YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Çoğumuz bu bayramı Müslüman çoğunluğun olmadığı ve bayram günlerinin resmi tatil olmadığı coğrafyalarda geçiriyoruz. O nedenle de “Bayram gelmiş mi, Bayram hazırlıklarını nasıl yapalım, Bayramda nasıl bir coşku hissedeceğiz” gibi sorular birçok okur için pek anlamlı olmayabiliyor. Çevremde ciddi bir Müslüman nüfus olmasına rağmen ne dükkanların vitrininde sevinci gösteren bir süsleme yahut ilan ne de başkaca kamuya açık bir hatırlatıcı göremedim. Arefe gününe kadar Kurban bayramını neredeyse sadece takvimden biliyorduk ve kurbanlarımızı kesim için havale etme dışında bayrama yönelik pek bir aktivite de olmuyordu.
Gurbette bayram olur mu? Bayram arefesinde “gurbet“e yeni bir tanım getirmek gerektiğini düşünüyor ve bunu yazmayı planlıyordum tam da. Neler mi yazmayı düşünüyordum? İşte onlardan bir demet: Niye doğduğumuz yerden yahut uzun süre yaşadığımız ve şimdilerde yeni icad edilen tabirle ‘hatıralar biriktirdiğimiz’ yerden başka yerlere gidince oralar gurbet oluyor? Bu yeni vatanımızda bayramlarımızı hakikaten bayrama dönüştüremez miyiz? Geçmişte, özellikle çocukluğumuzda, yaşadığımız o bayramlar niçin tekrar burada yaşanamasın? Bu dönüşümü nasıl yapabiliriz?
Tam bunları düşünürken ilk defa kendi köyümün dışında ve ailemden uzak geçirdiğim bayrama gittim. Aslında bu benim Hizmet ile tanışma hikayemin bir parçası, tabir yerindeyse Ülkücülükle Hizmet arasındaki geçiş güzergahında hoş bir hatıra. İnşallah daha sonra detaylı yazarım ama burada sadece bayram kısmını anlatayım. Çocukluğumdan itibaren bütün bayramlarda istisnasız kendi köyümüzde, aile fertleri ve bütün akrabalarımızla birlikte olmuştuk, köyün camisinde bayram namazlarını kılıp, tekbirlerle coşup, Kuran tilavetleri dinleyip mezarlık ziyaretleri yapardık. Büyüklerin ellerini öpüp bayramlaşır, kalabalık yaşıtlarımızla adeta Cennette yaşıyor gibi bayramlar geçirirdik. Kurban bayramında buna ek olarak kurban kesiminde büyüklere yardım etme gibi faaliyetler oluyordu ki hepsinin hayatımızda muhkem bir yeri vardı. O zamanlar benim için başka türlü bir bayram hayal bile edilemezdi. Ta ki 1980 yılının Kurban bayramına kadar bu böylece sürdü. İşte o bayramda Kayseri’den Samsun’a otobüs bileti bulamadığım için Ankara üzerinden gitmeye çalışıyordum ve bu nedenle bayramın ilk günü ailemden uzakta Ankara’daydım. Misafir kaldığımız öğrenci evine yakın (sanırım 8. Caddede bir evdi) Bahçelievler Camisine bayram namazına gitmiştik. Camide yer yoktu, hatta cami dışında da caddeye kadar yer yoktu, biz ancak karşı kaldırımda yer bulabilmiştik. Ses düzeneği iyi olmadığı için bayram namazını kılarken imama uymada problem olmuştu. Namaz sonrası beraber olduğumuz birkaç kişi etrafa şaşkın şaşkın bakışıyorduk, oradaki kimseyi tanımıyorduk ve inanılmaz bir yabancılık duygusu bizi kaplamıştı. Buruk bir bayramlaşma yaşadık ve kaldığımız eve döndük. O zaman sevdiklerimden, her bayram coşkuyla kucaklaştığım çevremden uzakta olmanın hüznünü derinlemesine hissetmiştim.
Sonraki yıllarda köyümden ve ailemden uzakta bayram geçirme, özellikle Kurban bayramı, benim normallerimden olmuştu. Üniversite yıllarında ve sonrasında Ramazan bayramlarında memlekete gidilse bile Kurban bayramlarında deri toplama faaliyetleri olduğu için bulunulan yerde kalınırdı. Ancak sonraki yıllarda o ilk bayramdaki hüznü hissetmiyordum. Bunun bir istisnası Kanada’da geçirdiğim Kurban bayramı oldu. 2000 yılında Kanada’da misafir öğretim üyesi olarak çalıştığım şehirde hiç Türk arkadaşım yoktu. O zaman daha Türkler Kanada’ya akın etmemişlerdi ve çevrede temasta olduğum pek Müslüman da yoktu. Şehirde benim cuma namazlarına gitmeye çalıştığım farklı iki mescit vardı, hepsi o kadar. Zaten Kurban bayramı hafta içine denk geldiği için herhangi bir tatil yoktu, bayramı hatırlatacak bir değişiklik de olmuyor, hayat kendi rutininde gidiyordu. Ailemden ve memleketimden uzaktaki bu Kurban bayramında da inanılmaz bir hüzün yaşamıştım.
Hayatımda iz bırakan bir başka bayram da 2016 yılı Kurban bayramıdır. Ülkesiz olarak, bir mülteci olarak, kah mülteci kampında, kah izinle dışarıda geçen günlerdi… Ve Kurban Bayramı gelmişti. Bizim yaşadığımız ağır yıkım ve travmanın farkında olan bir arkadaş gelip bizi arabasıyla alıp Almanya’nın ortalarındaki Rüsselsheim’a götürdü. Uzun yıllardır orada yaşayan ev sahibimizle bayram namazında bir Kuran kursu/mescide bayram namazına gittik. Sonrasında da o zaman hayatta olan Mehmet Ali Şengül Hocayla bayramlaşmaya gittik. Ziyarete gelenler arasında Yahya Alkın Hocaefendi de vardı. Bu iki büyük insanı görmek bayramda yaşadığımız o inanılmaz hüznü ve ülkemizin, sevdiklerimizin yaşadıkları acıları bir nebze hafifletmişti. Kaderin bir cilvesi olarak bu iki güzel insan Korona salgınında bu dünyayı terk ettiler.
İşte buraya kadar olan eski bayramları, onların hüzünlerini yazmayı planlarken ve iş yoğunluğundan ertelerken Kurban bayramı gelip çattı. Bayram sabahı namazdan dönerken yol üzerinde açık olan bir Türk pastanesinden tatlılar alıp eve dönmüştüm ki telefonum çaldı. Arayan Türkiye’den yeğenimdi. Sabahın daha yedi buçuğunda bayramlaşma için aramasını biraz da yadırgamıştım. “Herhalde Türkiye’de zaman bir saat ileri, o nedenle arıyor” diye düşünerek telefonu açtığımda hayatımın belki de en acı şoklarından birini yaşadım. Üç haftadır hastanede olan annem vefat etmişti ve yeğenim bunu haber veriyordu. Bir Kurban bayramı sabahında, gidemediğim ülkemden uzaklardaydım ve annem memleketimde hayata veda etmişti. Her görüşmemizde “bir daha size burada görebilecek miyim, inşallah ben ölmeden gelirsiniz, tekrar kavuşuruz” diye dua etmişti. Hatta birkaç ay önce yattığı hastanede çalışan bir meslektaşım da taziye mesajında annemin ona da aynı şeyleri söylediğini iletti. Bu vefat, kısmen bekliyor olmama rağmen, bayram sabahı yaşanmış bir acı sürprizdi. O nedenle “Gurbet’i nasıl vatan ediniriz, buruk bayramları nasıl hakiki bayram yaparız” konularını başka zamana erteleyip annem ve bütün mağdurların vefat eden yakınları için fatihalarınızı istirham ederim. Herkese iyi bayramlar!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***