YORUM | VEYSEL AYHAN
80’li yıllarda otobüslerde yolcular molalarda yemek yer, otobüs harekete geçtiğinde ise keyif sigarası yakardı. “0302”nin içi tamamen duman altı olurdu. Sigara kokusu ve yol tutması sebebiyle çocukluğumda her yolculukta 2-3 defa istifra ederdim. Evimiz Manisa’daydı ama sık sık İzmir’e giderdik. Manisa-İzmir yolu o zamanlar sadece virajdı ve bitmek bilmezdi. İşte böyle bir yolculuk sonunda tam otobüsten inerken bir yolcunun dizden aşağısına istifra etmiştim. Çok utanmıştım. Ama yolcu, “çocuk” deyip ses etmemişti. Sonraları her aklıma geldiğinde o “amca”ya dua ettim.
İstifra etmek, kusmak insani bir şey. Özellikle deniz yolculuklarında çok olur. Bir de fırtına çıktıysa hiç midesi bulanmayanlar bile istifra edebilir.
Son 10 yıldır korkunç sarsıntılar geçirdik, keskin virajlardan döndük… Titanik’in buzdağına çarpması gibi bir çarpışma oldu. Hemen herkes, farkında veya değil, az-çok travma geçirdi. Sinir krizleri, depresyonlar… Fırtına hala dinmedi.
Böyle bir atmosferde en olmayacak tavır üst perdeden ahkam kesmek, insanları çizip atmak ve kolayca dışlamak… Gemi hala sallanıyorken ve deniz dalga dalga yaralara tuz basarken en olmayacak şey şu: Kendi yörünge ve eksenini temel ve esas kabul etmek, diğer insanları “yamuk”, “inhiraf etmiş” ve “savrulmuş” görmek.
Fırtına sürüyor. Kim, kendi ekseninin doğru olduğundan emin olabilir ki! Yerin göbeğini bilmiyor veya görmüyoruz ki ona bakıp kendi doğrumuz için hüküm verelim. Dalgalar art arda güverteye vuruyor. Kimse savrulmak istemez ama savruluyor. Dalganın tesiriyle ne eline gelirse ona tutunuyor, sarılıyor. Kimi baş aşağı duruyor ve sizi baş aşağı görüyor. Veya siz baş aşağısınız, o dimdik ayakta ama onu baş aşağı görüyorsunuz. Kimi kendini kurtarmak için başkalarına tutunup onu da sürüklüyor, kimi hala kayıyor. Veya biz kayıyoruz, yerinde duran bir başkasını kayıyor sanıyoruz. İşte böyle bir ortamda en itici duruş kendinden emin olma ve başkalarını üst perdeden yargılama.
DEFO MÜFETTİŞLİĞİ
Defo müfettişleri her şeyi en iyi bilir. Tarih bilir, felsefe bilir, fıkıh bilir, aklınıza ne gelirse… İnsan tabii ki her konuda söz söyleyebilir. Ama ahkam kesemez. Savcılık yapıp kimseyi yargılayamaz, hâkim gibi hüküm veremez.
“Münâzarat” ilmî baskının ve istibdadın korkunç zararlarını vurgular: “İstibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Râfıziye, Mûtezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir…”
Ve uhuvvetin yolunu işaret eder:
“Meşrutiyet-i ilmiye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakikatin imdâdıyla, fünun-u sâdıkanın muâvenetiyle, insafın yardımıyla şu fırak-ı dâlle Ehl-i Sünnet ve Cemaate dahil olacakları kaviyyen me’mûldür.”
Ama ilim müstebitleri buna izin vermez. Yolun kenarına oturur ve insanlara not verir. Sürekli tetikte ve defo avındadır. Kimseyi beğenmez. İki renk bilirler: siyah ve beyaz. Bir insana müspet diyebilmeleri için yüzde yüz kendileri gibi düşünmesi gerekir. Böyle bir mantık taşıyınca kubbe altındakiler ya siyah veya beyazdır. Dışarda kalan kim varsa hepsi de silinmez şekilde siyahtır… İyi bir söz eden varsa o söz kesinlikle takiyedir. Allah tövbeleri kabul eder ama bunlar etmez. Çünkü sicili bozuk birinin sicili ilanihaye düzelmez.
Defo müfettişlerinin ikinci vasfı bir şey üretmemeleridir. Defo avına çıkana kader bir şey ürettirmez. Hata peşinde koşan insan “değer” üretemez. Biraz da şuna benzer. Camidedir ama kenarda oturup namaz kılanların sehivlerini not eder. Kader de buna karşılık onu namazdan mahrum bırakır. Diyelim ki imam bir grup insana namaz kıldırıyor. Siz onlarla aynı namazda değilseniz imamın hatasını dışarıdan “SübhanAllah” diye ikaz edemezsiniz. Fıkhen bile hariçten gazel okuyamazsınız. Önemli bir inceliktir.
Bir iş yapmıyor, bir de kenarda oturup sehiv envanteri tutuyorsanız kaderin size takdiri çok ağır olabilir.
“Filan şunları konuşuyor ama yanlış.”
“Bu arkadaş inhiraf etti.”
“Falanı öne çıkarmayalım, güven vermiyor.”
“Filan cehennemlik!”
“Falan şöyle diyor ama aslında bilgisi zayıf.”
“Şu işi güzel yapıyor ama ilerde ne yapacağını bilmiyoruz.”
“Falan şu konuda saçmalıyor.”
E, buyur doğruları sen de!
Hayır, bunu yapmaz.
“Bunların hepsi yanlış yapıyor.”
Buyur ikaz et. Ettin mi?
“Yok.”
Niye?
“…”
“İlahiyatçıların hepsi şöyle…” “Hukukçular böyle” gibi genellemeler.
“Filan abi eski kafa… Falan abla bizi anlamıyor…”
Yahu bu insanlar 70 küsur yaşında. Allah, genç iken belki senin elli yılda başaramayacağın işleri yaptırdı onlara. Ki gerçekten de dünyayı yanlış algılıyor olabilirler ve bu normaldir. İnsanlar belli bir yaştan sonra çocuklaşıyorsa, yadırgayacağımız davranışlar içine giriyorsa bu hâli kendi babamız yaptığında problem etmediğimiz gibi kim yaparsa yapsın problem etmemeniz gerekir. (Bkz: Yasin, 68)
Ya bu ağır ve saygısız sözlerimiz bir de dua yerine geçerse ve kader bize 75 yaşına geldiğimizde başımızda huni ile gezmeyi takdir ederse…
Bundan korkmak gerekmez mi?
MİNİ TEST
“Aç açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun/İnançla geril, insana sevgi duy/Kalmasın el uzatmadığın bir mahzun gönül!”; “İnsanları kendi konumunda kabul etme, hoşgörülü olma” gibi altın ilkelerimiz vardı. Bu ilkeler niye hep kubbe dışına?
Bırakın insanların diline zaptiyelik yapmayı! Konuşanın boğazının sıkıldığı bir dünya medeniyet üretmez.
Bırakın bu fırtınada insanlar içini döksün hatta üstünüze istifra etsin. Kızan, kızsın, öfke krizi geçiren, öfkesini boşaltsın. Bu dönemin normali bu. “O yamuk”, “bu çarpık” diye sicil tutmak yerine kendi yamukluklarımızın avcılığına çıkmak daha mantıklı değil mi? (Bkz: Maide 105)
Buyurun mini bir test:
- Bu fırtınada muhataplarınızın üzerinize boca ettiği istifralara, zifoslara müsamaha ile yaklaşabiliyor musunuz?
- Her ne söylenirse söylensin; kim, nasıl eleştirilirse eleştirilsin öfkelenmeden yutkunarak da olsa anlamaya çalışıyor musunuz?
- Allah’ın bu kubbenin altında sizinle aynı safta olmayı takdir ettiği insanlar karşısında, Allah’ın bu takdirini saygıyla karşılayıp en sevmediğiniz o insanları bile kucaklayabiliyor musunuz?
- Aynı kubbeyi paylaştığın bazı insanları seviyor ama bir kısmını zihnen dışlıyorsun. Peki bu ötekileştirmeden hicap duyup Allah’ın huzuruna şu duaya koşuyor musun?
“Allah’ım bu korkunç defomu tamir buyur!” “İçimdeki sevgisizlik illetine şifa ihsan et!” “Taşlaşmış bir kalple sana gelmekten beni kurtar.” diyor musun?
EN TEHLİKELİ İŞ
Dünyada belki de en tehlikeli iş, gayret eden, bir şey üreten insanları alelamyâ eleştirmektir. Hizmet için yola düşmüş, alnından ter akan, şakakları zonklayan birileri hakkında konuşacaksanız çok ama çok korkun! Kader sizi ağzınızdan çıkan tek bir kelimeyle mayına basmışçasına savurabilir.
Sizin çocuklarınız vardır. Birbirleriyle didiştiklerinde bu, sizi üzer. Hepimiz aynı kubbenin altındayız. Birbirimize dönük her kınamamız, ters bakışımız rıza-yı ilahinin teyidine muhtaç olan kubbenin bütünlüğünü tehdit eder. Mukadder nisap miktarı ne ise, işte onu geçince de o kubbe tepemize yıkılır… -Mertçe, sevgiyle bir kenarda ikaz etmek ayrı mesele-. Defolar kubbenin bütünlüğünü tehdit etmez. Kubbenin bütünlüğünü tehdit eden önemli bir faktör defo müfettişliğidir. Defo avcılığı kubbede sağlam çimento bırakmaz, çeliği bile çürütür. (Sistematik ve usulü dairesinde denetim hayatî ve ayrı bir konu)
Biz mahkeme değiliz. Allah’ın vereceği hükümleri tüm tarafları dinlemeden minnacık havsalamızla vermeye kalkmamız Allah’a karşı saygısızlık.
Bir gün fırtına dinecek. Belki bize göre “savrulanlar” o gün bizden daha dengeli duruş sergileyecek. Bilemeyiz. Bugüne kadar neyi bilebildik ki bunu da bilelim.
Yarın bir gün öteye gideceğiz. Geride hoş bir sadâ bırakmak varken, ona buna ayar vermiş, hayatı elinde mezura ile onu bunu ölçmekle geçmiş bir ömürle gitmek bayağı bir cüret ve ötesinde cahil cesareti.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***