YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Şimdi Hizmet Hareketine uygulanan düşman hukukuna kimsenin itiraz etmemesine hayret edip yadırgıyoruz. Gerçek ve sözde muhalif bir çokları da “Cemaatin daha önce haksızlıklara ses çıkarmadığını” iddia ederek bu durumu açıklamaya çalışıyorlar. Bu iddialarının ne kadar hakikat payı olduğunu başka bir yazıda ele almayı umuyorum. Bu yazıda dindar kesimin Hizmet Hareketine eskiden beri nasıl baktığı ile ilgili kendi gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Geçen yılki yazılarında Ahmet Kurucan Hoca dindar kesimde ciddi bir hakikat inhisarcılığı meyli olduğunu yazmıştı. Bu durum sadece dindar mahallede değil, Türkiye’de bütün gruplar arasında yaygındır. Sanki kendi grubu dışındaki dindarlar iyi olursa onun inancına halel gelecek gibi algılayanlar az değildir. Türkiye’de dini gruplar arasında ciddi bir kavga ve rekabet olduğunu söyleyemem ancak yerleşmiş bir centilmenlik de bulunmuyordu. Benim HH ile tanıştığım dönemde (1981-82) cemaatler arasında öyle etik ilkelere dayalı iyi ilişkiler olduğunu hatırlamıyorum. Özellikle küçük yerlerde ciddi çekişmeler olabilmekteydi. Gerçekten bir tarikat veya cemaat terbiyesi alanlar arasında ciddi bir saygı ve hoşgörü vardı ama meseleyi nefsi saiklerler sahiplenenler rekabetten geri kalmıyorlardı. Özellikle köyden kente göçle ve siyasal akımlarla politize olması sonrasında dindarlığın bir kariyer alanı gibi algılanması bu hoşgörü ve saygıyı ciddi anlamda zedeledi. Hizmet’i henüz daha benimseme aşamasında iken dindar çevreden, özellikle siyasi bağlantıları olanlardan Hizmet aleyhinde epeyce telkin almıştım. Bunlardan biri ciddi bir din alimi ve dindar camiada çevresi olan saygın bir zattı. Daha 1981’in Eylül’ünde konu Fethullah Hoca’ya gelince “iyi bir alim ama darbe olmasaydı Adalet Partisi’nden milletvekili olacaktı” demişti. Demem o ki çok müstakim insanlar bile tamamen asılsız iddialara inanabiliyordu.
Zaman Gazetesi’nin çıkması sonrasında gazetenin bütün dindarların haklarını savunması ortamı nispeten yumuşatmıştı. O zamanlar “İrancı” denilen siyasal İslamcılar dışındaki dindarlar arasında daha iyi bir diyalog zemini vardı. Bu zemin 28 Şubat döneminde de nispeten muhafaza edilebildi. HH en baştan beri herkesle, özellikle de başka dini gruplarla dostluklar tesis etmek için gayret gösteriliyordu. Bir problem ortaya çıktığında da asla çatışmaya girilmiyordu. Ancak Ak Parti iktidarında dindar çevreler söz sahibi oldukça bir kısım alanlarda sürtüşmeler de ortaya çıkmaya başladı. Referandum sonrasında iktidar partisinde ciddi bir tavır değişikliği oldu ve daha önce yalvar yakar göreve getirdikleri bürokratları uzaklaştırırken yerlerine başka cemaatlerden birilerini getirip cephelerini genişlettiler. Dindar olmayan birçok kişi tarikatlara, cemaatlere yanaşıp oralardan referansla iyi yerlere gelmeye çalıştı, çalışıyor. Yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre çok öncelerden diğer cemaatleri iknaya yönelik bir fitne kazanı kaynamaya başlamış. Güya onların bürokraside etkili olmalarını Hizmet engelliyormuş. Bu iddiayı alttan alta öyle ciddi bir şekilde yaydılar ki konuya vakıf olmayan herkes bundan etkilendi. Bunu yaparken herkese kendi kurumu dışındaki kurumlardan haberler veriliyordu. Mesela eğitim camiasındaki birine “Cemaat Diyanet’te şöyle ayrımcılık yapıyor”, üniversitedekine “Cemaat Adliyede filancalara şöyle engel oluyor” diye anlatılıyordu.
Kadimden beri siyasal İslamcıların epeycesi sadece Hizmet’e değil bütün cemaat ve tarikatlara düşmandılar, düşman olmayanları da ciddi mesafeliydi, halen de öyledirler. Bu radikal grupların Hizmet’e olan düşmanlıkları konjonktüre göre arttı veya azaldı ama hiç bitmedi, onlar için Hizmet toplumu uyutan, bazılarınca İslam’ı yumuşatmaya çalışan bir oluşumdu. Bu düşmanlıkları 28 Şubat sürecinde İslamcı iktidar çuvalladığı zaman da azalmadı, hatta çoğaldı ve Refah-Yol Hükümetinin askerlere karşı daha sert karşı koyamamasının faturasını Hizmet’e kesmeye çalıştılar.
Bunların fanatikleri dahil Ak Parti’nin kuruluş aşamasında ve iktidarının ilk döneminde Hizmet’i takdir eder göründüler, çünkü Hizmet’in imkanlarına, kamuoyu desteğine, medyasına ve meşrulaştırmasına ihtiyaçları vardı. Kendileri “gömlek değiştirdik” diyerek büyük bir güce kavuşuyorlardı ve dereyi geçene kadar Hizmet’le kavga etmemeleri gerekiyordu. Hizmet’in iyi günlerinde gazetelerinde, dergilerinde yazan, buralardan iktidarın dikkatini çekip kendine kariyer yapan epeyce akademisyen ve gazeteci de daha sonra Hizmet’e saldırılarda başı çektiler. Siyasal İslamcılar iyi laf yaparlar, edebiyatları kuvvetlidir, ama icraatta zayıftırlar. HH ise tam tersidir, o nedenle de o zamanlar Hizmet medyasında Hizmet’ten olanın yazma şansı pek olmazdı. Şundan da adım gibi eminim, yeniden Hizmet’in yıldızı parladığı anda bugün selam vermeyen, aleyhte her fırsatta yazıp çizenler en baş köşeye ulaşacak yollar arayacak ve belki de bulacaklardır.
Sosyal bilimlerde bir araştırma metodu olarak “odak grup görüşmesi” yöntemi vardır. Bu yönteme benzer iki farklı grup görüşmesi gözlemim oldu. İlkinde 2010 yılının sonlarında, farklı yaşlarda, farklı kamu kurumlarında, farklı grup bağlantıları olan ve değişik pozisyonlarda çalışan beş dindar doktorun HH hakkındaki yaklaşımlarını gözlemledim. En genç olanı Ergenekoncu akrabaları olan, kemalist çizgiye yakın bir uzmandı ve “Hizmet’ten insanların 28 Şubat sürecinde devlette çalışan eşlerine işi bıraktırmak yerine başlarını açtırdığını ve bunun İslam’a aykırı olduğunu” ileri sürerek Hizmet’i karalamaya girişti. Daha başka aslı astarı olmayan birçok iddia ortaya attı. Ancak başörtüsü yasağını uygulayanlara bir eleştirisi yoktu. Benden dört-beş yıl kıdemli, önceden tanıdığım, dindarlığı kimseye bırakmayan, bir kamu hastanesinde çalışan ama hiçbir cemaate girmeyen bir doçent arkadaşımız da onu destekledi ve kendince ağır eleştiriler getirdi. Profesörlük için gözüne kestirdiği bir üniversitede kendi bölümündeki hocanın (o hoca’nın Hizmet’le iltisakı(!) varmış) kendisine profesörlük için kadro açtıramadığı için Hizmet’e derin bir düşmanlık içindeydi. Anlaşılan gitmek istediği üniversitede o bölümde yeterli hoca vardı ama komşu vilayetteki üniversitede o bölüm tamamen boştu, fakat hocamız oraya ve benzeri başka alternatiflere, teklif almasına rağmen, gitmek istemiyordu. Bu arkadaşımızın talebinin yerine getirilmemesi Cemaatin idamına ferman vermeye yetmişti. Konu ortada bu minvalde konuşulurken diğer üç kişi net bir şekilde bu suçlamaların yersizliğini bu iki arkadaşa söylemedi. Kıdemli profesör hocamız tabir yerindeyse orta sahada top çeviriyor ve Hizmet’i savunmak istemiyordu. Diğer iki meslektaşımız (biri profesör, diğeri Bakanlıkta bürokrat, pratisyen) Sağlık Bakanlığında etkili bir tarikata mensuptular ve bu konuda nispeten daha makul bir yaklaşım sergilediler, bu suçlamaları reddetmeseler de katılmadılar da.
Diğer gözlemimi 2012 yılı baharında liseden arkadaşlarımızla buluşmamızda yaptım. Orada bulunanların ikisi lise yıllarında da İslamcı çizgideydi. Onlardan benim yakın arkadaşım olanı şimdi iyi kazanan bir müteahhitti, diğeri, anlaşılan işleri pek iyi gitmeyen, bir küçük esnaftı. Lise de modern muhafazakar olan bir diğeri ise önemli bir bürokrat olmuştu, üniversite yıllarında İslamcı çizgiye gelmişti ve Hizmet’e eleştiriler yapmaktan çekinmiyordu. Lisede dini yada siyasi konulara hiç girmeyen bir diğeri ise ise şimdi akademisyendi, anlaşılan daha dindar bir çizgideydi. Bir de daha önceden tanımadığım alt sınıftan fanatik partici birisi daha vardı. Akademisyen ve küçük esnaf olan sınıf arkadaşlarım Hizmet’e inanılmaz derecede düşmandılar. Oysa birinin kızı, ne hikmetse, Hizmet’in evinde kalıyordu. Çok absürd iddialarla Hizmet’in Ak Parti’ye zarar verdiğini, derhal yollarını ayırmaları gerektiğini ileri sürüyorlardı. Hani Hizmet’ten kurtulsalar ülke uçacaktı. Bürokrat arkadaşım ve alt sınıftan olan da benzer bir yaklaşımdaydı. Bu iddialara katılmayan sadece müteahhitlik yapan arkadaştı, bir tek o bu suçlamalara itiraz etti. Oysa o Parti’ye gönülden bağlı biriydi ve hala da o çizgide olduğunu sanıyorum. Daha sonraki süreçte O’nun çocuklarının da mağdur olduğunu ve Türkiye’ye dönemediklerini öğrendim.
Henüz 17 Aralık olmadan dönemin Başbakanının “ne istediler de vermedik” dediğinin ertesinde Yüksek İslam Enstitüsü mezunu fanatik partici bir esnafın Hizmet’e olan düşmanlığını görünce şok olmuştum. Adam Hizmet’in fakir fukaradan para toplayıp banka kurduğunu iddia ediyordu. Gözlemlerimde dindar çevrelerde Hizmet’i savunan pek kimse de yoktu. Bu anlattığım örnekler elbetteki bir hüküm vermek için yeterli değildir. Ancak muhafazakar ve dindar çevrelerin fikriyatını yansıtmaları açısından anlamlıdır ve fikir vermektedirler. Çünkü bu kişiler toplumda kanaat oluşturmada önemlidirler ve belli düşünceleri temsil etmektedirler. Bizim toplumun teşekkür etme, kendisine faydası olanı destekleme ve hakperest olma konusunda ciddi zaafiyeti olduğunu kanaatindeyim. O nedenle başkalarının yergilerini de övgülerini de fazla dikkate almamalıyız. Makul eleştiriler hariç.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***