YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Uzakta martı sesleri, mavi gök, yeşil ağaçlar. Belki burnuna gelen tanıdık bir koku. Kaybettiklerin yok aklında artık. Yarı yolda bırakanlar da öyle. Ne nalburun önünde çayını içen esnaf, ne berberin ilk müşterisi, uzaklardasın. Yalanlar üzerine kurulu bir ülkenin fiilen vatansızlaştırılmış vatandaşısın. O yalanlar seni, hatta aileni hain ilan ettiğinde sen ne olduğunu ve ne olmadığını bildiğinden ırgalamamıştın belki de. Yine de o burukluk ve yenilmişlik hissini üzerinden atmak, biliyorum, kolay değildi. Onlar o kadar çoktular, sen o kadar güçsüzdün ki. Koca bir ülke bir olup üzerine geldi ve ülkeni insansızlaştırıp bir kuru coğrafyaya indirgedi. O coğrafyayı sevebilirdin diye düşündün, her şeye rağmen. Üzerindeki insanlardan sana neydi? Mahalle aralarının alışık kokuları ve renkleri, koylarının berrak suları, köylerinin sabahı haber veren horoz sesleri, kışın kentlerin yoğun isi-pisi, büyüdüğün mahalle ve gittiğin okul hep aklındaydı ve onlara kimse dokunamazdı. Ama bunların hepsi geçmişti ve usun sürekli şimdiki zamana öykünüyordu. Olanları biliyor olmanın getirdiği bilinç hali, kendini geçmişle avutmana engel oluyordu. Geçmiş artık yoktu. Geçmişteki insanlar yoktular. Geçmişteki sen de yoktun. Bunun ayırtına varmış olarak, hiçbir şey olmamış gibi o ülkeyi sevmeye çabaladın durdun, anlamsızca. Fakat ne kuru coğrafyanın denizleri, mahalleleri ve pazarları, ne geçmişin anılarındaki gizli, ama silinemez mutluluk enstantaneleri, gerçek değildiler.
Tüm bu duyguların içinde her sabah güneşle beraber doğmasını siyasi durumlardan kaynaklı kirlenmeyle açıkladın. Öyle ya, mantıklıydın, rasyoneldin, duygularının seni ele geçirmesine direnebilecek sağlam bir karakterin vardı. Fakat o duygular ne sabahları güneşle beraber doğuyor, ne de onunla beraber akşamları batıyordu. Onlar hep oradaydılar. Bunu görmek, bunu hissetmek de acı veriyordu.
Siyasi durum böylelikle fail olma durumunu zamanla kaybederken, sen kendini daha iyi anlamaya başlayacaktın. Zamanla! Zamanla dostum! Birileri bir zamanlar sana zamanın her şeyin ilacı olduğunu söylemişti, değil mi? Bu nasıl bir ilaçtı ki yıllardır bir türlü ondan beklenen, söz verilen etkiyi göstermiyordu? Siyasi durumun yerini böylelikle daha gerçekçi bir bakış açısı almaya başladı: esasında sen hep aynı gerçeklikte var olmuştun, ama onun ayırdına varman için başına o yaşanılan tüm olumsuzlukların gelmesi gerekmişti. Yoksa otuz yıllık, otuz beş yıllık dostlukların da, kardeşin gördüğün ve öyle muamele ettiğin akrabalarının da, yıllarca aynı işyerinde çalıştığın meslektaşlarının da şeytanı utandırabilecek keskinlikte ve açıda değişimini nasıl izah edebilirdin kendine?
Böylelikle sen yaşadıklarını daha iyi anlamaya başladın ve bunun getirisi, senin daha da yabancılaşman, içe kapanman, diğerlerinin seni anlamasından umudu kesmen oldu. Kaderle ve şansla falan yapılan izahlardan da illallah dedin. 1970’lerin ve 1980’lerin Yeşilçam filmlerindeki gibi her şeyin kolaylıkla izah edilebildiği, iyilerle kötülerin kesin hatlarla birbirinden ayrılabildiği, babacan birinin çıkıp her şeyi düzelttiği o ortam yoktu, olmayacaktı. Ya da çocukken masal plaklarından ve radyo tiyatrolarından dinlediğin öyküler, masallar ve oyunlardaki gibi, kötülerin kötülüklerinin cezasını çektiği, iyilerinse muradına erip kerevetine çıktığı ideal bir dünya – ya da Türkiye – cadının ormanda gizli çikolata ve şekerden evi kadar, Keloğlan’ın güvercinleri ve anacığının lezzetli çorbası kadar, Bolu Dağı’na çıkan Köroğlu’nun Kırat’ını gözü millenmiş babasının cılk çamurda eğitmesi kadar hayaldi!
Birkaç kişinin kaprisiyle, üç beş hırsızın kandırmasıyla, bir çetenin hayalleriyle falan uğraşabilirdin de, ya yaygın kötülükle? Aklında sana yapılanlardan çok çocuklarının yaşadığı travmalar… Gittikçe öfkelendin, öfkelendikçe uzaklaştın, uzaklaştıkça anıların silindi gitti, seni unutanların yüzlerini ve seslerini unutmaya başladın. Çocuklar büyürken, acın küçüldü. Olanlara derin anlamlar yüklemeyi bıraktığını fark ettin. Yol kenarında arabanın ezip öldürdüğü boz bir tavşanın kaderi neyse, senin de başına gelenler aynen öyle bir şeydi. Sen özel değildin, evrenin sana yaklaşımı da iltimaslı olmayacaktı. “Oh, ne güzel! Şimdi rahatladım işte!”
Acıları mukayese edenlerin yaptığı haksızlığı bile artık anlatacak dermanın kalmamıştı. Hoş, bunları anlattığında dinleyecek birileri olur muydu, orası da şüpheliydi. Yalnız iyi bir şey vardı: Güneş her zamanki yerinden doğuyor, her zamanki yerinden batıyordu.
Böylece, insanlar arası ilişkilerinde inşa ettiğin ve sonra da referans noktası olarak belirlediğin insanları da, coğrafyaları da benliğinde terk ettin. Fiziksel terk edişten sonra, bu çok önemliydi. Fiziksel olanla ruhsal olan böylece birbirine uyumlu hale gelmeye başladı. Tıpkı karanlık bir odada önce kalın perdeyi açıp ışığa, sonra da pencereyi ardına kadar açıp temiz havaya merhaba demek gibi bir şeydi. Olmadığına üzüldüğün her şeyin değersizleştiğini ve önemini yitirdiğini gördün. Esas olan şu andı, bu mekândı, yanındakilerdi. Hızla koşarken sadece önüne bakman gibi rasyonel bir karardı bu aslında. Geriye bakmadan sürekli koş. Çünkü geriye bakmak hem takılıp düşmene neden olur, hem de ilerlediğin yeri göremezsin. Oysa görecek çok şey var. Türküdeki gibi “görecek günler var daha”, aldırma!
Dediğim gibi. Uzakta martı sesleri, mavi gök, yeşil ağaçlar. Belki burnuna gelen tanıdık bir koku. Kaybettiklerin yok aklında artık. Yarı yolda bırakanlar da öyle. Ne nalburun önünde çayını içen esnaf, ne berberin ilk müşterisi, uzaklardasın. Martılar başka martı. Sesleri aynı olsa da! Gökyüzü aynı mavi, sıcaklık değişse de. Ağaçlar aynı yeşil, altlarından ilk defa geçsen de. Burnuna gelen koku tanıdık değil, ama ikinci kez o kokuyu aldığında inan tanıdık oluyor. Kaybettiklerine değil, bulduklarına odaklanıyorsun. Uzaklarda da değilsin aslında. Çünkü uzaklığı ölçebilecek bir referans noktan kalmamış.
Belki de hayat budur. Belki de yaşananlar olağanüstü değildir. Belki de umutsuzluk ve olumsuzluk salt senin iç dünyanla alakalı duygulardır. Belki de hayatın temelleri çok daha basittir. Belki de. Belki.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***