YORUM | NEDİM HAZAR
“Bir hikâyenin başı, ortası ve sonu olmalıdır, ancak bunun sırayla olması gerekmez.”
Jean Luc Godard
Önce tadımlık bir diyalog analizi yapalım.
Christopher Nolan’ın Batman serisinin arasına sıkıştırdığı ve belki de bu yüzden yönetmenin filmografisinde çok fazla önemsenmeyen The Prestige, filmi, Viktorya dönemi Londra’sında geçen ve iki sihirbaz arasındaki rekabeti konu alan bir eser. Filmin belirleyici unsurlarından biri, Alfred Borden’ın (Christian Bale) bir çocuğa (Anthony De Marco) sihir numarasının sırrını açıklamanın tehlikeleri hakkında verdiği şu uyarı:
“Sır için sana yalvaracaklar ve pohpohlayacaklar, ama bir kere verdiğin an, onlar için hiçbir şey olmayacaksın. Anladın mı? Hiçbir şey. Sır kimseyi etkilemez, onu kullanmak için yaptığın numara her şeydir!”
Esasen sadece bu diyalogu bile Nolan’ın karmaşık anlatı bulmacalarına kesin cevaplar sunmadan seyircisini bırakma tutumunun bir yansıması olarak okumak mümkün. Bundan sonra izleyici, gizli anlamları keşfetmek için filme defalarca dönmeye teşvik ediliyor.
Ancak, bu diyalog aynı zamanda -meşhur- arzunun psikanalitik teorisine dair bir benzetme olarak da yorumlanabilir. Ki şimdilik tadımlık birkaç şey yazıp, daha sonra bu meseleyi derinleştireceğiz inşallah.
Jacques Lacan terimleriyle, “arzu”, her insanın erken gelişim sürecinde ortaya çıkan temel bir eksiklikten kaynaklanan bütünlük arayışıyla hareketlenir. Bu eksiklik, çocuk mükemmel uyum halinden anneden ayrıldığı ve dilin alanına yerleştirildiği an kurulur ve konuyu, sonrasında yaşanan kayıp duygularını telafi edebilecek bir nesneyi sürekli aramaya iter. Önemli olan, bu eksikliğin prenatal birliğe dönüş arzusu olarak çerçevelenmesidir, bu yüzden arzu temelde tatmin edilemez.
Slavoj Žižek’in ifadesiyle, “Arzu, bir eksiklikle hareketlenen metaforik kaymadır, ulaşılamayan cazibeyi yakalamaya çalışır: tanım gereği her zaman ‘tatmin olmamıştır’”. Borden’ın, bir illüzyonun arkasındaki sırrı arzu ile ilişkilendirerek, arzunun özünü doğru bir şekilde tanıması, arzuyu kendi yerine getirilmesini engelleyerek sürdürmek istemesidir.
Filmdeki bu kısa diyalog, arzunun karmaşık dinamikleriyle ve sıklıkla travma ile kesişen filmin ilgisini gösteriyor. Bu bölüm, merkezi karakterin kayıp nesneyi elde etme takıntısının, sonuçta hepimizi tanımlayan eksikliğe geri dönebilen travmatik kayıp deneyimine işaret ettiğini öne sürer aslında. Filmdeki bu temaların ötesinde, travma ve arzu arasındaki kesişme, görsel ve anlatı tekrarı deseni yoluyla biçim düzeyinde de kendini gösteriyor. Bu fikirler göz önünde bulundurularak, bu bölümün amacı ise üç katmanlı.
Öncelikle, bölüm arzunun metonimik işlevine dikkat çekerek, Angier’in (Hugh Jackman) karısı Julia McCullough’un (Piper Perabo) ölümünü Gerçek ile (Real) bir karşılaşma olarak vurguluyor. İkinci olarak, filmdeki kare-kare düzenleme ve kompozisyon deseninin detaylı bir hesabını sunarak, travmatik işaretçileri temsil etmek için görsel ve yapısal tekrarlara dayandığını savunuyor. Son olarak, bu bölüm, bir sihirbazlık numarasının yapısı ile anlatının bağlantılarına değinerek, filmin genel yapısı ve travmanın zamanlaması arasındaki bağlantıları özetliyor.
Bu üç analiz çizgisi, The Prestige’in hem yapısal hem de stilistik olarak travmatik deneyimin yapısını tematik, biçimsel ve görsel tekrar süreci yoluyla ilettiği bölümün merkezi savını bilgilendiriyor. Bu, Jacques Lacan’ın ‘Diğer’in yapısındaki bir ‘eksiklik veya boşluk’ olarak tanımladığı şeyle bağlantılı olsa gerek!
Niyetimiz bu meseleye yazının sonunda tekrar dönmek.
Kısacık bir arka plan verelim.
Sinemada, bir yönetmenin çok umut verici bir ilk film yapmasının ve ardından hızla gerçekten başarılı bir işle takip etmesinin keyifli bir deneyim olduğundan daha fazlası yoktur – örneğin, Martin Scorsese’nin “Boxcar Bertha”dan sadece birkaç ay sonra “Mean Streets”i çıkarması gibi, Neil Jordan’ın “Angel”den hemen sonra olağanüstü “The Company of Wolves”e geçişi ve yüzyılın başında, Christopher Nolan’ın düşük bütçeli “Following”den büyüleyici “Memento”ya doğrudan ilerlemesi.
Nolan, Insomni ve Batman Begins ile sinemada kazandığı ivmeyi sürdürdü, ilki bir Norveç filmi olan Hollywood tekrar çekimi, diğeri -tabiri caizse- bir franchise’ın yeniden canlandırılmasıydı.
The Prestige’de, Christopher Priest’in romanından Nolan ve kardeşi Jonathan tarafından yazılan senaryo ile, rakipler geç Viktorya Londra’sında sahne sihirbazlarıdır, Robert Angier (Hugh Jackman), süzme bir Amerikalı ve Alfred Borden (Christian Bale), kaba yontulmuş bir “cockney”.
Cockney, geleneksel olarak Londra’nın “East End” bölgesindeki işçi sınıfı tarafından konuşulan bir İngilizce lehçesi ve bu lehçeyi konuşan insanlara verilen ad.
İlk olarak, onları bir sihirbazın bir kadını iplerle bağlayıp su dolu bir cam kutuya kilitleyen bir numara gerçekleştirirken sahnede yardımcı olmak için seyirci arasına yerleştirilmiş çalışan erkekler olarak birlikte görüyoruz.
Sırada konvansiyonel bir özet var:
Spoiler var aman dikkat!
Christopher Nolan’ın The Prestige filmi, iki sihirbazın rekabetini konu alan, zaman içinde ileri geri sıçrayan karmaşık bir yapıya sahip bir tarihi gerilim. 19. yüzyıl sonlarında Londra’da geçen bu film, Robert Angier (Hugh Jackman) ve Alfred Borden (Christian Bale) adlı iki arkadaş sihirbazın, trajik bir olay sonucu acımasız rakiplere dönüşmelerini anlatıyor. Film, Nolan’ın diğer filmleri gibi, izleyiciyi sürekli şaşırtan ve gizemlerle dolu bir anlatıma sahip.
Film, Christopher Priest’in aynı adlı, 1995 tarihli, ödüllü fantastik romanına dayanmaktadır. Nolan, ilk iki uzun metrajlı filmi “Following” ve “Memento”dan sonra, “Insomnia” ile bir başkasının romanını uyarlamış ve bu deneyimden sonra The Prestige’i uyarlamaya karar vermiş. Romanda ise, iki düşman sihirbazın geçmişte yaşanan olayları anlattığı günlükler aracılığıyla sunuluyor.
Daha önce de yazdık, Nolan, kardeşi Jonathan ile birlikte The Prestige’in senaryosunu yazmak için tam beş yıl harcıyor. Bu sürecin çoğu, romanın tek bir filme nasıl sığdırılacağı problmini çözmekle geçiyor. The Prestige üzerinde çalışmaya Batman Begins öncesinde başlamayı planlamış ancak Batman projesinin hızlanması nedeniyle The Prestige’i iki Batman filmi arasında tamamlıyor.
Film, karakterlerinin obsesyonları, kimlikleri ve aralarındaki rekabet üzerine yoğunlaşıyor. Angier ve Borden arasındaki rekabet, her ikisinin de kimliklerinin doğasını sorgulamasına ve kendilerini rasyonel olmayan şekillerde davranmaya itiyor. Borden’ın hikayesi, gizliliği koruma konusundaki takıntısını yansıtırken, Angier’ın hikayesi, rakibini yenme ve geçmişteki kaybı telafi etme arzusunun bir göstergesi olarak belirginleşiyor.
Film, John Cutter’ın bir sihirbazlık numarasının üç perdesini açıklamasıyla başlıyor. Eş zamanlı olarak Robert Angier’in kendini yok etme numarasını gerçekleştirirken Alfred Borden’ın sahnenin altına gizlice girerek Angier’in bir tankın içinde boğulmakta olduğunu ve yanında kör bir adamın oturduğunu keşfetmesini izliyoruz.
Daha sonra Angier ve Borden’ın Cutter’ın altında sihir yapmak için birlikte çalıştıklarına şahit. Ve bir numara sırasında Angier’in karısı, bağlanıp içine konulduğu su altı tankından kaçamayınca ölüyor. Angier, kadının ölümünden Borden’ı sorumlu tutuyor ve Borden’ı kadının kurtulamayacağı bir düğüm atmakla suçluyor. Bu iki keskin karakter bir şekilde kendi yollarına gidiyor ve herkes kendi sihirbazlık kariyerlerine başliyor. Borden başlangıçta sahnenin bir tarafındaki bir kapıdan çıkarken aynı anda sahnenin diğer tarafındaki başka bir kapıya girdiği bir numara gerçekleştirdiğinden daha göz alıcıdır. Angier bunu nasıl yaptığını anlayamaz ve kendisi de kullanabilmek için nasıl yaptığını bulmayı tek görevi haline getirir.
Angier daha sonra asistanı Olivia’ya Borden’ın numarasını çalması için casusluk yaptırır, ancak Olivia sonunda Borden’a aşık olur ve onun asistanı olur. Sonunda Angier, işlerin tersine dönmesine öfkelenir ve hâlâ karısının ölümünün etkisindedir; Borden’ın günlüğünü almak için Olivia’yı kullanıyor. Daha sonra günlüğün şifreli bir şekilde yazıldığını görüyor ve şifresini çözmek için gerekli bir anahtar kelime olduğunu öğrenince Angier, Olivia ile birlikte çalışan Borden’ın sahne mühendisi Fallon’u öldürmekle tehdit ediyor. Bunun üzerine Fallon ona anahtarı veriyor: TESLA.
Günlüğü deşifre ettikten sonra, mucit Nikola Tesla’yı bulmak için Amerika’ya gitmesi gerektiğini öğrenen Angier, mucidin Borden’ın hilesi için bir makine yaptığına inanmaktadır ve Tesla’nın da kendisi için aynısını yapmasını istemektedir. Fakat Tesla makineyi yaptığını reddeder, ancak Angier için bir tane yapmaya başlamaya isteklidir. Sonuçta nesneleri taşımayan, onları kopyalayan bir makine ortaya çıkar. Tesla, rakibi Thomas Edison tarafından Colorado Spring, Colorado’daki evinden/laboratuvarından kovulur, ancak makineyi Angiers’e kullanmaması, aksine yok etmesi gerektiğini söyleyen bir notla birlikte bırakır.
Londra’ya döndüğünde, Borden’in karısının, bir gün ona aşık olup diğer gün onu hor gören dengesiz kişiliği nedeniyle intihar ettiğini görürüz.
Çalışmanın başında Christopher nolan’ın filmlerinde ölen ya da öldürülen kadınlarla ilgili takıntı düzeyinde bir çokluk olduğunu belirtmiş ve bu konuya değineceğimizi söylemiştik. Ancak şimdi değil.
Daha sonra Borden’ın Olivia’ya aşkını itiraf ettiğini görüyoruz, ancak sonunda Olivia, Angier’lerle arasındaki kan davasının sihirbazın hayatının tek odak noktası olduğunu ve bunun için kalmayacağını gördüğü için Borden’ı terk ediyor.
Angier sonunda Londra’da yeni makinesini gösterir ve numarasına “Gerçek Nakledilen Adam” adını veriyor. Ve sahneden tiyatronun balkonuna ışınlanıyor. Daha sonra Borden’ı açılış sahnesinden gizlice sahne arkasına geçerken görürüyoruz. Angier’i bir tankın içinde boğulurken izliyor ve daha sonra Borden’ı sahnenin altında yakalayıp ve Angier’i öldürdüğü için polise götürüyor. Netice olarak mahkeme tarafından ölüme mahkûm ediliyor.
Bu esnada Cutter, Angier’in hâlâ hayatta olduğunu fark ediyor ve Borden’ın idam edilmesinde onun da parmağı olduğunu anlıyorBu esnada Borden asılıyor. Angier’in tiyatroya girdiğini görürüz, o sırada başka bir adam gelir ve onu vurur, sonra da Borden olduğunu açıklar.
Biliyorum sadece bu kadarı bile bir filmden ziyade diziye yetecek kadar malzeme, karakter ve olay içeriyor. Filmi izleyince senaryo aşamasının neden 5 yıl sürdüğünü anlıyoruz elbette. Buna bir de Nolan’ın neredeyse hiçbir filmini düz bir zaman ilerleyişi ile anlatmadığını eklersek mevzu daha da çetrefilli.
Yani ben size olayları düz bir zaman akışıyla anlattım ama bunlar filmde öyle geçmiyor. Nolan her zaman yaptığı gibi, hikayesini zamanda ileri geri giderek aktarıyor.
Bu sefer farklı bir yöntem deneyelim ve filmi özetlerken merak edeceğiniz kısımlara bölerek ilerleyelim. Böylelikle filmin çözümlemesine büyük katkıda bulunabiliriz.
Önce kahramanlarımızı tanıyalım.
Christian Bale’in canlandırdığı Alfred Borden, tek yumurta ikizi kardeşlerin (klon değil) paylaştığı bir kişilik. Bu sırrı sihirbazlık gösterileri dünyasında üstünlük sağlamak için kullanmakta. Biri Borden’ı oynarken, diğeri de Fallon’un, yani ustanın kişiliğine bürünüyor. Film aslında iki kişi olan bu kardeşlerden film boyunca tek kişi olarak bahsediyor. Borden en büyük sihirbaz olmak istiyor. Bir kaçış numarası için seyirciler arasında bir bitki olarak küçük bir başlangıç da yapıyor hatta. Kaçış sanatçısının ellerini bağlamakla görevlidir.
Hugh Jackman’ın canlandırdığı diğer ana karakter Angier da en büyük sihirbaz olmak istemektedir. Başlangıçta, Borden ve Angier aynı ekibin parçasıdır ve Cutter onlara liderlik etmektedir. Angier, kaçış sanatçısı Julia’nın bacaklarını bağlamaktan sorumlu olan ve bunun için izleyicilerin arasına karışan hiçbir şeyden habersiz katılımcı rolü üstlenmektedir. Ve Julia, Angier’in karısıdır.
Julia nasıl ölüyor?
Borden ve Julia, Borden’ın Julia’nın bileğine atacağı düğümün türü konusunda riskli bir karar alana kadar her şey yolunda gitmektedir. Bu sahnede Julia’nın Borden’a Langford çift düğümünü atması gerektiğini belirten bir işaret verdiğini görüyoruz. Langford çift düğümü ise talihsiz bir şekilde su altında şişiyor ve Julia bileklerini kurtaramıyor. Ve Cutter camı kıramadan boğulup ölüyor.
Acaba Borden, düğümü bilerek mi o halde atmıştır?
Angier film boyunca bu sorunun cevabını arıyor ve Borden’e bunu sorup duruyor.
Filmin gizemlerinden biri de burada karşımıza çıkıyor, Borden hangi düğümü attığını bilemiyor çünkü düğümü atan o değil, ikizidir!
Evet Borden hangi düğüm olduğunu bilmiyor çünkü atan kendimi değildir. Cutter’ın uyarısına rağmen, Borden ikizlerinden biri karmaşık düğümü atarak Julia’yı öldürmüştür. Suçluluk duygusu onu o kadar etkilemiştir ki ya bu anıyı bastırmıştır ya da bunu kabul etmek istememektedir. Her iki durumda da, diğer Borden ikizi rahatsızlığını korumak için rol yapar ve “bilmediğini” iddia eder. Gerçekte, ikizlerden sadece biri bunu biliyor, düğümün değiştirildiği oldukça açık, ancak Borden ikizleri bunu kabul edemiyorlar (ya da kabul etmek istemiyorlar).
Angier – Borden Rekabeti
Julia’nın ölümüyle Angier – Borden rekabetini başlatıyor. Her iki adam da birbirlerinin gösterilerini mahvetmek için kılık değiştirip dururlar. Angier, Borden’ın boş silahına bir kurşun yerleştiriyor ve bu da Borden’ın parmaklarını kaybetmesine neden oluyor. Bu ayrıntıyı ancak kurgu gereği filmin sonunda görebiliyoruz. İşin can yakıcı kısmı ise, ikizinin de aynı rolü oynayabilmek için parmaklarını kesmek zorunda kalmasıdır!
Rekabet gittikçe çirkinleşiyor; Angier ve Cutter yeni bir gösteri dizisine başlamak için yeniden bir araya geliyorlar, ancak Borden işi yine berbat ettiriyor; katlanabilir kuş kafesinin seyircilerden birinin elini kırmasına neden oluyor. Bu da tüm gösteri setinin iptal edilmesini sağlıyor.
Filmin bu andan sonraki kıskında iki sihirbaz bir yandan kendi numaralarını geliştirmeye çabalarken, diğer yandan rakibininkini berbat etmek için ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz.
Bu arada hikayedeki iki önemli kadından biri olan (Diğeri Julia değil, daha hikayeye girmedi) Sarah’tan da bahsetmek gerekiyor.
Bordon ikizlerinden biri Sarah (Rebecca Hall) adında bir kızla tanışır ve aşık olur. İkisinin bir bebekleri olur. Sarah’nın Borden’ı her zaman evlerinde yaşayan kişi değildir. Kocasıyla birlikte olduğu günlerde gerçek bir aşk ile sevildiğini hissetmektedir. Doğal olarak Borden’ın ikizi yanındayken ise açıklayamadığı bir soğukluk hissetmektedir. Bir gün Angier, Bordon’u takip eder ve Angier’den çalınan mutluluğu bir aile ile mutlu bir şekilde yaşadığını fark eder.
Meselenin ikiz boyutunu bilmeyen, (çünkü kocası saçma bir şekilde mesleki hassasiyet uğruna bunu gizlemektedir) Borden’ın kendisinden sakladığı sırlarla mutlu olamayan Sarah, Borden’ın kendisini artık sevmediğini ve aldattığını düşünür bu sebeple içkiye başlar, alkolik olur ve intihar eder.
Yer değiştiren adam illüzyonu!
Her iki sihirbazın da peşinde koştuğu büyük bir numaraları vardır: Yer değiştiren adam!
Bu numarayı önce ikizler, ikiz olmanın avantajını kullanarak yapar. Aslında olay çok basittir: İllüzyon esnasında ikizlerden biri bir kapıdan girer girmez, ikizi diğerinden çıkmaktadır. Olayın ikiz boyutunu bilmeyenler ise bu numaradan acayip etkilenmektedir. En çok da Angier ve Cutter hayrete düşmüştür. Zira Borden’ın bu kadar muhteşem bir numarayı nasıl başardığı hakkında hiçbir fikirleri yoktur. Angier Borden’ın sırrını takıntı haline getirmeye başlar ve kararını verir; bu gösteriyi ezeli rakibinden mutlaka çalmalıdır!
Nedir bu Prestij?
Tam bu noktada filme ismini veren Prestij’in filmde hangi anlamda kullanıldığını bilmek gerekiyor.
Kitap, dolayısıyla film, sihirbazlık ve illüzyon dünyasıyla ilgili bir terim olan “prestige” kelimesini kullanıyor.
Sihirbazlıkta, bir numaranın üç temel bölümü vardır: “The Pledge” (Söz), “The Turn” (Dönüş) ve “The Prestige” (Gösteriş). Filmde bu terimler, hikâyenin ana yapısını ve temalarını belirlemek için tercih ediliyor.
Bölümlere kısaca bakacak olursak;
The Pledge (Söz): Sihirbaz seyirciye sıradan bir şey gösterir, ancak bu şey aslında sıradan değildir. Aynı zamanda bir vaat içermektedir.
The Turn (Dönüş): Sihirbaz bu sıradan şeyi olağandışı bir hale getirir, örneğin bir şeyi kaybolur ya da dönüştürür. Ancak bu bölüm tek başına yeterli değildir; seyirci sırrı çözmeye çalışır ve daha fazlasını görmek ister. Esas hayret verici hamle üçüncü aşama olmalıdır.
The Prestige (Gösteriş): Numaranın son ve en önemli bölümüdür. Burada, seyirciye kaybolan şeyin geri getirildiği ya da dönüşümün sonucunun şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıktığı gösterilir. Bu, seyirciyi şaşırtan ve hayran bırakan bölümdür.
Film, bu terimleri sadece sihir numaralarının yapısını açıklamak için değil, aynı zamanda karakterlerin hikayelerini, rekabetlerini ve kişisel yolculuklarını anlatmak için de kullanır. Kavram filmde sadece bir sihir numarasının sonucu hakkında değildir, karakterlerin tutkularının, sırlarının ve fedakarlıklarının sonucunu da temsil etmektedir.
Devam edelim ve filmin iki kadın baş karakterinden diğeri olan Olivia’ya bakalım.
Scarlett Johansson tarafından canlandırılan Olivia, Angier’in yanına yerleştirilen bir casustur. Asistan olarak işe başlar. Ancak bir süre sonra Angier’den hoşlanmaya başlar ve ona âşık olur. Ancak Angier’in Borden’ın numarasına olan takıntısı onu duygulara karşı onu kör kütük etmiştir, gözü intikamdan başka bir şey görmemektedir.
Aslında tam işin iç yüzünü açıklayıp Angier’den yana olmayı düşünürken, aşkına karşılık görememesi aşkını öfkeye dönüştürür ve kırık kalbinin acısıyla Borden’dan taraf olmaya devam eder. Bu esnada ikizlerden hangisidir bilemeyiz ama birisi (Birisi Sarah ile evlidir zira) Olivia’ya aşık olur. Olivia ayrıca Borden’a, Angier’in dublörünü oynadığını tespit etmiş ve onun numarasının tüm iç yüzünü Borden’e anlatmıştır.
Rekabet, kahramanların içindeki şeytanı inanılmaz büyütmüştür ve Borden şeytani bir plan yapar.
Şifresi TESLA olan bir çakma günlük tutar ve bu sahte günlüğü Olivia’ya verir, hedef bellidir, Angier’in bu günlükle uğraşmasını sağlamak. Angier yemi yutmuştur. Ancak şifreyi çözemediği için tek çözüm olarak Borden’ı kaçırması gerektiğini düşünür. Bu planda Cutter (M. Caine) ona yardım eder ve şifreyi alırlar.
Netice itibarıyla yemi yutan Angier kendisine kurulan tuzak neticesinde Amerika’ya kadar gidecektir. Plan bellidir; bu esnada rakipsiz kalan Borden, “Yer değiştiren adam” numarasıyla İngiltere’de büyük sükse yapacaktır.
Ancak kaderin de başka planı vardır.
Angier ile görüşen Tesla, günlükte bahsi geçen şekilde bir makinayı hiçbir zaman tasarlamadığını söyler. Angier tam yıkılmışken Tesla, her şeyi ters yüz edecek bir teklifte bulunur: Evet o güne kadar böyle bir mekanizma yapmamıştır ama daha iyisini yapabilecektir!
Borden’un şeytani zekasına karşı, şansına bakın ki, Alternatif Akım’ın babası ve parlak bir bilim adamı olan Tesla da bir yandan Edison’un ahlaksız ve acımasız rekabetiyle boğuşurken, diğer yandan Angier için bir makine yapmaya başlar.
Ancak, bu icat Borden’in numarasından çok daha korkutucudur. Makine ikizle filan çalışmaz, hatta ışınlama filan da yoktur. Her numarada sihirbazın bir klonunu üretmektedir! Esasen bu neticeyi bizzat Tesla bile tahmin edememiştir.
İşte tam bu noktada filmin açılış sekasındaki şapka çöplüğünün anlamı ortaya çıkar. Bunlar öldürülen klon sihirbazların şapkalarıdır.
Angier makineyi kendi üzerinde kullanır, sonucun cihazın dışında ortaya çıkan bir klon olacağını bilmektedir; Angier bu sonuç için yanında bir silah bulundurur. Klon ortaya çıkar çıkmaz Angier onu öldürmektedir.
Angier Yer değiştiren Adam illüzyonunu şu şekilde kurgular:
Angier makineyi açacak ve içine girecektir.
Klon, oditoryumun arka tarafındaki cihazdan 50 metre uzakta oluşturulur.
Sahnede makinenin altında bir tuzak kapısı açılacak ve klon aşağı düşecektir.
Aşağıda onu kilitleyecek bir su tankı vardır; Angier ölecektir.
Klon, gösterinin üçüncü bölümü olan prestiji tamamlamak için ortaya çıkacaktır.
Bir sonraki gösteride, klon makineye girmek için sahneye çıkacak ve ardından ölecek, bir sonraki klon ise prestiji alacak… Ve bu böyle devam edecektir.
Hedefe ulaşmak için her yol…
Angier’in gayesi seyircilerinin yüzündeki o şaşkın ifadeyi görmektir. Mesleki hırs onu öylesi bir noktaya taşımıştır ki, bir noktadan sonra artık geri dönülmez bir eşiğe gelmiştir. Ve sırf muhteşem bir gösteri sunabilmek için her gün kendini korkunç bir ölüme feda etmeye hazır hale gelmiştir. Angier’in mantığına göre, kendi tekrarlanan ölümünü planladığı için yaptıkları çok da kötü bir şey değildir. Hatta tam tersi aslında, kendini bu şekilde feda ettiği için sıradan bir insanın ötesindedir. Ancak Angier, Borden’ın kızının peşine düşerek çizgiyi daha da aşacaktır!
Toparlayacak olursak; esasen her iki kahraman da hem çevrelerine hem de kendilerine karşı kötüdür.
Angier’in karısı öldükten sonra, intikam duygusu ve başarı arayışı, masum bir adamı ölüm hücresine koymak ve kızının velayetini almak gibi aşırı adımlar atmasına izin vermiştir.
Borden’lar tek bir hayatı paylaşan ikizler oldukları gerçeğini gizlemeyi seçmiştir. Ve filmin iki baş kahraman kadını da duygusal olarak çok acı çeker. Biri intihara sürüklenirken, diğeri kendini çekmeyi başarır. Çoğu izleyici iyi adam Borden’ın kötü adam Angier’i öldürdükten sonra kızını alıp gittiği sonucuna varsa da durum o kadar basit değildir. Her ikisi de pervasızdır ve kendilerini her şeyin ve herkesin önüne koymuştur. Mesleki rekabetlerinin hayatlarını, daha da önemlisi onları seven insanların hayatlarını mahvetmesine izin verirler!
Biraz uzun oldu ama filmin ayrıntılı hikayesi böyle.
Karakterleri bir kez daha toparlayarak hatırladıktan sonra analizlere geçelim.
Bu gerekli zira film, yalnızca hikaye anlatımı ve görsel stil açısından değil, aynı zamanda karmaşık karakterleriyle de öne çıkan bir yapıya sahip. Ve bu karakterlerin motivasyonları, kişisel gelişimleri ve birbirleriyle olan etkileşimleri, filmin temelini oluşturur.
Robert Angier ve Alfred Borden, The Prestige’in merkezinde yer alan iki rakip sihirbaz. Her ikisi de sanatlarını mükemmelleştirmek için mücadele ederken, bu süreçte kendi içsel çatışmalarıyla da yüzleşmek zorunda kalmıştır.
Angier, kariyerine bir trajediyle başlar ve bu onun tüm hayatını şekillendirir. Karısının ölümünden Borden’ı sorumlu tutar ve bu, onun hırsını ve intikam arzusunu körükler. Angier’in karakteri, takıntı, kıskançlık ve üstünlük arzusu gibi temalarla derinlemesine işleniyor. Performansı ve sahne kişiliği, izleyiciyi etkileme çabası, onun kişisel çatışmalarını ve zaaflarını ortaya koyuyor.
Borden ise daha pragmatik ve bir yönüyle de teknik bir sihirbazdır. Kendine özgü numaraları ve sahne arkasındaki sırlarıyla tanınır. Ancak Borden’ın en büyük sırrı, karakterinin merkezinde yatar, ikizini kendi eşinden bile saklar. Kendi kimliğini ve özel hayatını, sahne sanatı için adeta feda eder. Nolan filminde Borden’ın karakterini, fedakarlık, kimlik ve sanatın kişisel hayata etkileri gibi temalar üzerinden ele alır.
Caine’nin canlandırdığı Cutter ise, filmin akıl hocası ve moral pusulasıdır. Angier ve Borden arasındaki rekabeti dışarıdan gözlemleyen Cutter, hikayenin daha geniş perspektifini sunar ve karakterlerin eylemlerinin sonuçlarını vurgular.
Hikâyeye sonradan dahil olan Scarlett Johanson’un canlandırdığı Olivia da, hem Angier hem de Borden ile ilişkisi olan bir karakter. Onun bu iki ana karakterle olan etkileşimleri, rekabetin kişisel boyutunu ve duygusal etkilerini gözler önüne seriyor.
Ve çok renkli bir karakter ki onu aynı derecede renkli bir isim David Bowie canlandırır, Nikola Tesla. Onun bilimsel dehası ve Angier ile etkileşimi, filmdeki bilim ve sihir arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmak için kullanılıyor.
Film boyunca, karakterlerin kişisel gelişimleri ve birbirleriyle olan etkileşimleri önemli bir rol oynuyor. Angier ve Borden arasındaki rekabet, her iki karakterin de kendilerini ve birbirlerini yeniden keşfetmelerine yol açarken, Cutter’ın, Angier ve Borden’ın eylemlerine yönelik yorumları, izleyicinin hikayeyi daha geniş bir bağlamda anlamasına yardımcı oluyor. Olivia’nın karakteri ise, rekabetin ne kadar ileri gidebileceğinin ve bunun ilişkiler üzerindeki etkisinin bir göstergesi.
The Prestige’deki karakterlerin motivasyonları, kişilik özellikleri ve birbirleriyle olan etkileşimleri, filmi sadece görsel bir şölen olmaktan öteye taşıyarak, izleyicilere zengin ve katmanlı bir deneyim sunuyor. Nolan, bu karakterleri ustalıkla inşa etmiş ve performansları, filmi modern sinemanın unutulmaz eserlerinden biri haline getirmiştir.
Christopher Nolan’ın The Prestige filmi, sadece hikayesiyle değil, aynı zamanda karmaşık anlatı yapısı ve hikâye anlatım teknikleriyle de dikkat çekiyor. Nolan, doğrusal olmayan bir anlatım biçimi kullanarak seyirciyi sürekli olarak şaşırtıyor ve böylelikle hikayedeki gizem dozu sürekli artıyor.
Filmde doğrusal olmayan anlatım, hikâyenin zaman çizelgesini parçalarına ayırıyor ve bu parçaları yeniden düzenleyerek seyirciye sunuyor. Bu yaklaşım, film boyunca bir gizemi koruduğu gibi, izleyiciyi sürekli olarak tahmin yapmaya teşvik ediyor. Film, geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip geliyor, bu yapı da izleyicinin hikâyenin tamamını anlamasını zorlaştırırken, filmi daha dikkatli ve belki birkaç kez izlemesini gerektiriyor.
Sembolizm şöleni
Nolan, çeşitli sembol ve motifler kullanarak öyküsünün derinliğini ve temalarını güçlendirdiği aşikardır. Misal, filmdeki kuşlar, sihirbazların numaralarında kullanıldığı gibi, hile ve saklı gerçeklerin sembolü olarak işlev görüyor. Ayrıca, filmdeki sihir numaralarının yapısal özelliklerini (pledge, turn, prestige – söz, dönüş, gösteriş) hikâyenin kendisine uygulayarak, film yapısının kendisini bir tür sihirbazlık gösterisine dönüştürüyor.
Filmdeki kuşlar bir yönüyle de Angier ve Borden’in kariyerlerindeki yükselişleri ve düşüşleri temsil ediyor. Kuşun kafes içinde kaybolması ve daha sonra yeniden ortaya çıkması, karakterlerin yaşadığı değişimleri ve kendilerini yeniden keşfetmelerini simgelemektedir. Ayrıca, bu numara sırasında kuşun ölümü, karakterlerin takıntıları ve hırsı uğruna yaptıkları fedakarlıkları ve ödemeleri gereken bedelleri temsil ediyor.
Nolan’ın kullandığı bu anlatım teknikleri, The Prestige’i sıradan bir hikayeden çok daha karmaşık ve katmanlı bir esere dönüştürüyor. Seyirci, filmi izlerken sadece hikayeyi takip etmekle kalmaz, aynı zamanda karakterlerin motivasyonlarını ve hikayenin altında yatan daha derin anlamları da çözmeye çalışır. Bu yaklaşım, filmi izleyiciler için daha etkileyici ve düşündürücü bir deneyime dönüştürür.
Bu enteresan filmdeki anlatı yapısı ve hikaye anlatım teknikleri, filmi sadece bir görsel şölen olmaktan çıkarıp, izleyicileri zihinsel olarak meşgul eden, düşündüren ve sorgulatan bir sanat eserine dönüştürüyor. Nolan, bu teknikleri ustalıkla kullanarak, seyirciyi sürekli olarak merak içinde tutup ve filmi sonuna kadar izlemeye teşvik ediyor. The Prestige’in bu yönleri, onu sadece bir eğlence kaynağı olmaktan öte, sinema sanatının derinliklerine dalmak isteyenler için bir başyapıt haline getiriyor.
Marazi karakterler ve takıntılar Nolan’ın filmini harekete geçiren temel güçlerden bazıları. Karakterlerin bu takıntıları, onları büyük fedakarlıklar yapmaya ve sonunda kendilerini ve sevdiklerini yok edecek yollara sürüklüyor.
En belirgin takıntı; Angier ve Borden’ın sihirbazlık alanında üstün gelme takıntısı, onların hayatlarını ve kararlarını şekillendirmesi. Bu takıntı, her iki karakterin de ahlaki sınırları zorlamasına ve etik olmayan yollara başvurmasına neden oluyor.
Öte yandan karakterlerin kariyerlerini ve sanatlarını ilerletmek için yaptıkları fedakarlıklar, filmde merkezi bir tema oluşturuyor. Angier’in seyirci karşısında alkışlanmak için yaptığı fedakarlıklar ve Borden’ın gizli kimliğini korumak adına yaptığı kişisel fedakarlıklar, filmde dikkat çekici bir şekilde işleniyor.
Belirsizleşen eşikler!
Christopher Nolan, The Prestige’de karakterlerin eylemlerinin ahlaki yönleri hakkında da derin bir tartışma sunuyor esasen. Özellikle teknoloji ve bilimin kullanımını etik bağlamda iyiden iyiye ele alıyor. Tesla’nın makinesinin keşfi ve kullanımı, filmde ahlaki belirsizlikleri ortaya çıkarır. Karakterlerin bu teknolojiyi nasıl ve ne amaçla kullandıkları, filmde etik soruları gündeme getiriyor.
İşin bir de muhatabı, yani izleyiciyi ilgilendiren boyutu var. Filmin baş karakterlerin aldıkları kararlar ve bu kararların sonuçları, izleyicilerin ahlaki değer yargılarına meydan okurken, Angier ve Borden’ın rekabeti, her iki karakterin de ahlaken tartışmalı seçimler yapmasına neden oluyor.
Tüm bu derinlikler The Prestige’i sadece bir eğlence kaynağı olmanın ötesine geçirerek, izleyicileri düşünmeye ve tartışmaya teşvik ediyor. Film, sanatın, bilimin ve kişisel hırsların getirdiği ahlaki ve etik sorunları seyirciye sunarak, onları bu konular üzerine düşünmeye zorluyor. Açıkçası sinemada çok bık rastladığımız bir durum değildir bu!
Hasılı kelam; film takıntı (isterseniz daha sert şekilde “saplantı” ya da daha naif bir şekilde “Tutku” da diyebilirsiniz) ve fedakarlık ile ahlaki belirsizlikler gibi temaları ustalıkla işleyerek, seyircilerine unutulmaz bir sinematik deneyim sunuyor.
Evet The Prestige’in ana karakterler Robert Angier ve Alfred Borden, en iyi sihirbaz olma konusunda yoğun bir saplantıya sahip. Bu saplantı, onları ahlaken sorgulanabilir aşırı eylemlere yönlendiriyor. Angier için bu saplantı, Borden’ı yenmek için her gece kendini boğulmuş halde bulmak kadar derin zira bu durum karısının ölümüne duyduğu çözülmemiş acı ve suçluluk duygularını yansıtıyor.
Saplantı, Angier’in yanı sıra (her ne kadar ön planda olmasa da) Tesla’yı da etkiliyor. Ancak Tesla, saplantının yıkıcı doğasını tanıyarak Angier’i taşıma makinesi projesini bırakmaya çağırıyor.
Film, genellikle kendilerini gizleyen veya başka biri gibi davranan karakterleri aracılığıyla kimlik temasını araştırırken, nihai entrikalar, kişisel hedeflere uygun kimlik ve benliğin karmaşık bir şekilde manipüle edilmesini, aldatmanın etik sonuçlarını vurguluyor. Angier ve Borden arasındaki rekabet, anlatının merkezinde yer alıyor ve saplantılı davranışları tetikleyip, kimliğin sınırlarını zorluyor. Bu rekabet, inanılmaz sihir gösterilerine yol açarken, aynı zamanda ölüm ve duygusal acı gibi trajik sonuçlara da yol açıyor.
Film ayrıca, daha önce söylediğimiz gibi, Tesla ve Edison arasındaki tarihi rekabeti de ele alıyor. Ana karakterlerin çatışmasına paralel olarak rekabetin hem olumlu yeniliklere hem de ahlaken nötr bir biçimde olumsuz sonuçlara yol açabileceğini öne sürüyor.
Sonuç olarak, “Prestige”, iki rakip sihirbazın anlatısını kullanarak derin etik mevzulara gözü kara bir şekilde dalıyor. Karakterlerin başarı ve üstünlük peşinde koşarken, genellikle kendi ve başkalarının iyiliğinin pahasına giden acımasız çabaları, gurur ve güç arayışının yozlaştırıcı etkisi hakkında uyarıcı bir hikaye olarak işlev görüyor.
Borden karakteri, diğerlerinin zararına giden sırları saklama etik ikilemini gösterirken, özellikle ikiz kardeşinin gizli kimliğini saklayarak karısı Sarah’ın duygusal sıkıntısına ve sonunda intiharına yol açıyor.
Nolan’ın bu temaları derinlemesine işlemesi, filmin sadece görsel ve anlatısal bir başarı olmasının ötesinde, aynı zamanda zengin ve düşündürücü bir eser olmasını sağlıyor. Bu temalar, “The Prestige”in modern sinema tarihindeki yerini sağlamlaştırıyor ve filmi sadece bir görsel şölen olmaktan çok daha fazlası haline getiriyor.
Devam edeceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***