Uluslararası ceza hukukçusu ve insan hakları savunucusu Dr. Gökhan Güneş, AİHM’nin Türkiye’yi mahkum ettiği ‘Yüksel Yalçınkaya’ kararıyla ilgli önemli paylaşım ve tespitlerde bulundu. Rejim yargısının bilinçli olarak ‘ilk düğmeyi yanlış iliklediğini’ belirten Güneş, gelinen noktada AİHM’nin Türkiye’de yaşanan ‘sistematik hukuk katliamlarını’ bütün dünyaya ifşa ettiğini kaydetti.
AİHM’nin Türkiye’ye hukuka dönmesi için önemli bir fırsat sunduğunu anlatan Gökhan Güneş’in konuyla ilgili görüşleri şöyle:
İLK DÜĞMENİN YANLIŞ İLİKLENMESİ VE YALÇINKAYA KARARI
AİHM, Yalçınkaya kararında özellikle 7. maddeden verdiği ihlal kararıyla 7 yıldır verilen kararlardaki hukuk garabetini de gözler önüne serdi. Yalçınkaya’da bu hukuk düzenin üzerine inşa edildiği hukuksuz kararlara da elbette bolca atıf vardı.
Hangi kararlar mı?
Yargıtay 16. CD’nin verip Ceza Genel Kurulu’nun onadığı ve rejim yargısının sorgusuz kabul edip bu düzenin üzerine inşa edildiği o ilk hukuksuz kararlar! AİHM’in 7. maddeden verdiği ihlal gerekçeleri elbette ve ilk olarak bu kararlarda mevcuttu. Zira ilk düğme de bu fecaat kararlarla yanlış iliklenmişti.
Bunlardan 16. CD’nin verdiği karara göre cezalandırılan iki hâkim; “özel statüleri, eğitim düzeyleri ve meslekleri sırasında edindikleri bilgileri ” göz önünde bulundurularak nihai amaç kabul edilen “darbe teşebbüsünü” bilebilecekleri kabul edilerek cezalandırılmışlardı (P.164).
Ancak, ne ilginçtir ki bu kişiler darbe teşebbüsünde 1,5 yıl önce tutuklanmışlardı! Karar tam da AİHM’in Yalçınkaya kararının 264. paragrafında (görsel) yer verdiği varsayımlarla verilmişti. Zira nihai amacı bildiklerine ilişkin bir delil yoktu ama Yargıtay bu kişilerin darbe teşebbüsünü bilebileceklerini varsaymıştı.
Tıpkı daha sonra on binlerce kişi için de aynı varsayımda bulundukları gibi!
Oysaki nihai amacı bildiği her türlü şüpheden uzak şekilde ispat edilemeyen bir kişinin cezalandırılabilmesi mümkün değildi! Fakat Yargıtay’ın acelesi vardı ve cezalandırmayı planladıkları yüz binlerce kişi için öncü bir karar lazımdı ve bu kararın da “kutsal metin” gibi kabul görmesi gerekiyordu.
Hatta bunun için Yargıtay, yargılaması başlayan bir dosyaya emsali görülmedik şekilde 1,5 yıl sonra gerçekleşen 15 Temmuz olaylarını bile eklemişti. Çünkü bu sayede bir insan grubu rahatlıkla “şeytanlaştırılacak” ve itiraz eden herkese de “250 şehidin hesabını sormayalım mı denilecekti!”
İşte ilk düğme böyle yanlış iliklendi ve tam 122 bin 904 kişi aynı varsayım ve faraziyelerle cezalandırıldı.
Peki AİHM buna ne dedi; örgüt üyeliğinin unsurlarının gerçekleştiği araştırılmadan otomatik cezalandırma yoluna yoluna gidilmesinin sanıklara etkili bir cezai sorumluluk yüklemiştir ve bu durum ne suçun maddi unsuru olan hiyerarşik yapıya dahil olma ne de manevi unsur olan suçun özüyle bağdaşmaz! (P. 264).
16. Ceza Dairesi faraziyelerle suçun manevi unsurunun sanıklar için gerçekleştiğini söyler de Ceza Genel Kurulu durur mu?
Tabi ki durmaz!
Zira bir de suçun maddi unsuru vardı ve bu eksikliği varsayımlarla giderme görevi Ceza Genel Kuruluna verilmişti. Ancak küçük bir problem daha vardı! Zira dosya da sanıkların maddi unsur kabul edilen hiyerarşik yapıya dahil olduklarına ilişkin hiçbir delil yoktu. O zaman ne yapılmalıydı? Tabi ki tüm dosyalarda yapılan!
Peki neydi o?
Bylock’u suçun unsurları yerine ikame etmek ve olmayan maddi unsuru Bylock’la tamamlamak! (P. 165). Peki AİHM ne bu ikame olayına ne dedi? ByLock kullanımının, isnat edilen suçun fiili unsurunun bir parçası olmamasına rağmen, ulusal mahkemelerin uygulamada sadece ByLock kullanımını bilerek ve isteyerek silahlı bir terör örgütüne üye olmakla eşdeğer tutmaları 7. maddenin ihlali sebebidir! (P.267)
Evet, aslında yapılan ilk düğmenin yanlış iliklenmesiydi, bu bilinçli kötülükten sonra on binlerce kişi AİHM’in ihlal gerekçelerinde belirttiği hususlarla haksız yere cezalandırıldı. AİHM bu yargı pratiğini çok iyi bildiği için sistemik bir problemden bahsedip, sadece önündeki 8 binden fazla dosyada değil, yüz binden fazla dosyada da mevcut olan bu sorunun çözümünü istedi.
Kısaca, 122 bin 904 kişi haklarında suçun unsurlarının varlığı dahi araştırılmadan otomatik olarak cezalandırıldı. Suçun unsurlarını araştırma gereği duymadılar, çünkü biliyorlardı ki ortada ne bir silahlı örgüt ne de bu örgütün üyeleri vardı.
Gülen Hareketi mensubu herkesin “terörist!” kabul edildiği bu yargı pratiği ve cinayetinin hukuki bir izahı olmadığı gibi dünyada örneği de yoktu.
İşte Yalçınkaya kararı, herkesin bildiği bu sırrı tüm dünyaya ifşa etti ve 7 yıldır Türkiye’de Engizisyon mahkemelerinden daha beter yargılamalarla insanların hayatlarının karartıldığının resmi belgesi oldu.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***