YORUM | MAHMUT AKPINAR
Fransa polisinin 27 Haziran’da Kuzey Afrika kökenli 17 yaşındaki Nahel Merzouk’u öldürmesiyle birlikte protestolar başladı. Göçmen çocuklarının katıldığı protestolar kısa sürede bütün Fransa’ya, hatta Avrupa’ya yayıldı. 10 gün kadar yoğun şekilde süren protestolar Fransız polisini ve devletini aciz bıraktı. Polis çok sert karşılık verdi, insan psikolojisini, hak taleplerini dikkate almadı. Hatta ırkçı bir refleksle orantısız güç kullandı. Bu durum protestoların daha da alevlenmesine yol açtı. Olayların bastırılamaması ve kontrolden çıkması sadece Fransa’yı değil, göçmen alan bütün batılı ülkeleri tedirgin etti. Türkiye’deki göçmenlerin de böylesi protestolara neden olabileceği gündeme geldi.
Aradan geçen iki hafta içinde sağduyu galip geldi, çoğunluğu 18 yaş altı olan göstericilerin ailelerinin müdahil olmasıyla, din adamlarının ve camilerin çağrısıyla tansiyon düştü. Belki de göstericiler amaçlarına ulaşmış, seslerini duyurmayı başarmıştı. Ancak bu gösteriler geride pek çok kaygı, soru işareti bıraktı. Fransa her 3-5 yılda bir buna benzer protestolarla muhatap olsa da bu diğerlerinden farklıydı. Zira bunu göçmen kökenliler ve Fransızların farklı ve yabancı gördüğü gençler yapıyordu.
Protestolar maalesef zararsız demokratik eylemler şeklinde cereyan etmedi. Eylemciler şehirleri ateşe verdi, yolları kapattı, arabaları yaktı, binaları yağmaladı, pek çok şehirde gündelik hayatı felç etti. Le Point’in haberine göre olaylarda 6 bin araç yakıldı, 3 bin 300 kişi tutuklandı, 11 bin çöp bidonu yakıldı, bin bina kundaklandı. Olay 220 ayrı belediyeye yayıldı ve 45 bin polis görevlendirildi, verilen hasar bir milyar Euro olarak saptandı. Benzer olaylar yaşanmasın diye hükümet fakir bölgelere 3 milyar Euro kaynak aktarma kararı aldı.
Peki olayların çıkış sebebi nedir? Bu olaylar yoğun göç alan diğer batı ülkelerinde de çıkar mı? Fransa’da olanlar batıda yaşayan göçmenleri nasıl etkiler?
Fransa’daki olaylar üzerine isabetli analizler yapabilmek için Fransa’da yaşayan, ülkenin şartlarını, sosyo-politik yapısını bilen dostlarımla istişare ettim. Her şeyden önce Fransa’nın diğer Avrupa ülkelerinden, münhasıran Anglosakson kültürden oldukça farklı olduğunu, Fransa Cumhuriyeti’nin bir devrimle kurulduğunu ve Fransız toplumunda güçlü protesto kültürü olduğunu bilmek lazım. Bu nedenle diğer demokratik ülkelerin aksine Fransa’da protestolara sıkça rastlarız.
Son olayda oluşan gerilim Fransa’nın kendisine mahsus devlet ve toplum yapısıyla yakından ilgili. Fransa katı bir laiklik anlayışına sahip. Elbette Fransa demokratik bir ülke. Ama entegrasyon politikaları farklı din, dil ve kültürleri kabul noktasında toleranssız ve dönüştürücü. Farklı din ve kültürlerin kamusal alanda görünür olmasını problem görebiliyor. Bu yaklaşımı anlamak Türk toplumu için daha kolaydır. Zira Türkiye pek çok kamu kurumu ve devlet anlayışı yanında katı, dönüştürücü laiklik anlayışını Fransa’dan almıştır. Fransa’da da başörtüsünü, dini sembolleri dışlama, tehdit görme, kalıba sokma çabası vardır. Fransa, 6. Cumhuriyete geçmiş ve kendisini oldukça demokratikleştirmiş olsa da Türkiye’deki katı laikçi Cumhuriyet anlayışının temellerinin orada olduğunu hatırlamalıyız. Fransa tarzı laiklik ve devlet anlayışı farklı din, inanç ve kültürden kimselerin topluma entegre olmasını zorlaştırmış, kendilerini dışlanmış, ötekileştirilmiş hissetmelerine neden olmuştur. Anglosakson ülkelerde farklı din ve inançtaki insanlar din ve kültürlerini rahatça yaşayıp kendilerini British, American, Canadian olarak anarken, kıta Avrupasında, münhasıran Fransa’da sergilenen katı, dönüştürücü yaklaşım entegrasyonu engellemiştir.
Olayların kökeninde Fransa’nın kolonyal geçmişi, yaptığı işgaller, zulümler ve kurduğu sömürü düzeni de etkilidir. O ülkelerden gelen halklar kolonyal dönemin acılarını unutmamışlardır. İlave olarak göçtükleri Fransa’da gettolarda yaşamaya zorlanıp ekonomik, siyasi, kültürel açıdan dışlanmışlardır.
Eşit fırsatlara, eğitim imkanlarına kavuşamayınca öfkelerini belirli aralıklarla dışa vurmaktadırlar. Olayları ateşleyen Fransa’nın başta Naheel olmak üzere göçmen gençlere ayrımcı davranması, adaletle, hukukla değil, öfkeyle yaklaşmasıdır. Bir gencin hayatını yitirdiği, başlangıçta haklı gerekçelere dayanan olaylar, toplum psikolojisini anlamada yetersiz kalan ve sertliği tercih eden polis yüzünden kısa sürede büyümüş, farklı bir yöne evrilmiştir. Bu durum gençleri daha da öfkelendirmiştir ve olaylar tasvip edilemeyecek şekilde vandalizme, kentleri işgale, binaları yakmaya evrilmiştir.
Problemin temelinde Fransa’nın 1960’lardan sonra işgücü ihtiyacını karşılamak için yoğun olarak aldığı göçmenleri “geçici” görmesi ve bir entegrasyon politikası izlemeksizin onları gettolara, gelişmemiş alanlara yerleştirmesi vardır. Ama göçmenler kalıcı hale gelmiş, çocukları toplumdan ayrık, geri kalmış bölgelere hapsolmuş, yeterli eğitime ve refaha ulaşamamış, Fransa toplumuyla yeterli entegrasyon sağlanamamıştır. Yani Fransa göçmenler için gerekli kanalları açamamış, etkili politikalar izleyememiştir. Toplumda seküler zihniyetin yaygın olması, devletin katı laikçi yaklaşımı, göçmenlerin inançlarına, sembollerine karşı katı ve sert tutum; Müslüman göçmenleri Fransız toplumundan ayrıca koparmıştır. Bu ayrık durum göçmenlerin entegrasyonunu zorlaştırırken, Fransız toplumunda ırkçılığın, aşırı sağın hortlamasına neden olmuştur. O kadar ki aşırı sağ partinin lideri Le Pen yüzde 25 oy alabilmiştir.
Peki Fransa’daki olaylar demokratik dünyadaki diğer göçmenleri nasıl etkiler?
Fransa’nın durumu diğer Avrupa ülkelerinden, münhasıran Anglosakson ülkelerden oldukça farklıdır. Her ne kadar son yıllarda yoğunlaşan iltica ve göç bütün demokratik batıyı endişelendirse de diğer demokratik ülkeler Fransa’ya nazaran bireysel hak ve özgürlükleri öncelediği ve daha kuşatıcı bir laiklik anlayışı uyguladığı için aynı tepki oluşmamış, olumsuz enerji birikmemiştir.
Göçmenlerle ilgili problemlerin başlıca iki tarafı vardır. Bir yanda ülkelerin çözüm üretmekte zorlanması, acze düşmesi varken, öte yanda göçmenlerin entegrasyon için yeterli çaba göstermemeleri vardır. Münhasıran Müslüman göçmenler batıda sürekli büyüyen bir endişeye dönüşmektedir. Zira şu anda demokratik dünyaya iltica edenlerin %90’ı Müslümandır. Çünkü dünyanın en fakir, istikrasız, hukuksuz ülkeleri Müslümanların yaşadığı ülkelerdir. Elbette bu halde batının kolonyal dönemdeki uygulamalarının vebali büyüktür. Ancak batıya göçen Müslümanların da kimliklerini, inançlarını koruyarak göçtükleri ülkelerde hayata tutunma, değer üretme, ülkenin sorunlarına çözüm üretme gibi sorumlulukları var. Bugün Müslümanların büyük kısmı demokratik dünyada kapalı devre yaşamakta, demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü, refah devletini, sosyal imkanları kullanmakta, ama bunlara paralel değer üretememekte, entegrasyon çabası sergileyememektedir. Batıda yaşayan ama Putin’e hayran olan, Erdoğan’ı halife, kurtarıcı sanan, Çin’in batı dünyasına galip gelmesini ve global hegemonya kurmasını arzu eden çok Müslüman gördüm. Demokratik dünyanın bütün nimetlerinden istifade edip, dinini şeriatla yönetilen ülkelerden daha rahat yaşayan Müslümanlar maalesef olaylara Siyasal İslamcıların komplocu yaklaşımıyla bakıyor.
Bu durum doğal olarak sürekli artan ve arkası kesilmeksizin devam eden göçlere, münhasıran Müslüman ülkelerden göçlere batıda tepkileri artırıyor. Müslümanların bedenen İngiltere’de, Almanya’da yaşarken zihnen hala Ortadoğu’da yaşamaya devam etmeleri doğal olarak devletleri ve toplumları tedirgin ediyor, İslamofobiyi ve aşırı sağı yükseltiyor. Ayrıca Müslüman ailelerin çocuklarının radikal eğilimlere kaymalarına neden oluyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin yaşadığı soykırım nedeniyle 1951 tarihinde Cenevre Sözleşmesi imzalandı. Bu uluslararası anlaşma ile kendi ülkesinde zulme maruz kalan, savaştan kaçan, baskı gören insanlara hukukun olduğu ülkelere sığınma hakkı tanındı. Demokratik ülkeler bu uluslararası sözleşmeyi şimdiye kadar titizlikle uyguladılar. Afganistan, Suriye, Türkiye’den göçen insanları din, dil kültür farklılığı gözetmeksizin, sadece insan oldukları için ülkelerine aldılar. Onlara insanca yaşayacak gelir temin ediyor, mesken veriyor, vatandaşına tanıdığı hakların benzerini veriyor.
Demokratik batı dünyası titizlikle uyguladığı Cenevre sözleşmesinden son yıllarda en çok Müslümanlar yararlanıyor. Müslümanların akın akın demokratik dünyaya göçe devam etmeleri ve göçtükleri ülkeler için değer üretmekte, entegrasyonda yetersiz kalmaları, aksine problemin kaynağı olmaları ilerleyen zamanda demokratik ülkelerin kamuoyu baskısı altında kalarak Cenevre Sözleşmesini iptal edecekleri konusunda endişeliyim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***