Türkiye’de azalan toplumsal ve kişisel hak ve özgürlükler, ağır baskı altında bulunuyor. Uluslararası sözleşmelere, mahkemelere ve yüksek yargı kararlarına uyulmayan bir ülkeyiz.
TBMM, iktidarın işlevsizleştirdiği bir kurum haline geldi. Medyanın çok büyük kısmı iktidarın elinde ve baskı altında, sivil toplum ve meslek örgütleri baskı altında , bunun için sadece Barolara yapılan baskıya bakmak yeterli.
Gezi davası sonuçlandı. Dünya tarihine geçen yanlış ve haksız bir karar çıktı. Bu karara, Türkiye sanki bir hukuk devletiymiş , kuvvetler ayrılığı varmış, yargı bağımsız ve tarafsızmış gibi şaşıranlar oldu! Anlamak mümkün değil!
Aslında birkaç hafta içinde olan bitene bakmak, Sivas , Anter , Vartinis zaman aşımı davalarına , HDP davasına , Demirtaş , Kobane davalarına , Pınar Selek davasına , gazeteci Merdan Yanardağ ve Barış Pehlivan davalarına bakmak yeterli. Altın Portakal rezaletini de unutmayalım! Günden güne, otoriterliğin arttığına, minimize olmuş hak ve özgürlüklerin kaybolduğuna, seküler yaşam müdahalelerine tanık oluyoruz. Türkiye ilan edilmemiş düşük dozlu bir “takriri sükun” ile yönetiliyor. Önemli farkı idam yok! Sürekli susturuluyorsunuz.
HUKUK NİTELİKSEL BİR DEĞİŞİME UĞRADI
Türkiye’de olağanüstü bir rejim ve rejime uygun bir devlet bulunuyor. Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) denilen otoriter rejimde, hukuk sistemi ve adalet mekanizması niteliksel bir değişime uğradı. Bunun farkına varmalıyız..
Ülkenin hukuk sistemi, tüm organlarıyla, hakim ve savcılarının çoğunluğuyla , doğrudan doğruya siyasal bir işlev görüyor, otoriter devletin aygıtı gibi çalışıyor, olağanüstü rejimin isteklerini yerine getiriyor. Hukuk aygıtı, kolluk görevi gibi çalışıyor. Yargı mensupları militanlaştı, partili yargı mensupları talimatları iktidardan alıyor.
Nazi Almanya’sında hakimlerin arkasındaki duvarda, “Führer emreder, biz yerine getiririz” yazardı.
Hakim ve savcı olabilmek, mevcut sistemde kalabilmek, rejime bağlılık üzerinden yürüyor.
Böyle bir ülkede, hukuk kuralları ve adalet mekanizması işlemez. Keyfilik egemendir. Mesele artık kuralların çiğnenmesi değildir, rejimin kendi işleyiş kurallarını koymasıdır, hukuk değişmiştir, hukukun üstünlüğü yoktur , hukuk sınır koyamaz olmuştur. Ülkenin adliye kolu, devletin egemen aygıtı gibi işlemeye başlar. İşleyiş kuralları, otoriter rejimin iradesine göre belirlenir. Türkiye’de yaşadığımız budur.
YARI LAİK BİR ÜLKE
Anayasada ülkenin “laik” olduğu yazmaktadır. Ancak yapılan düzenlemelerle Türkiye, 100. yılında, yarı laik bir İslam Cumhuriyeti olmuştur. Hukuk sistemi ve din işleri siyasal rejime göre şekillenmiştir. Rejim kendine bağlı bir hukuk istemi oluşturmuş , Diyanet İşleri Başkanlığı da rejimin merkezine oturmuştur.
Yeni Anayasa tartışmaları bu sürecin devamı niteliğindedir. Yeni Anayasa ile tüm bu mekanizmalar ve süreçler kalıcılaştırılmaya çalışılıp perçinleştirilecektir. Olağanüstü rejim ve devlet, için sınırsız bir iktidar uygulaması istenmektedir.
YEREL SEÇİMLERLE KAPI EŞİĞİ KAPANABİLİR.
Bu nedenle yıllardır, “ ittifaksız çıkış yolu yok , otokrasiden ancak ittifakla çıkılır” dedik. Ancak muhalefetin böyle bir idrakten yoksun olduğunu, otokrasiden demokrasiye geçiş için gerekli ittifakı hedeflemediğini, Mayıs yenilgileriyle anlamış bulunuyoruz. Seçim odaklı bir ittifak projesi yapıldı ve dağıldı, bu kadar.
Ülke; yönünü tayin edemeyen bir otokratik iktidarla, türlü yanlışlara savrularak , kişiye özel bir şekilde yönetiliyor. Acı olan, yolunu şaşırmış bir muhalefetle de karşı karşıya olmamız. Yolunu şaşırmış bir muhalefet te ‘kişilere özel’ bir şekilde yönetiliyor.
Muhalefet yerel seçimlere, hedefsiz, çok dağınık bir şekilde yol alıyor. Yerel seçimleri muhalefetin kazanmasının, otokrasinin geriletilmesi , demokrasinin geri gelmesi için kapının aralanması anlamına geldiğini , yerel seçim başarısı ile kapı ile eşik arasına bir ayak konulabileceğini defalarca yazdım, söyledim. Ankara ve İstanbul dahil büyükşehirlerin çoğunluğu kaybedilirse, bu eşikte kapanacak.
TOPLUMSAL BÜNYE BİR DEĞİŞ TOKUŞ MEKANIDIR.
Kolektif bir korku salgını içindeyiz . Korku pandemisi yaşıyoruz. Toplumsal bünyenin kaygıları, servis edilen korku ve sevinçlerle şekillenir, bunlar, algıları , bekleyişleri ve davranışları belirler. Kolektif korkular otokratik rejimin beklentilerinin yerine getirilmesine katkıda bulunur. Toplumu korku psikozuna girmesi medya eliyle olmaktadır, korku ve sevinçle toplumun kolektif bilincine etkilenmeye çalışılır.
Toplumsal bünye bir değiş tokuş mekanıdır. Ankara’daki son bombalama olayı korku salgınının artmasına hizmet eder niteliktedir. İktidarın olabildiğince görmezden geldiği kadın voleybol takımının başarısı üzerinden, bilhassa seküler kesimlerde genişleyen sevinç/güven duygusunun, terör saldırısı ile korku kaygısına dönüşümü beklenebilir. Güven/ sevinç, korku ile değiş tokuşa girebilir. Ülkemiz bu alanda zengin deneyime sahiptir.
ASIL MESELE..
Yola çığ düşmüş durumda , yol kapalı , yolu açmak için mevsimin dönmesini , karın erimesini mi bekleyeceğiz, -ki bu, ölümü göze almak , ölümü beklemek demektir, yoksa elde kazma kürek çalışarak, çığı aşacak mıyız? Asıl mesele bu..
Ali Bilge: İktisatçı-Gazeteci
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***