Yeni Zelandalı iktisatçı Alban William Phillips tarafından İngiltere ekonomisi üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda geliştirilen Phillips Eğrisi Hipotezi[i], enflasyonla işsizlik arasında ters yönlü ilişki olduğunu ortaya koyar (Phillips’in yukarıda değinilen araştırmasında dikey eksende enflasyon değil ücretlerin değişim oranı yer alır. Zaman içinde bu hipotezi geliştirenler dikey eksene enflasyon oranını yerleştirmişler ve hipotez bu şekli almıştır.) Bu ilişkiyi şöyle bir şekil üzerinde göstermek mümkündür.
Phillips Eğrisi Hipotezine göre; enflasyon e1’den e2’ye düştüğünde işsizlik oranı da i1’den i2’ye yükselir.
Phillips Eğrisi Hipotezi’nin dayandığı mantığa göre işsizliği azaltmanın yolu talebi canlandırmaktan geçer. Talebi canlandıracak kamu harcamalarının artırılması ya da aynı sonucu verecek olan vergi indirimleriyle yükselen talebe kıza sürede arzın uyum sağlayamaması sonucu enflasyon artışa geçer. Artan talebe yanıt verebilmek için üretimde artış başlar. Üretim artışı istihdam artışına yani işsizlikte azalmaya yol açar. Böylece enflasyon yükselirken işsizlik azalır. Bir süre sonra hükümet enflasyonda ortaya çıkan artışı sorun olarak görmeye başlar ve frenlemek için kamu harcamalarını kısar, vergileri artırır. Bu da bu kez enflasyonun düşmesine yol açarken talep daralmasına ve üretimde gerilemeye yol açar. Üretimdeki gerileme işyerlerinin istihdam azaltmalarına yani işsizliğin artmasına neden olur.
Aşağıda iki gelişmiş (ABD ve Almanya) ve iki de gelişme yolunda (Rusya ve Türkiye) ülkenin Küresel Kriz sonrasında oluşan Phillips Eğrisi grafikleri yer alıyor (Grafikler, IMF; World Economic Outlook Database, October 2020’de yer alan veriler kullanılarak tarafımdan çizilmiştir.)
Bu grafiklere baktığımızda Almanya dışında bütün ülkelerde Phillips Eğrisi’nin hipotezdeki görünüme uymadığı hatta tam tersi olduğu görülüyor. Almanya’da da neredeyse düz çizgi söz konusu olduğu için orada da uyumsuzluk olduğunu söyleyebiliriz.
Bu çarpıcı sonuçlara bakanlar çoğu aynı yanılgı içine düşerek ekonomi biliminin hipotez, teori hatta yasalarının anlamını yitirdiğini öne sürerler. Bu doğru bir akıl yürütme değil. Ekonomi bilimi, istediği kadar matematikle desteklensin, sonuçta içinde insanı, duyguları, krizleri barındıran bir sosyal bilim. Büyük ölçüde egemen ideolojiden, toplumların farklı yapısından, insanların düşüncelerinden etkileniyor. Zaman değişiyor, anlayışlar değişiyor, insanların yaklaşımları da değişiyor. Krizler çıkıyor ve bu krizler mevcut yapıları değiştiriyor. Paradigma değişiyor (sermaye hareketlerinin serbest kalması, küreselleşme) yine pek çok şey değişiyor.
Sermaye hareketlerinin serbest kalması, küreselleşme denilen olgunun temel taşıdır. O güne kadar olan ekonomik yapıyı kökünden değiştirmiştir. Eskiden her ekonomi o ülke içindeki düzene göre biçimlenirdi. Dış dünyadan etkilenme oldukça sınırlıydı. Oysa sermaye hareketleri serbest kalınca bütün dünya, en azından finansal alanda, tek bir piyasa haline geldi. Bu çerçevede mesela ABD ve Almanya gibi parası rezerv ara niteliğinde olan ekonomiler para basınca bu paraların çoğu, sermaye hareketlerinin serbestliğinden yararlanıp, daha yüksek getiri öneren ülkelere gidiyor. O nedenle de ABD ve Almanya’da işsizlik düşüyor ama enflasyon oluşmuyor. Buna karşılık Rusya ve Türkiye gibi parası rezerv para olmayan ülkeler ise yine sermaye hareketlerinin serbestliği sonucu yüksek getiri vererek rezerv paraları ülkelerine çekiyorlar. Bunun sonucu olarak bu ülkelerde işsizlik ile enflasyon arasındaki ilişki kopuyor.
Günümüz küresel sistemi, özellikle finansal piyasalar açısından, dünyanın tümünü tek bir ülke haline getirdiği için finansal ilişkileri gösteren analizleri tek tek ülkeler için değil dünya geneline göre yapmak daha doğru olacak.