PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Geçmişte Yunanistan’ı defalarca “Bir gece ansızın gelebiliriz!” diyerek tehdit eden Erdoğan, bugün (7 Aralık 2023) Yunanistan’ı ziyaret ediyor. Ziyaretinden önce bir Yunan gazetesine verdiği demeçte, “Bir gece ansızın gelebiliriz!” cümlesini Yunanistan’ı kastederek kullanmadığını, Türkiye’yi tehdit eden terör örgütleri için kullandığını söylemiş.
Oysa Erdoğan, 3 Eylül 2022 Cumartesi günü Samsun Çarşamba Havalimanı’ndaki Teknofest 2022’de konuşmuş ve Atina’nın Türkiye’yi tehdit ettiğini vurgulayarak, “Yunan tarihe bak. Çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur. İzmir’i unutma. Aynı Türkiye şimdi kimi alanlarda dünyanın gelişmiş ülkelerinin üzerine çıkan başarılarla kendini ispat ettiriyor. Vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Bir gece ansızın gelebiliriz.” demişti.
Sonrasında Atina’dan, Washington’dan ve NATO’dan gelen tepkilerin hemen ardından, bu kez Bosna Hersek ziyareti kapsamında konuşan Erdoğan, tehdidini bir kez daha yinelemiş ve “Bir gece ansızın gelebiliriz diyorsak, ne dedim, vakti saati geldiğinde bir gece ansızın gelebiliriz. Niye? Ellerinde bu adalar var, bu adalarda üsler var buralardan hareketle bize gayri meşru tehditler devam ederse sabrın da bir sonu vardır. Sabrın sonu geldiği anda sabrın sonu selamettir. Selameti gördüğümüz anda bunu da Yunanistan’ın ben bildiğine inanıyorum. O vakit saat gelir, gereği yapılır. Radar kilitlemesi şu, bu adımları atmak hayra alamet değil” ifadelerini kullanmıştı.
Doğruları ve gerçekleri açıkça belirtmek gerekiyor.
Açık olan, Türkiye’nin başındaki şahsın bir komşu ülkeyi askeri sürpriz saldırıyla tehdit etmesinden başka bir şey değil. İster iç politik avantajlar elde etmek için olsun, ister Türkiye’de gayet yaygın olan Yunanistan’a vurmanın dayanılmaz çekiciliğinden kaynaklansın, isterse de konuşmanın şehvetine kapılmış olsun, Türkiye’nin icraî cumhurbaşkanı Yunanistan’a saldırmaktan bahsediyor.
Kathimerini gazetesi bunları yayınladı. Hepsini internette yüzeysel bir araştırmayla bile bulmak olanaklı. Dün (6 Aralık 2023) Erdoğan’ın tükürdüğünü yalaması ve geri adım atması önemli değil. Yalan söyleyen, hatta patolojik seviyede yalancı olan bir adam, Türkiye’nin en yüksek yönetsel seviyesine gelmiş falan diyerek, zaten bildiğiniz gerçekleri tekrar etmenin de çok gerekli olduğu kanısında değilim. Endişe verici olan gerçek, Türkiye’deki yönetim zaafiyetidir. İzah etmeye çalışayım.
Türkiye, varlığının temeli olan uluslararası tek belgeye, yani Lozan Antlaşması’na gayet açık olarak uymuyor. Ankara Ege Denizi’nde Yunanistan’a ait olan adaların bir bölümünü “egemenliği tartışmalı ada” olarak niteliyor.
Bu yeni çıkmış bir argüman ve uluslararası hukuka tamamen aykırı. Ege adaları konusunda Lozan metni gayet açık. Anadolu kıyılarına 3 deniz milinden uzakta bulunan adalar Yunanistan’a aittir. Nokta. Yani, eğer Anadolu kıyılarına 3 deniz mili yakınında bir ada varsa, Türkiye’ye aittir. Diğer bir ifadeyle, uluslararası hukuka göre, Ankara 3 milden açıktaki diğer adaların üzerinde hak iddia edemez veya bu adaların Yunanistan’a ait olup olmadığının tartışmalı olduğu tezini savunamaz. Bugün Türkiye bunu yapıyor.
Bu açıkça yayılmacı bir eğilimdir ve benimsenen bu pozisyonun Türkiye için olumlu olmayacağı açıktır.
Diğer bir konu, Türkiye’nin Ege’deki Yunan adalarının kıta sahanlığını tanımamasıdır.
Oysa 1982 Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi ve deniz hukukunda yerleşik normlara göre her adanın kendi kıta sahanlığı vardır. Bu norma göre, adalar 12 deniz miline kadar karasularını genişletebilir. Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz’de uyguladığı karasuları rejimi 12 deniz milidir. Ege’de ise 6 deniz milini uyguluyor ve bunu Yunanistan’a fiilen metazori dayatarak uygulatıyor. Yunanistan hukuken karasularını 12 deniz mili olarak belirlemiş durumda, ancak Ankara 6 mil yerine 12 mil uygulamasını casus belli (savaş nedeni) saydığından dolayı, bunu fiiliyata geçirmiyor.
Bu noktada Türkiye’nin tezleri uluslararası hukuk tarafından desteklenmese de, iyi komşuluk ilişkileri kapsamında uzun vadede ortak bir zemin bulmak söz konusu olabilirdi. Ancak Ankara bunun zeminini asla oluşturmadı ve güven arttırıcı herhangi bir yaklaşım ortaya koymadı.
Bilakis, Türkiye 1975 yılında Ege Ordusu’nu kurdu. Bu ordu, tamamıyla Yunanistan’ın işgaline yönelik oluşturulmuş bir ordudur. Türkiye’nin NATO’ya bağlı olmayan tek ordusu bu. Darbe sonrası oluşturulan bu ordu, açıkça Yunanistan’ı tehdit ettiği için, Yunan hükümeti silahtan arındırılmış statüye sahip Doğu Ege adalarını silahlandırmaya başladı.
Uluslararası politika etki-tepki şeklinde gerçekleşir. Ege Ordusu’nun kurulması etkidir. Yunanistan’ın Doğu Ege adalarını silahlandırması tepkidir. Yunanistan’ın nüfusunun İstanbul’un nüfusunun yarısı kadar olduğunu hesaba kattığınızda, 80 milyonluk Türkiye’nin Ege Ordusu varlığının nasıl bir tehdit olarak algılandığını sanırım objektif olan herkes anlayabilir.
Lozan, Türkiye için Yunanistan için olduğundan çok daha belirleyici bir antlaşmadır. Bu antlaşmayı sulandırmak, Yunanistan’dan daha fazla Türkiye’ye dezavantaj getirir.
Bu özetlediğim durum çerçevesinde, Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz!” demesi, sadece boş bir retorik veya içeride zora giren bir diktatör bozuntusunun hezeyanı olarak yorumlanamaz. Tarih, bu tür hezeyanların reel politik etkileri üzerine inşa edilmiş felaketlerle dolu.
Kendi hudutlarını kabul edemeyen ülkeler, irredentisttir.
Yakın tarihini – hatta tüm tarihini! – sürekli “toprak kazancı ve toprak kaybı” ekseninden okuyan Türkiye’nin, başarıyı fetih, başarısızlığı toprakların kaybı olarak görmesi patolojiktir, etik olarak yanlıştır, uluslararası normlarla bağdaşmaz ve hepsinden önemlisi risklidir ve güvenlik tehdididir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***