YORUM | YASEMİN TATLISEVEN
Yağmur şiddetini gittikçe arttırıyordu. Şimşekler art arda yanıp sönerken, gökyüzü otuz saniyelik aralıklarla, adeta dev bir fenerle aydınlatılıyordu. Köylüler telaş içinde oradan oraya koşturuyorlardı. Barakadan ibaret olan evleri dizlerine kadar su içinde kalmıştı. Suyu tahliye etmeyi zaten kimse düşünmüyordu. Suyla birlikte akıp giden üç-beş kap kacak da önemsizdi. İnsanlar; uykularının en tatlı yerinde olan çocuklarını, gecenin karanlığında korkutmadan uyandırmış, onları güvenli bir alana doğru götürmeye uğraşıyorlardı. Bu yaşadıkları ne ilk fırtınaydı, ne de son olacaktı.
Yetimhane; yaşanan sel felaketleri de dikkate alınarak yüksekçe bir tepeye yapılmıştı. Köylülerin yaşadığı diğer evlere nispeten daha sağlamdı. Yine de Afrika’nın ortasındaki bir köyde inşa edilen bu yetimhanenin, camlarının olması elbette düşünülemezdi. Dolayısıyla pencerelerden içeri su girmiş, cam kenarında yatan çocuklar da bu fırtınadan nasibini almıştı. Öğretmenlerden Agatha ve Edna, sessizce, yatakları ortadaki alana çekmeye çalıştılarsa da ansızın bastıran ve şiddeti gittikçe artan yağmur karşısında başarılı olamadılar. Yaşça büyük olan çocuklar uyanıp, öğretmenlerinin çaresiz çırpınışlarını görünce, onlara yardım etmek için hızla yataklarından çıktılar. Yere basan, su dolu bir havuzun içine adım atmışçasına irkiliyordu. Sonrasında zaten alışık oldukları bu duruma aldırmadan, suyun içinde, çıplak ayakla bir o tarafa, bir bu tarafa koşturup yatakları çekmeye çalıştılar. Olacak gibi değildi. Küçük çocukların hepsini uyandırıp kucaklarına aldılar. Köşedeki ranzaların ikinci katına çıkıp, çaresizce yağmurun dinmesini beklemeye başladılar. Agatha ve Edna dahil tüm çocuklar; korku dolu gözlerle etrafa bakınırken, hepsi minicik ellerini kaldırmış, fırtınanın bir an önce son bulması için dua etmeye başlamıştı.
Sabah olmuş, dün akşamki fırtınanın hasarları gün yüzüne çıkmıştı. Muz ağaçları devrilmiş, mısır tarlaları yerle bir olmuştu. Toprak adeta bir balçık havuzuydu. Köylüler; en yakınlarını kontrol etmek için, çamurlara bata çıka, evleri tek tek dolaşıyorlardı. Diana, komşusunun kızı Gloria’yı sessizce bir ağacın altında otururken buldu. Zavallı çocuk geceyi ıslak elbiselerle geçirmiş olmalıydı. Tir tir titriyordu. Önce sırtındaki ceketi çıkarıp Gloria’yı sarmaladı, sonra “Annen nerede Gloria?” diye sordu. Gloria, Diana’nın boynuna sarılıp, hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
O sırada köyün erkekleri, sele kapılıp mısır tarlalarının dibinde çamur yığınları şeklinde toplanan kap kacağı ayırmaya çalışıyorlardı. Thomas “Burada bir kadın var!” diye bağırdı, herkes o tarafa doğru döndü. Brendon kadının nabzını kontrol etti, “Ölmüş!” dedi. Yüzündeki çamurları gömleğinin ucuyla temizleyince, ölen kadının Gloria’nın annesi olduğunu anladılar.
Birkaç gün sonra, Gloria, tepedeki yetimhaneye teslim edildi. Agatha “Kızcağız sürekli susuyor, konuşması için ne yapmalıyız?” diye arkadaşına sordu. Edna cevap verdi, “Yaşadıkları hiç kolay değil, gözlerinin önünde, annesi ellerinden kayıp sele kapılmış, üzerine gitmeyelim.” diyebildi.
Gloria, felaketin yaşandığı o geceden sonra bir daha konuşmadı. Sürekli, elleriyle gözlerinin önündeki bir şeyleri kovalıyor gibi yapıyordu. Dışarıdan bakanlar onun delirmiş olduğunu düşünebilirdi. Ancak o sık sık gözlerinin önüne gelen annesinin çaresiz bakışlarıyla mücadele etmeye çalışıyor, her seferinde ellerinden kayıp giden annesine yardım edemediği için kendini suçluyordu. Bu duygularla baş edemeyince de kendini mısır tarlalarına atıyordu. Koçanların arasında var gücüyle koşuyor, nefessiz kaldığını hissettiğinde olduğu yere çöküyordu. Edna; “Gloria Çok iyi koşuyor, bence büyüyünce profesyonel bir koşucu olacak” dedi. Agatha; “Farkındayım, çok hızlı… Ve aslında iyi bir tedaviye ihtiyacı var. Onun için bir şeyler yapmalıyız Edna, bu çocuk buradan uzaklaşmalı ve iyi bir okulda eğitim almalı” dedi. Aslında bu konuşmaları hemen her gün farklı bir çocuk için yapıyorlardı. Onların gözünde her çocuğun ayrı bir yeteneği vardı ve mutlaka çok iyi okullarda okumalıydılar.
Aradan aylar geçmişti. Bir gün yetimhaneye, Avrupa’dan bir grup gönüllü geldi. Yanlarında yepyeni kıyafetler, çeşit çeşit oyuncaklar da vardı. Çocuklar, oyuncak dağıtan bu beyaz insanları çok sevmişti. Ayrıca gelen misafirler, o gün öğlen yemeği dağıtımı da yaptılar. Yetimhanedekiler, çoğu zaman öğlen yemeği yemezlerdi. Akşam yemekleri de bir tabak pilavdan ibaret olurdu. Hiçbir yemek çıkmadığında ise aç yatarlardı. Avrupa’dan gelen bu beyaz adamlar, harika bir öğlen yemeği dağıtmışlardı. Bugün oldukça fazla yemek çeşidi vardı. Çocuklar plastik tabakları ellerinde, sıraya girip beklemeye başladılar. Yemeğini alan çocuk diz çöküp, yemek dağıtanlara teşekkürlerini sunuyordu. Bahçeye çıkıp, çimenlerin üzerine yayılan çocukların arasında ufacık bir de kedi vardı. Kedi insandan kaçmıyordu, yani insana alışıktı. Muhtemelen bu çocuklarla aynı kaderi paylaşan, sahipsiz bir kediydi ve onlarla birlikte büyüyordu. Çocuklar ayda yılda bir doğru düzgün yemek bulmalarına rağmen kedinin önüne de bir parça et bıraktılar. Gönülleri o kadar yüceydi ki daha kendileri doymadan kediyi doyurmanın derdine düştüler.
Halime Öğretmen, bu ülkedeki bir okulda çalışıyordu. Avrupa’dan gelen arkadaşları bir yetimhane ziyaret etmek isteyince onları buraya getirmişti. Halime Öğretmen; hem çocukların resimlerini çekiyor, hem de onları gözlemliyordu. Ufak bir erkek çocuğu cebinden eskimiş bir poşet çıkardı. Tabağındaki pilavın yarısını bu poşete doldurdu. Muhtemelen yemek için bir şeyleri olmadığında bu pilavı yiyecekti, tabii hala bozulmadıysa… Halime Öğretmen, gözlerine hücum eden yaşları kimseye göstermemek için arkasını dönüp oradan uzaklaştı. Mısır tarlalarına doğru yürümeye başladı. Önünden 9-10 yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir kız çocuğu koşarak geçti. “Vay canına” dedi, “Çok iyi koşuyor”. Aklına başkentte yapılacak maraton geldi, çocuğun yaşına uygun bir kategoride koşması için neler vermezdi. Yetimhaneye geri dönüp, Agatha’yı buldu. Koşan kızla ilgili bilgi aldı. Üzücü hikayesini dinledikten sonra, beraber geldiği ekibin yanına gidip konuyu anlattı. Ekipten biri, kızın maratona katılabilmesi için tüm masrafları üstlenebileceğini söyledi.
İki hafta sonra Halime Öğretmen tren garında, Agatha ve Gloria’nın gelmesini bekliyordu. Ertesi gün maratona katılan Gloria, ilk 10’a girmeyi başarmıştı. O kadar çok mutluydu ki koşup Halime Öğretmen’e sarıldı ve “Thank you!” dedi. Agatha ve Halime Öğretmen birbirlerine baktılar. Gloria aylardan sonra ilk defa konuşmuştu.
Halime Öğretmen boş durmadı. Okul müdürüne Gloria’dan bahsetti. Gelecek yıl, spor aktivitelerinden verecekleri üç burstan birinin Gloria’ya verilmesine karar verdiler. Okula beşinci sınıftan, spor bursuyla giren Gloria, öyle çok çalıştı ki her yıl başarı bursu alarak 12. sınıfa geldi. Bu arada Halime Öğretmen ve okul yönetimi, Gloria ile özel olarak ilgilenmişti. Önce tedavisini yaptırdılar, sonra yatılı yurda yerleştirdiler. Gloria, kendisini sahipsiz hissederken hiç beklemediği bir anda hayatına güneş gibi doğan bu insanları çok seviyordu. 12. sınıfta bilim olimpiyatlarına katılmaya karar verdiğinde projesini destekleyenler yine Halime Öğretmen ve okul idaresi olmuştu. Gloria’nın projesi ikincilik ödülüne layık görülmüş ve bu proje sayesinde Amerika’daki bir üniversiteden kabul almıştı.
Gloria yetimhaneden çıktığında tam olarak 10 yaşındaydı. Şu anda 26 yaşını bitirmişti. Dünya ve Çevresel Mühendislik alanında eğitim aldıktan sonra; Ekoloji, Evrim ve Çevresel Biyoloji dalında yüksek lisans yapıp, Columbia Üniversitesinden mezun olmuştu. 16 sene sonra köyüne bir iş görüşmesi için geri dönmüştü. Buraya; çalıştığı şirketle birlikte geliştirdikleri bilim olimpiyatlarında ödül almasını sağlayan projesini hayata geçirmek için gelmişlerdi. Devletle yapılan anlaşmalar imzalanmış, resmi işlemler tamamlanmış, şantiye kurulmuş ve inşaat işleri başlamıştı.
Gloria, eskiden yetimhanenin olduğu tepeden şantiyeyi izliyordu. Telefonu çaldı. Arayan Halime Öğretmen’di. Yıllar geçmesine rağmen, Halime Öğretmen ile olan irtibatları hiç kopmamıştı. Uzun uzun anlaşmaların bittiğini ve inşaatın başladığını anlattı. “İyi ki varsınız öğretmenim” dedikten sonra telefonu kapattı. İçinden, “Bu güzel insanlar karşıma çıkmamış olsaydı, bu köyde yaşlanıp giderdim herhalde” diye geçirdi.
Bir anda içini büyük bir huzur kapladı. Nihayet; annesine ve doğduğu köye karşı vefasını gösterebilmişti. Tepeden aşağıya bakarak gülümsedi. Çünkü; mısır tarlalarının içinde, annesinin gülümseyen yüzünü görmüştü.
Gloria’nın 12. Sınıftaki Projesi (Bilim Olimpiyatları 2.lik Ödülü)
- Yağmur zamanı ve yoğunluğunun belirlenmesinde kullanılan radar sistemi
- Bu uyarı sistemiyle koordineli çalışacak bir kurtarma ekibi
- Dere yataklarının ıslahı
- Dere ve nehirlerin denizlerle birleştiği kanalların temizliği
- Erozyonu ve sel baskınlarını önlemek için, yeşil alanların korunup arttırılması
- Eğimli yamaçlara ve tepelere ağaçlandırma yapılması.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***