İlker Cihan BİNER
Türkiye’de uzunca bir süredir kültür – sanat alanına iktidar kurumlarından yönelen müdahaleler, güncel sanat alanın halihazırda yapısal problemleriyle birleşince kültür üretimlerine katkı sunan; bu alanda yazan, eser üreten, düşünen insanlarla konuştuğumuz bir güncel sanat dosyası yapma fikri kaçınılmaz oldu.
Son zamanlarda etkisini gittikçe arttıran baskı ortamı ciddi boyutlara vardı. Sansürle karşı karşıya kalan küratörler, sanatçılar var. Geçenlerde ‘Kültür Sanat Alanına Ayrımcılığa Karşı’ adında yayınlanan anonim metin tam da bu sıkışmışlığa karşı bir yanıt niteliğindeydi.
Biz de dosya kapsamında sanatçılara, küratörlere, sanat eleştirmenleri/yazarlarına, sanat yayınlarındaki editörler dahil olmak üzere konuştuğumuz isimlere, Türkiye’de güncel sanat sahasında yaşanan zorlukları, sanat-politika ilişkisini ve daha pek çok şeyi sorduk.
Dosyanın beşinci bölümünde, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) üyeleri Emre Erbirer: ve İpek Yeğinsü ile Türkiye’de güncel sanatın ahvalini, sanat kurumlarındaki şeffaflık ve demokrasi meselesini konuştuk.
AICA üyeliğiniz nasıl başladı? Hangi amaçla AICA’ya üye oldunuz?
Emre Erbirer: AICA Türkiye’ye 2017 yılında, AICA üyesi hocalarım ve arkadaşlarımın desteği ile üye oldum. 2007 yılından beri düzenli olarak yazı yazıyorum ve 2017 yılına geldiğimde güncel sanat, kültür yönetimi ve kültür politikaları alanında yazdığım yazılar, katıldığım etkinlikler ve ürettiğim içeriklerle içinde bulunduğum alanı daha çok kapsamak, alandaki diğer yazar, eleştirmen, küratör ve kültür yöneticileri ile tanışmak ve danışmak için AICA’ya üye olmak istedim.
Bunun yanı sıra bir diğer önemli niyetim de, içinde bulunduğumuz kültür sektöründe telif, etik, hak mücadelesi ve dayanışma için ihtiyaç duyduğum topluluğun bir parçası olmaktı.
İpek Yeğinsü: AICA’ya, ülkemizde benzer alanlarda çalışmalar yapan meslektaşlarımı daha yakından tanımak ve onlarla fikir alış-verişinde bulunmak için sağlıklı bir platform sunduğunu düşündüğüm için başvurdum. Alanımızı olumsuz yönde etkileyen olaylar karşısında gösterdiği duruş ve temsil ettiği dayanışma ruhu da benim için bir diğer önemli faktördü. Elbette bu vesileyle saygın, uluslararası bir yapının parçası olmak da mutluluk verici.
AICA’nın Türkiye’ye sanat eleştirisi anlamında ne gibi katkıları oluyor?
İpek Yeğinsü: Kültür-sanat alanında zaman zaman yaşadığımız kaygı verici gelişmeler karşısında gerek bireysel olarak üyelerin, gerek tüm üyeler adına yönetimin yaptığı açıklamaların önemi büyük. AICA’nın girişimlerinin bu yönde toplumsal farkındalığı artırdığına inanıyorum. Ayrıca AICA, Türkiye’de kültür ve sanata emek veren insanların varlığını ve onların mesleki sürdürülebilirliğinin önemini kamuoyuna hatırlatmak gibi hayati bir rol üstleniyor.
Emre Erbirer: AICA’nın (ve AICA Türkiye’nin) Türkiye’deki sanat eleştirisine geçmişte nitelikli katkıları olduğunu, ancak bu katkının zaman içinde azaldığını ve niteliğini kaybettiğini düşünüyorum. Türkiye’de genel olarak ‘eleştiri’ kültürü, gelişmiş ülkelerin çok gerisinde. Herhangi bir işe, esere, kuruma, projeye veya içeriğe yönelik yapılan bir eleştiri, çok kolay bir şekilde kişiselleştirilebiliyor, değersizleştirilebiliyor ve niteliğinden ve bağlamından bağımsız olarak öcüleştirilebiliyor.
Geliştirilebilir olma, açık tartışmaya olanak verme, taş üstüne taş koyma gibi eleştirinin temel gayesi ve unsurları olan noktalar ne yazık ki göz ardı ediliyor. İşte bence AICA’ya burada söz düşüyor. 2021 yılında AICA Türkiye’nin yönetim kuruluna adaylığımı koyarken şu niyetleri belirtmiştim, ve bunların geçerliliğini koruduğunu ve AICA Türkiye’de ne yazık ki karşılık bulamadığını söyleyebilirim.
● UNESCO ve diğer AICA edisyonları ile daha fazla işbirliği geliştirilecek bir ağ mekanizması kurulması,
● Ülkemizdeki sanat alanındaki diğer mesleki örgütlenmeler (UPSD, MMKD, Tiyatro Kooperatifi, SİYAD, SE-YAP, Oyuncular Sendikası, MSG, MESAM, YAYBİR vb.) ile dayanışma ve bilgi paylaşımı,
● Sanat yazımı, sanat tarihi, küratörlük ve kültür yönetimi alanlarında kapasite geliştirme fırsatlarına olanak sağlama,
● Kurumsal iletişim ve fikir savunuculuğu çalışmaları ile sanat tarihi, sanat yazımı ve eleştiri kültürünün yaygınlaştırılması ve bu alanda strateji ve politika geliştirilmesi,
● AICA’nın kapsadığı alanlardaki istihdam, sosyal haklar, temsiliyet ve telif gibi konularda çalışmalar yapılarak meslek birliği statüsü ile savunuculuk ve temsiliyet alanının genişletilmesi.
Sanat kurumlarında hangi açılardan bir şeffaflık ve demokrasinin olması gerekiyor? Sizce Türkiye’de sanat kurumlarında bu anlamda bir cemaatleşme mi var?
Emre Erbirer: 2019 yılında Istanbul Art News’in piyasa eki için kaleme aldığım ‘Kültürün şeffaflaşması mümkün mü?’ başlıklı yazımın üzerinden dört yıl geçmiş. Bu yazının ilk paragrafını şu soru ile bitirmiştim: ‘Kamunun sınırlı ilgisini yine kamunun sınırlı bilgisine bağlamak mümkün mü?’
Bu soru benim için hâlen güncelliğini koruyor. Keza aynı yazıda ‘Kültür-sanat alanındaki birçok özel şirket veya sivil toplum kuruluşu, kamu kaynaklarını kullanmanın yanı sıra, kamu yararına çalıştıklarını ve sosyal fayda odaklı olduklarını söylerler. Ancak söz konusu kamuyu bilgilendirmek olduğunda neredeyse hiçbir kültür kurumunun değerlerinde ve kültüründe şeffaflığı bulmak mümkün olmuyor.’ şeklinde bir cümlem yer alıyor.
Bu soruya bu cümleyi hatırlatarak ve soruyu ikiye ayırarak cevap vermek istiyorum. Öncelikle, sanat kurumlarında da diğer tüm kurumlarda olduğu kadar şeffaflık olması gerekiyor. Şeffaflığın derecesini, kapsamını, niteliğini kurumun yapısından ve türünden bağımsız olarak düşünemeyiz.
Dolayısıyla doğrudan vergilerimiz ile finanse edilen, devlete veya yerel yönetime bağlı olan bir sanat kurumunun şeffaflığı ile özel bir galerinin şeffaflığını bir arada düşünemeyiz. Aynı şey vergi muafiyeti olan bir vakıf ile yasal düzlemde bir karşılığı olmayan bir inisiyatif için de geçerli.
Dolayısıyla topyekün bir ‘sanat kurumu şeffaflığı’ söz konusu olamaz. Ancak bazı temel konularda aynı ‘şeffaf’lıkta olmalarını dileyebiliriz. Yönetim kurulu seçiminden işe alım süreçlerine, finansal yapılarından herhangi bir konudaki seçim süreçlerine kadar şeffaflık azami olarak beklentilerimiz arasında olmalı. ‘Demokrasi’ ise çok başka bir konu, zira demokrasi doğrudan yönetim süreçleri ile ilgili.
Yine aynı şekilde bir kurumun nasıl yönetileceği, o kurumun yapısına, amaçlarına ve eylemlerine bağlı olarak şekillenir. Dolayısıyla tüm sanat kurumlarının aynı demokratik süreçlerle yönetilmesi mümkün değildir.
Cemaatleşme konusu ise bence daha farklı incelenmeli. Cemaat, bireylerin ortaklaşa paylaştıkları bir ideolojiye veya kimliğe dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünü. Türkiye’deki kültür sektörünü veya sanat kurumlarını bir ‘cemaat’ yerine, içinde sürekli bir hamster dönen çarka veya farenin peynir aradığı labirente benzetiyorum.
Zira ortaklaşan bir ideoloji ve kimlik olmadığı gibi, aslında toplumsal ilişkiler bütününden çok, çıkarların ve beklentilerin öncelikli olduğu bir alan olarak söylenebilir. Sürekli dönen ama hiçbir yere gidemeyen hamster ile, peynire ulaşsa da labirentte dönmeye devam edecek fare gibiyiz.
Sektör, çok büyük olmadığı ve birbirine benzer kurumlar nispeten yakın işler yaptığı için de oluyor bu. Kültür sektörü çok yakın bir geçmişe kadar kendi içinde bir kapalı devre sistemdi. Bir kurumdan ayrıldığınızda benzer başka bir kuruma girerdiniz, o kurumdaki pozisyona da yine başka bir kurumdan biri gelirdi. Yine kültür kurumlarının öğrenme süreçleri kendilerine benzer kurumlardan aktarımlarla olurdu.
Son yıllarda başka sektörlerden ve sivil toplumdan da bu alana geçişler olduğunu görüyoruz. Ancak sektör dinamikleri ve kurum kültürleri, burada bir yenilik olmasına pek de izin vermiyor. Yıllar içinde edinilmiş bilgi, deneyim ve alışkanlıkları ortadan kaldırarak veya rafine edecek, yeniliğe açık alanlar yaratacak, risk alacak, kalıplardan uzak duracak ve duvarları yıkabilecek cesarette bir sektör ve/veya kurum yok.
İpek Yeğinsü:Tanık olduklarımız, günümüzde dünyaya egemen olan neoliberal düzenin bir sonucu. Özel şirketlerin tekelindeki kültür kurumları teknik olarak topluma hesap vermek zorunda değiller. Bunu yapmak ya da yapmamak, onların etik tercihlerine bırakılmış durumda. Batı ülkelerinde sivil toplumun baskısı, bu bağlamda dengeleyici bir unsur.
Bizde ise toplumun hala çözülemeyen öncelikli sorunları varken, sıra kültür ve sanatı konuşmaya gelemiyor; toplumun böyle bir beklentisi yok. Belki de her şeyden önce bu beklentinin nasıl yaratılabileceğini konuşmalıyız. Cemaatleşme ise alanın tamamında, her düzeyde var ve ayrıca tartışılmayı hakediyor.
Yaşanan İKSV krizi ya da sanat kurumlarındaki anti-demokratik tutumlar ve Artİstanbul Feshane’deki ‘Ortadan Başlamak’ sergisine yönelik soruşturma dâhil olmak üzere tüm bu sorunlar karşısında güncel sanat ortamında başka türlü örgütlenmelere ihtiyaç var mı?
Sizce nasıl bir dayanışma gerekli?
İpek Yeğinsü: Bence bu sorunlar, uzun vadede bir avuç kültür-sanat profesyonelinin insanüstü çabalarıyla çözülemez. Gerek kültürel mirasa, gerek sanata erişimin temel insan hakkı olduğuna ve bu alanlarda özerkliğin tüm insanlık adına, yine tüm insanlık tarafından korunması gerektiğine dair bilincin, toplumun çok daha geniş kesimlerine küçük yaşlardan itibaren kazandırılması gerekiyor.
Çocukların ve gençlerin kültür-sanatı yaşamlarının bir parçası olarak görmeleri ve ona sahip çıkma dürtüsü kazanmaları da ancak eğitimle olabilecek bir şey.
Bu noktada da özgün eğitimin yeterli olmadığı yerlerde yerel yönetimlerin ve etik bilince sahip özel kurumların çabalarının elzem olduğuna inananlardanım.
Emre Erbirer: Güncel sanat ortamında örgütlenmeden önce iş yapış biçimlerinin değiştirilmesine ihtiyaç var. Nitelikli ve dönüştürücü bir dayanışmayı ancak iş yapış biçimlerimizi değiştirdiğimiz takdirde ‘başka türlü’ örgütleyebileceğimizi düşünüyorum. Sadece bu yaz bir bütün yıla yetecek kadar olay yaşadık. İstanbul Modern iki seçim arasında seçimin kendisine de malzeme olarak ‘sessiz sedasız’ açıldı.
Feshane’nin dönüşümünü ve ‘Ortadan Başlamak’ sergisini de ziyadesiyle sorunlu buluyorum, onlar üzerine gelen saldırı ve soruşturma ise ziyadesiyle korkunç. Ancak bir o kadar da The Pill’in sonradan düzelttiği, Artsy’deki sipariş makalesinde yazarın galeriyi ve galerinin kendisini koyduğu yerin şuursuzluğunu da bu bağlamda değerlendirmeliyiz.
Ardından gelen ve büyük bir yaygara kopartan 18. İstanbul Bienali küratörünün seçim/atama süreci, Venedik Bienali Türkiye Pavyonu küratörü Esra Sarıgedik’in istifası gibi birbirine bağlanan olaylar ve son olarak İstanbul Modern’in Müze Genel Direktörü Levent Çalıkoğlu ile yollarını ayırdığını altın üyelerine gönderdiği bir e-posta ile öğrenmiş olmamız ve 30 Eylül 2023 tarihinde ayrılacağı söylenen Levent Çalıkoğlu’nun Eylül ayı gelmeden künyeden çıkarılması ve etrafında dönen spekülasyonlara rağmen net bir açıklama yapılmaması…
Düşünün ki ülkenin ‘ilk modern ve çağdaş sanat müzesi’nin en üst düzey yetkilisi işten ayrılıyor (veya çıkarılıyor), ve bu ne kurum tarafından basına veya kamuya bildirilmiyor, ne ana akımda ne de kültür-sanat basınında nitelikli bir haber olmuyor. Bence tüm bunlar, bir yerde birbirine bağlanıyor.
‘Kültür’ yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde yapısallaşamamış, sektörleşememiş bir alan. Tam da bu yüzden kültürün bir parçası olan ifade özgürlüğünde problem yaşıyoruz, hâlen güvencesizliği bu kadar çok konuşuyoruz, hak mücadelesinde başka sektörlere göre geride kalıyoruz ve şeffaflığı tartışıyoruz.
Yine buna bağlı olarak sektörleşemeyen ve yapısallaşamayan sanat alanının medyadaki temsilinde de benzer bir yansımayı görüyoruz. Kültür kurumlarının hâla artık kimsenin okumadığı ana akım günlük gazetelere girmeyi önemsiyor, sanat eleştirisi yerine basın bülteni yayınlanmasını tercih ediyor, kamu ile neleri paylaşması gerektiğini doğru tartamıyor ve medyayı bir paydaş olarak değil bir hizmet alanı olarak görüyor.
Burak’ın (Delier) söyleşisinde belirttiği gibi ‘burjuva kamusallığı ve değerleri[nin] (insan hakları, ifade özgürlüğü, eleştiri, demokrasi gibi) Türkiye’de gelişmemiş’ olması da tam da burada karşımıza çıkıyor. Yine aynı söyleşide çokça atıf yapılan yönetim kurulu meselesi de bu bağlamda değerlendirilmeli.
Örneğin İKSV’nin birkaç yıl önce değişen yönetim kurulunda Google, Palo Alto Networks, McKinsey & Company gibi küresel şirketlerden ve İKSV’nin uzun dönemli sponsorları arasında yer alan Garanti, Borusan ve Koç Holding gibi şirketlerden isimler görüyoruz, keza İstanbul Modern’in yönetim kurulunda da benzer bir yapı mevcut.
Bu yönetim kurullarında sivil toplum ve hak savunuculuğu alanından gelen, kültür sektöründe kültür yöneticisi, küratör, sanatçı veya eleştirmen olarak yer alan kimse yok. Dolayısıyla bir kültür kurumunun yönetiminde kritik kararlara imza atabilecek; nitelikli içgörü, bilgi ve deneyim sağlayarak kültürün gelişmesine, şeffaflaşmasına, demokratikleşmesine imkân verecek, kültüre erişimi temel bir insan hakkı olarak konumlandıracak bir yapı mevcut değil.
Bütün bunları birlikte ele aldığımızda ve birbirine bağlı olarak değerlendirdiğimizde başka türlü örgütlenmelerden önce başka türlü iş yapış biçimlerine ihtiyaç duyuyoruz. Hak temelli, eşit, kapsayıcı ve çeşitli bir kültür alanı için, düşünce sistemlerimizi ve iş yapış biçimlerimizi değiştirmeye ihtiyaç var.
EMRE ERBİRER HAKKINDA:
Emre Erbirer 2008-2010 yılları arasında Türkiye’nin önde gelen kültür kurumlarında bağımsız ve proje bazlı görevler üstlendikten sonra 2010-2022 yılları arasında İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Doğuş Yayın Grubu ve ATÖLYE’de iletişim, izleyici geliştirme, topluluk, programlama ve proje yönetimi gibi farklı alanlarda çalıştı. 2015 yılında kültür profesyonellerine yönelik bağımsız bir platform olan kültür.limited’i kurdu ve 2023 yılına kadar bu platformun liderliğini yaptı.
Emre Erbirer ayrıca Haziran 2023’te kültür yönetimi danışmanlığı şirketi Espas’ı kurdu ve kültürel ve yaratıcı endüstrilerdeki ekosistemleri, kuruluşları, toplulukları ve bireyleri güçlendirmeye yönelik bir girişim olan Culture Unleashed’in kurucu ortağı oldu.
Erbirer Yeditepe Üniversitesi’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak Sanat
Pazarlaması ve İzleyici Geliştirme dersleri veriyor ve CreativeMornings İstanbul’a ev sahipliği yaparak topluluk ve programlama çalışmalarını sürdürüyor. Emre Erbirer aynı zamanda UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Kültürel İfadelerin Çeşitliliği İhtisas Komitesi Alt Çalışma Grubu’nun üyesi, Türkiye İş Bankası’nın açtığı İş Mekan ve Quick Sigorta’nın açtığı Quick Art Space’te Danışma Kurulu üyesi.
Kültür yönetimi, kültür politikaları ve popüler kültür konularındaki yazıları Argonotlar, Calling, Cumhuriyet, Gazete Duvar, Istanbul Art News, GQ, T24, Vogue ve Zero gibi mecralarda yayınlandı. Akademik makaleleri Culture Policy Yearbook, New Media Studies ve The European Network on Culture Management and Policy Yearbook gibi yayınlarda yer aldı. Emre aynı zamanda 2017 yılından bu yana bağımsız sanat yazarı olarak AICA
Türkiye (Uluslararası Eleştirmenler Derneği) üyesidir.
İPEK YEĞİNSÜ HAKKINDA:
İpek Yeğinsü, I.M.I. Özel İtalyan Lisesi, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Lisans (2004) ve Anadolu Medeniyetleri ve Kültürel Miras Yönetimi Yüksek Lisans (2007) bölümlerinden mezun oldu. 2007-2013 yılları arasında Borusan Holding ve Borusan Kültür Sanat bünyesinde Borusan Sanat Koleksiyonu direktörlüğü, ArtCenter atölye programı yöneticiliği ve Müzik Evi sergi koordinatörlüğü görevlerini üstlendi; Borusan Contemporary’nin kurucu ekibinde yer aldı.
2013’ten bu yana farklı sanat kurumlarında yürüttüğü çalışmaların yanı sıra kariyerine bağımsız küratör ve yazar olarak devam etti. Medya Sanatları alanında uzmanlaşan Yeğinsü, Doktora derecesini 2021’de Özyeğin Üniversitesi Tasarım, Teknoloji ve Toplum programından aldı ve farklı üniversitelerde dersler verdi. 2022’den bu yana Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***