğün sağlanması talebiyle cezaevlerinde 27 Kasım’da başlatılan dönüşümlü açlık grevi eylemleri sürüyor. “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” kampanyası kapsamında açlık grevine giren tutsaklardan birisi de Zelal Bilgin. Sincan Kapın Kapalı Cezaevi’nde açlık grevinde bulunan tutsak Zelal Bilgin, hem tutsaklığı hem de kampanyaya dair sorularımızı yanıtladı.
TJA’lı Zelal Bilgin
Tutsaklığınızın üzerinden kaç yıl geçti, gerekçe neydi?
Tevgera Jinên Azad (TJA) çalışmalarını yürüttüğüm dönemde gözaltına alınarak tutuklandım. Yaklaşık olarak 3 yıldır tutukluyum. Bizlerin tutuklanması için herhangi bir gerekçe olmasına gerek yok sanki. Kürt ve kadın olmamız onlar için yeterli bir gerekçe. Diğerleri, suç varmış gibi art arda sıralanan cümle kalabalığından başka bir şey değil. Yaptığımız basın açıklamaları, gösteri, yürüyüş ve toplantıların tamamına illegal bir kılıf yaratılıyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü biz Kürt kadınlar tarafından kutlanınca yargılama konusu yapılarak iddianamelerde yerini alıyor. Yargılanma sürecim boyunca beni geren ve erkek egemen zihniyeti tekrar tekrar sorgulamama neden olan soruydu; ‘Neden 25 Kasım ve 8 Mart kutlamalarına katıldın?’
Kadına yaşam hakkı tanımayan sistem, bu duruma karşı mücadele eden kadınları da hapsediyor. İktidar bu yaklaşımdan sonuç alabilir mi?
Bütün silahlarını kadına yönelten eril zihniyetin kadına karşı başlattığı bir savaşla karşı karşıyayız. Bu savaşın yürütücüsü devlet olduğu gibi tarikat ve cemaatler, tanıdık tanımadık erkekler, kadının kendini en güvende hissettiği devletin prototipi aileler, eş, sevgili ve arkadaşlar oluyor. Bu savaşın içinde kadının ne zaman, nasıl, nerede hayattan koparılacağı belli olmuyor. Bu zihniyete karşı mücadele eden kadınlar, dayanışma ağını güçlendirerek, yan yana direnmeye, kazanımlarına sahip çıkmaya devam ediyorlar. Kadını eve kapatmaya çalışan, toplumsal baskıyı arttırarak her alanı kadın için hapishaneye çevirmeye çalışan gerici zihniyet bu direnişle baş edemiyor. Baş edemeyince de kadınları, inşacısı olduğu hapishanelere kapatarak toplumla bağını tamamen koparmayı hedefliyor. Onbinlerce yıl önceki “Cadı Avlarına” bugün de devam ediyorlar. Biz kadınlar her adımımızda kendi hikayelerimizi yazıyor, direnişlerle dolu tarihimizden aldığımız mirasla da yazılmayan romanın sayfalarında yer almaya çalışıyoruz. İktidarın sonuç almadığını ve alamayacağını, hapsedilen kadınların direnişinde ve 25 Kasım etkinliklerinde kazanımlarına sahip çıkacağının iradesini ortaya koyan kadınların kararlılığında görüyoruz.
Cezaevlerindeki genel yaklaşım ve ihlaller nedir? Bu ihlallerle ne amaçlanıyor? Bu ihlaller kaynağını nereden alıyor?
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin tamamı kaynağını İmralı Zindanı’nda çeyrek asra yakındır mutlak tecrit altında rehin tutulan Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan özel tecrit hukuku ve politikalardan alıyor. Bu tecrit politikaları, zindanlar başta olmak üzere toplumun genelinde baskı, şiddet ve hak ihlalleriyle ortaya çıkıyor. Yaşam hakkı, dil, kültür, eşit, adil ve özgür yaşama umudu tecrit altına alınıyor. Cezaevlerinin varlığı başlı başına hak ihlalidir. Kimliksizleştirmek, iradesizleştirmek, sosyal bağlarını koparmak, asimile etmek için kullandıkları zindanlarda her tür hak ihlali yaşanmaktadır. Öze saldırının aralıksız devam ettiği zindanlarda fiziki-psikolojik sosyal ve kültürel bir işkence sistemi söz konusudur. Bu işkence sadece tutsak edilene uygulanmıyor tabii. Tutsağın ailesine, sevenlerine de uygulanıyor.
Tutsaklar, kimliksiz, kişiliksiz ve iradesiz bırakılmaya çalışılıyor. Ama bizler tekçi faşist zihniyetin ömrümüzü tükettiği bu mekanlarda, ömür üretiyor, kendimizi buluyor ve hakikatimizle hemhal oluyoruz.
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde şuanda 11 kadının tahliyeleri, “pişmanlık, tarafsız koğuş, kimlik, dil inkârı” dayatmaları nedeniyle engelleniyor. DGM mahkemelerinde yargılanmış, aylarca işkence görmüş 30 yıldır tutsak edilen Nedime Yaklav ve Sermin Demirdağ ile beraber Rozerin Kurt, Mukaddes Kubilay, Zeynep Xan Bingöl, Sabite Ekinci, Özlem Demir, Dilan Oynaş, Sedef Demir, Necla Yıldız ve Jiyan Ateş sadece kimlikleri nedeniyle tutsak edilmeye devam ediliyorlar. Toplum da böylece zapturap altına alınarak, sindirilmeye çalışılıyor. S tipleri ve Yüksek Güvenlikli Cezaevleriyle tecrit politikası derinleştiriliyor. Tutsaklar, kimliksiz, kişiliksiz ve iradesiz bırakılmaya çalışılıyor. Toplumsal refleksler de minimum seviye çekilmek isteniyor. Ama bizler tekçi faşist zihniyetin ömrümüzü tükettiği bu mekanlarda, ömür üretiyor, kendimizi buluyor ve hakikatimizle hemhal oluyoruz.
PKK Lideri Öcalan’ın paradigmasını sahiplenen ve önemseyen aydın, yazar, hukukçuların da aralarında bulunduğu birçok isim, 74 ülkede “Abdullah Öcalan’a özgürlük” kampanyası başlattı. Bu kampanyayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok önemli, anlamlı ve değerlidir. Aynı zamanda bir ilktir. Bir Kürt lider için ilk defa bu düzeyde geniş ve güçlü katılımların olduğu bir kampanya yapılıyor. Bildiğim kadarıyla da Mandela dışında uluslararası boyutta destek alan ve özgürlüğü talep edilen başka bir lider de olmadı. Bu nedenle de dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Sayın Öcalan çağımızın filozofu olarak tanımlanıyor. Bu tanımlama sadece onure etmek için yapılmıyor. Kapitalist Modernite’nin karnında inşası yapılan tüm sistemleri çözümleyerek, alternatifini Demokratik Modernite ile sistemleştirmiştir. Bin yıllardır soykırım ve asimilasyon politikalarıyla imha edilmeye çalışılan ötekilere ve halklara, bir arada eşit-adil-özgür yaşamaları için umut olmuştur. Egemenlerce gizlenen ve çarpıtılan hakikati açığa çıkarmıştır. Küresel çapta yaşanan sorunların kaynağının çözümlenmesini yaparak, çözümüne dair somut öneriler ve modeller oluşturmuştur. Bugün Ortadoğu’da ve dünyada yaşanan kriz, bunalım ve savaşların nedenlerini, çözümünü net bir şekilde ortaya koyarak, tarihsel değerlerin etrafında toplanarak bu sorunların aşılabileceğini ortaya koymuştur.
Dünya halkları da bugün çözümün Demokratik Modernite inşasında olduğunu anlamıştır. Bu nedenle sorunun bölgesel değil, küresel olduğuna karar vermiş, uluslararası dayanışma ve direniş cephesini güçlendirerek Kürtlerin yanında duruyorlar. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmanın ışığında tecrit politikalarının inşacısı hegemonlara en güçlü cevabı verdiler. Sayın Abdullah Öcalan’ın 74’üncü yaşına ithafen yapılan ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm’ eylemi, vahşi kapitalizmin yarattığı karanlığa karşı aydınlığın doğumunu gerçekleştirip, dünya halklarının birliğini sağlayacaktır.
Cezaevlerinde de bu kampanya için bir eylem başlatıldı. Bu eylemin ne anlam taşıdığını anlatır mısın?
Hepimiz Ortadoğu’da yaşanan savaşa yakından tanıklık ediyoruz. Kürt düşmanlığı her alanda en ahlaksız ve insanlık dışı saldırılarla kendini gösteriyor. Sayın Abdullah Öcalan, mutlak tecrit altında insanüstü bir emek ve direnişle, kadının özgürleşmesiyle toplumun özgürleşeceğinin, Demokratik Modernite inşasıyla halkların tüm farklılıklarıyla eşit, adil ve özgür bir sistem için yaşayabileceğinin hakikatini ortaya çıkarmıştır. Tecrit edilen bu hakikattir. Tecrit edilen Kürt halkıdır, dilidir, kültürüdür. Tecrit edilen kadının özgürlüğüdür. Tecrit edilen işçi-emekçi haklarıdır. Tecrit edilen ekosistemdir. Tecrit edilen umut hakkıdır, yaşam hakkıdır. Tecrit edilen halkların ortak tarihsel değerleridir. Tecrit edilen benim-sensin-biziz. Bu nedenle bu kampanyanın içinde yerimizi aldık. Sayın Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa demokratik çözüm talebinin etrafında kenetleniyoruz hep beraber.
Dünyada ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük’ çağrısı yapılırken, Türkiye’de tecrit derinleştiriliyor. Buna dair neler söylersiniz?
Sayın Abdullah Öcalan 25 yıldır mutlak tecrit ve işkence altında tutuluyor. Sayın Abdullah Öcalan şahsında bir halka karşı insanlık suçu işleniyor. Hegemonlar da aktif ama görünmez rol oynuyor bu politikada. Hegemonlar, Kapistalist Moderniteye karşı Demokratik Modernite paradigmasını ortaya koyan, halkların barış içinde yaşamasının mümkün olduğuna dair hakikati ortaya çıkaran Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecritle kendilerince bir tehditten korunmuş oluyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile başlayan, Yeşil İslam Kuşağı projesiyle devam eden emperyal projelerin önünde engel gördükleri bir önderlik, hareket ve düşünce sistemi söz konusu.
Emperyal projelerin önünde engel gördükleri bir önderlik, hareket ve düşünce sistemi söz konusu. Tahakkümlerini arttırmak ve sistemlerini devam ettirmek için tecride devam ediyorlar.
Ulus devlet inşacıları, devletsiz ve savaşsız bir dünya sistemine karşılar. Varlıkları, asimilasyon, soykırım ve sömürgeci politikalarla devamlılık sağlıyor. Hatırlayalım; NATO artık işlevsiz bir hal almışken Rusya-Ukrayna savaşıyla yeni üyelikler sağlandı. Üye ülkeleri güvenlikçi politikalara yönlendirerek, silah sanayisini canlandırarak, yığınla yeni silahın denendiği bir istikrarsızlık ortamı yaratarak NATO’yu canlandırdılar. Sistemci krizin çözümünün Demokratik Modernite’de olduğunu belirten Sayın Abdullah Öcalan’ı ise tecrit altında tutuyorlar. Her tür iletişim kanalını kapatarak, tahakkümlerini arttırmaya ve sistemlerinin devamlılığını sağlamaya çalışıyorlar. Bunun için de mutlak tecrit uygulamalarına devam ediyorlar.
Cezaevlerinde tüm dönemlerde bir direniş söz konusu. Bu direniş bugün hangi aşamada ve genel durumu nasıl etkiliyor?
Cezaevlerinin hem acı hem güç veren tarihsel bir direniş geleneği vardır. Fiziki ve zihinsel imha araçlarının tamamının hayata geçirildiği 1980 darbesi döneminde yaşanılan insanlık dışı işkence, katliamlar, kayıplar hepimizin hafızasında ilk günkü canlılığıyla yerini koruyor. Bunun yanında direnişi ve mücadele kararlılığı da aynı gücünü ve canlılığını koruyor. Bedeli ne olursa olsun ‘teslimiyete hayır’ diyerek, kalın çizgilerle çizilmiş bir direniş hattı var. Bu gelenek tüm değerlerini koruyan, fiziki-kültürel-zihinsel imha ve inkar politikalarını boşa çıkaran bir mücadele geleneğidir. Bu direniş geleneğinden gelen bizler, buna layık bir eylem pratiğinin içinde olmaya çalışıyoruz. Dünün mirası, enternasyonal bir direnişe dönüşmüş durumda. Cezaevlerinde gerçekleşen her eylem, dışarıda gerçekleşen eylemlerle birleşerek mücadeleyi güçlendiriyor.
Dışarı ve içerideki mücadeleyi büyütecek ve güçlendirecek adımlar nelerdir?
Ortak değerler etrafında birleşerek, antidemokratik uygulamaları ve cinsiyetçi politikaları reddederek, kitlesel ve toplumsal hareketlerin katılımını sağlayarak mücadeleyi büyütüp güçlendirebiliriz. Sayın Abdullah Öcalan, ‘3’üncü Yol’ dedi. Ne muhafazakar, dinci, tekçi ve milliyetçi çizgi ne de liberal ve neoliberal politikalara mecbur olmadığımızın çerçevesini net bir şekilde belirledi. Ne içeride ne dışarıda özgürlük söz konusu değil, bunun bilinciyle hareket etmeliyiz.
Ortak değerler etrafında birleşerek, mücadeleyi büyütebiliriz. Sayın Öcalan ‘3’üncü Yol’ dedi. ‘Küçük olsun benim olsun’ zihniyetini aşarak, güçler birliğini sağlayan adımlar atılmalı.
Ancak korku en büyük yanılgıdır. İnsan ruhuna, bilincine, gerçeğine ihanet ederek, en büyük karanlıklara mahkum eden duygudur. Bu duyguyu hakim duygu kılmaya çalışan, mücadeleyi ve direnişi kırmayı amaçlayarak üretilen tüm özel savaş politikalarını boşa çıkaran güçlü politikalar oluşturan, örgütleyen bir direniş hattı oluşturmamız gerekiyor. Sol-sosyalist, kadın özgürlükçü, aydın, akademisyen, sanatçı, ekolojist, işçi-emekçiden yana tüm kesimlerin bir araya gelerek, 3’üncü yolun inşasıyla diktatörlükle mücadele edilebilir. ‘Küçük olsun benim olsun’ zihniyetini aşarak, büyük resimde yerini almalı, güçler birliği sağlayan adımlar atılmalı.
Eylemlerde olan bir tutsak olarak dışarıya nasıl mesajlarınız var?
Halkımızın ve dostlarımızın yüreğinin ve aklının bizde olduğunu biliyoruz. Bu eylemin kimi özel nedenlerle de bende taşıdığı anlam ve duygu yoğunluğu biraz fazla sanırım. Bu nedenle de bu sorunuza cevap vermek biraz zor benim için. Öncelikle 9 Ekim 2018’de Leyla Güven ile başlayan, tüm cezaevlerine yayılıp dışarı taşan, 4 mevsime direniş imgelerini düşüren büyük açlık grevi direnişçilerini saygıyla selamlıyor. Yaşamı uğruna ölecek kadar çok seven fedai canları ve tüm devrim şehitlerini büyük bir özlem, saygı ve minnetle anıyorum. Sayın Abdullah Öcalan şahsında tecrit edilen halkların ortak yaşama fikriyatıdır. Bu inanç ve kararlılık, haklı mücadelemizden aldığımız güç ve cesaretle her alanda direnişin bir parçası olmalıyız. Ölüme karşı yaşamı, savaşa karşı barışı, karanlığa karşı aydınlığı hep beraber inşa edelim.
MA / Dicle Müftüoğlu – Sincan Kadın Kapalı Cezaevi
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***