Kemal YALÇIN
Vatansız-Heimatlos Belgesel filminin gösterileceği Köln’deki Filmhaus sinema salonunun fuayesi erkenden Anadolu’nun değerli evlatları 12 Eylül sürgünleri ve vatansızlarıyla dolmaya başladı. Kader ortakları, dava arkadaşları, yoldaşlar kimi ayakta, kimi masa başında duruyorlar. Ortalıkta sessizlik ve hüzün rüzgârı esiyor.
Hemen hemen herkes birbirini uzaktan yakından tanıyor. Yıllar 12 Eylül sürgünlerinin omuzlarını çökertmiş, birçoğunun saçları başları ağarmış.
Uzun zaman karşılaşmamış, konuşmamış sürgünler, mülteciler birbirlerine genellikle “Nasılsın?” “Sağlığın nasıl?” sorularından hemen sonra “Türkiye’ye gidip geliyor musun?” diye sorarlar. Bu soru yeni soruların önünü açar. “Kaç yıl oldu gitmeyeli?” “Hiç gitmedin mi 30 yıldır?” “Şunu gördün mü?” “Onun sağlığı nasıl?”
12 Eylül 1980 sürgünleri yaşlandılar artık. 12 Mart 1971 sürgünlerinin birçoğu ise birer birer ayrıldılar aramızdan. Yollarımız giderek tenhalaşıyor. 12 Mart sürgünlerinin en yaşlı vatansızları Doğan Özgüden ile eşi İnci Tuğsavul Özgüden’i bekliyoruz hep birlikte.
12 Eylül sürgünlerinden Osman Okkan ile 12 Mart vatansızları Doğan Özgüden ile İnci Tuğsavul Özgüden sessizce kapıdan girdiler. Gözler onlara çevrildi. 52 yıl önce 12 Mart 1971 darbesi sonrasında “Balyoz Harekâtı” adı verilen çok zor günlerde gözleri arkada kalarak ayrılmışlardı İstanbul’dan.
1982 yılında Askeri Cunta tarafından Anadolu’nun 200 evladıyla birlikte vatandaşlıktan “atıldılar!” Aradan 41 uzun yıl geçti. Çok hükümetler geldi geçti. Dünya değişti. Sovyetler Birliği yıkıldı. Soğuk savaş sonra erdi. Fakat vatandaşlıktan atılanlar bir daha vatandaşlığa alınmadılar. Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden vatansız kaldılar. 52 yıldan beri var oldukları toprakları, sokaklarında marşlarla yürüdükleri caddeleri, dudaklarını ilk kez çiçeklendirdikleri, unutulmazlıkları yaşadıkları gençlik dünyalarını bir daha göremediler.
Nasıl bir Anadolu’dur bu Anadolu? Bir ana evlatlarına bu kadar kinlenir mi? Ey Anadolu sen Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden adlı evlatlarını hiç hatırladın mı? Hiç arayıp sordun mu onları?
Fakat onlar seni hiç unutmadılar! Senin hasretinle hüzünlendiler. Senin hasret türkülerini söylediler sessizce! Allı turnaların kanatlarına senin hasretin damladı! Hissettin mi gözyaşlarının gizemli hüznünü hiç?
“Bir yiğit gurbete düşse / Gör başına neler gelir” demişti Karacaoğlan!
Karacaoğlan gurbeti görüp yaşamıştı. Vatansızlığı nereden bilsin? Fakat Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun türkülerini söylediler vatansızlar, sürgünler yaban ellerde. Sen hiç duymadın bu türküleri el oğlu duydu dünyanın her yerinde!
Ey Anadolu! Senin en değerli, en fedakâr, en yiğit evlatların terk etmek zorunda kaldılar senin sıcaklığını! Bir damla can güvenliği, bir damla huzur bulabilmek için sığındılar Avrupa’nın kapılarına! Yarım kalmış düşlerini, yarım kalmış sevdalarını yeşermek için çok çalıştılar. Fakat vatansızlık, vatan hasreti yiyip bitirdi onların birçoğunu.
Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS) Kurucu Başkanı Yazar Fakir Baykurt 16 yıl göremedi Anadolu’yu, Türkiye’yi. Kanser oldu. Son nefesini Almanya’nın Essen şehrinde verdi.
Yılmaz Güney kanser oldu. Paris’te yatar şimdi.
Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu sürgünde kanser oldu. Ankara’da öldü.
TÖB-DER Artvin Şube Başkanı Enver Karagöz’ün boğazına işkencede kaynar su dökerek sesini yok ettiler. Almanya’da kanser oldu. Köln’de yatar sessizce!
Doğan Özgüden kanser oldu. Çok şükür yendi bu lanet hastalığı. Şimdi aramızda, şimdi karşımızda gülümsüyor kendi hayatının gösterileceği sinema salonunun kapısında! İnci Tuğsavul Özgüden, Doğan Özgüden’in yanı başında, bir bizlere bakıyor, bir dünyaya.
Salon doldu. Işıklar söndü.
Bir anda silahlı çatışma sesleri, kör kurşun sesleri doldurdu karanlık salonu!
Neredeyim?
Neredeyiz?
Zaman hangi zaman?
Herkes kendini yaşamaya, herkes kendi zamanını solumaya başladı. Kurşunlar uçuşuyor başımın üstünden!
Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Sarı Yatakhanesi’ndeyim. Aylardan şubat, yıllardan 1971. Gecenin karanlığında kurşun sesleri arasında koşuyorum. Sonra dönüp geliyorum yatakhanemizin kapısına! Saat 22.00 suları. Hüseyin Aslantaş kapının önünde yatıyor.
“Kalk Hüseyin kalk!
“Hüseyin Kalk!”
Başını çevirmek için tutuyorum. Sol elimin parmakları Hüseyin’in beynine giriyor, parçalanmış kafatası kemikleri parmaklarıma batıyor!
“Hüseyini vurmuşlar! Açın kapıyı, açın!”
Açtılar kapıyı, Hüseyin’i kucakladık, Çapa Tıp Fakültesi’ne götürüyoruz!
Sonra! Hüseyin’i karlı topraklara verdik!
Sonra 12 Mart darbesi oldu!
Sonra Balyoz Harekâtı başladı!
Sonra 12 Eylül darbesi oldu.Gözlerim arkada kalarak ayrıldım yerimden yurdumdan. 15 yıl gidemedim doğduğum topraklara!
Şimdi Köln’de vatansız belgeselinin karanlığında kurşun sesleri arasında uçuyorum hatıralarımın sokaklarında! Bir Köln’deyim, bir İstanbul’da! Bir dündeyim bir bugünde!
Silah sesleri sustu!
Doğan Özgüden’in sesi geldi karanlığın içinden. Bu ses deli eder insanı! Bu ses kelimelere sığmaz! Bu ses acılar, hasretler okyanusunun damlaları.
“Babam demiryolcuydu benim! Çocukluğum savaşın yoklukları içinde geçti. Doğduğum yerleri, büyüdüğüm sokakları, İzmir’i görmek istiyorum şimdi! Vatandaşlıktan 1982 yılında attılar 200 kişiyle birlikte beni. 52 yıl oldu Türkiye’yi görmeyeli…”
Film devam ediyor. Herkes kendini yaşıyor. Bir perdedeyiz, bir Köln’de, bir dündeyiz bir bugünde…
Tarih beyaz perdede, gözlerimizin önünde akmaya başladı. Gözlerim beyaz perdeye bakıyor, beynim kendi geçmişimi görüyor.
27 Mayıs 1960 günü kiraz topluyorduk bahçemizde. Yedi yaşındaydım.
İnci Tuğsavul, Cemal Gürsel ile konuştuğu zamanlarda ben
Olur mu böyle olur mu
Kardeş kardeşi vurur mu
Kahrolası diktatörler
Bu dünya size kalır mı
Marşını söylüyordum karakoldaki askerlerle birlikte.
Perdede zaman akıyor, tarih canlanıyor.
Rüzgarların soldan estiği günlerdeyiz! Sokaklarda devrim marşları söyleniyor.
Sonra 12 Eylül geliyor.
Gençliğimiz, umutlarımız, düşlerimiz kurşunlarla delik deşik ediliyor.
Doğan Özgüden alıyor sözü!
Sonra İnci Tuğsavul Özgüden veriyor sesi!
Sonra Akşam gazetesi ile, Ant dergileriyle ve Ant Yayınları’ndan çıkan kitap kapaklarıyla göz göze geliyoruz. Biz ’68 kuşağı gençleri bu gazeteleri, kitapları ve bu dergileri okuyarak yolumuzu çizmeye çalışmıştık. ’68 kuşağı gençlerinin birçoğunda Akşam gazetesinden, Ant dergilerinden, Ant yayınlarından izler vardır.
Akşam gazetesi o yıllarda 300.000 tiraj yapan bir gazete idi.
Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçiyor zaman.
Darbeler geliyor her on yılda bir…
Hep darbe yiyor Anadolu’nun en dürüst, en yiğit evlatlarını…
Kimi kör kurşunlarla yok ediliyor.
Kimi canını kurtarmak için terk ediyor vatanını, yurdunu…
Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden ile Belçika’nın başkenti Brüksel’de Güneş Atölyeleri adı verilen okuldayız şimdi…
Vatanlarından, yerlerinden kopup gelmiş insanlar dil öğreniyor, kendilerini anlatıyorlar.
Ruandalı bir kadın “Ben buraya gelince rengimi unuttum,” diyor.
Güneş Atölyeleri bir avuç dünya. Kavgasız, dövüşsüz yaşıyor çoluk çocuk, kadın erkek, dil dile, yürek yüreğe.
Sonra Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden’e ödüller veriliyor, Güneş Atölyesi kutluyor onları güneşiyle, ayıyla…
Sonra vatansız Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden vatan nere, yurt nere, diye soruyorlar kendilerine ve bizlere…
12 Mart, 12 Eylül sürgünleri, vatansızlar, seyirciler alkışlarla cevap veriyorlar onlara.
Film bitti, söyleşi başladı
Doğan Özgüden, İnci Tuğsavul Özgüden, Osman Okkan, Belgesel Filmi yapımcısı Esra Yıldız ve Alman Gazeteciler Birliği (DJV) Başkanı gazeteci yazar Frank Überall karşımızda yerlerini aldılar.
Köln Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi ve Çok Kültürlülük Forumu’nun desteğiyle bu gösteriyi düzenlenmiş olan Türkiye Almanya Kültür Forum adına sunuş konuşmasını yapan Osman Okkan iki sürgün gazetecinin mücadelelerini gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında aralıksız sürdürerek gelecek kuşaklara da Türkiye demokratik direnişinin geçmişi ve bugünü üzerine önemli bir arşiv oluşturduklarını vurguladı.
İnci Tuğsavul ve Doğan Özgüden’in sürgündeki mücadelelerinin ilkeleri, özellikle de enternasyonal dayanışmacı yanı üzerine açıklamalar yaparak soruları yanıtladılar. İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Belgesel Film Yapımcı Esra Yıldız da “Vatansız” belgeselinin gerçekleştirme nedenleri ve süreci üzerine bilgi verdi.
“Vatansız Belgeseli”ni yapmaya 2008 yılında karar verdim. Vatansız Gazeteci kitabının Birinci Cildini 2010 yılında okuduktan sonra belgesel projesi kafamda daha da netleşti. Çeşitli zamanlarda Brüksel’e geldim. İnci Tuğsavul ve Doğan Özgüden ile uzun görüşmeler yaptım. Güneş Atölyeleri öğrencileri ve öğretmenleriyle konuştum, filmlerini çektim.
Türkiye’de belgesel filmlerin finanse edilmesi çok zor. Vatansız belgeselinin hem yönetmeni hem yapımcısı benim. Bu belgeseli tamamen kendi imkanlarımla, bin bir güçlükle finanse ettim.
Film önce Antalya’da Altın Portakal Film Festivali’nde gösterildi. Daha sonra Ankara ve İzmir’de gösterildi. Yurtdışında ise Boston ve Paris’te seyircilerle buluştu. Büyük yankılar aldı. Umarım Köln’de bu gösterimden memnun kalmışsınızdır,” diyerek sözlerini tamamladı.
Alman Gazeteciler Birliği (DJV) Başkanı gazeteci yazar Frank Überall, Türkiyeli iki meslektaşını ülkelerinin demokratikleşmesi için verdikleri mücadeleden dolayı kutladı, Türkiye’de halen çok sayıda gazeteci, yazar ve siyaset insanının zindanlarda tutulduğunu hatırlatarak, Türkiye halklarının haklı mücadelesiyle dayanışmayı sürdürme kararlılığını vurguladı.
Sürgün yazarlardan Engin Erkiner de bu film gösterimine katılarak Avrupa Sürgünler Meclisi adına şu mesajı iletti:
“52 yıllık sürgün yaşamlarında, boyun eğmeden inatla ve dirençle, insan hakları, özgürlük, adalet, tam hak eşitliği, halklar arası kardeşlik ve sömürüsüz, baskısız, özgür bir dünyanın yaratılması mücadelesine aralıksız katkı ve emek katan, üreten dostlarımız, yoldaşlarımız Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul’u sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.”
Vatansız, haymatlos, yersiz yurtsuz olarak geçen 52 uzun yıl
Vatan hasreti tarif edilemez!
Her sürgün, her vatansız kendi dünyasında yaşar vatan hasretini!
Vatan hasretini yaşayan bilir.
Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden vatan hasretinden kurtulmak, vatana, yurduna dönebilmek için çok uğraştılar, çok! Doğan Özgüden anlatıyor uğraşlarını:
“12 Haziran 1990’da Türk vatandaşlığından çıkarılma işleminin iptali için Türkiye’de avukatımız aracılığıyla Danıştay’a yaptığımız başvuru, 1982 Anayasası’na göre Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve hükümetlerinin kararlarına karşı yargı yoluna başvurulamayacağı gerekçesiyle reddedildi.
Türkiye’deki tüm olası hukuk yolları tükendikten sonra, 7 Aralık 1990 tarihinde Belçikalı bir avukat aracılığıyla Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvurduk. Türk Hükümeti komisyona gönderdiği ilk savunma metninde bizim Türk Ceza Kanunu’nun 140, 141, 142, 158, 159, 311 ve 312 maddelerini ısrarla ihlal ettiğimiz için vatandaşlıktan atılmayı hak ettiğimizi bildirdi.
Ancak, nihai savunma için kendisine verilen sürenin dolmasına bir gün kala Türk Hükümeti Vatandaşlık Yasası’nın 25. Maddesi’ne Cunta’nın eklediği G fıkrasını yürürlükten kaldıran bir kanunu alelacele Meclis’ten geçirdi.
Avrupa kurumları genelde Türkiye’yle ilişkileri iyileştirme sürecine girmiş olduğundan AİHK’da 28 Haziran 1993’te, vatandaşlık hakkımız iade edilmiş olduğuna göre, dâvanın görülmesine gerek kalmadığına oy çokluğuyla karar verdi.
Türk Hükümeti’nin Danıştay’a ve AİHM’e verdiği yanıtlarda, vatandaşlığımızın kaybedilmesine gerekçe olarak Türk Ceza Kanunu’nun birçok maddesi uyarınca hakkımızda cezai kovuşturma başlatıldığını resmen belirtmiş olduğu için, avukatımız Halit Çelenk Türk Dışişleri Bakanlarına birkaç kez başvurarak Türkiye’ye dönmemiz halinde hakkımızda kovuşturma yapılmayacağına dair garanti verilmesini istedi, ancak Hikmet Çetin, Mümtaz Soysal ve İsmail Cem de dahil hiçbir Bakan böyle bir garanti vermedi.”
Özgüdenler sürgüne geldikleri zamanlarda Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da faşist cuntalar ve rejimler vardı. Bu cuntalar, bu faşist rejimler yıkıldı gitti. İspanyol, Portekizli, Yunanistanlı sürgünler, vatansızlar döndüler ülkelerine ve büyük törenlerle kucaklandılar anavatanlarında. Türkiye’de ise cuntalar yıkıldı, kanunları kaldı geriye. Sürgünlerin ve vatansızların birçoğu dönemedi yurduna, vatanına…
Doğan Özgüden konuşmasını şu sözlerle bitirdi:
“28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Türkiye’nin değişebileceğine, haymatlosların, sürgünlerin Türkiye’ye dönebileceklerine biraz inanmış, umut etmiştik! Olmadı, olamadı! Haymatlos bir insan kendi ülkesi dışında dünyanın her ülkesine gidebilir. Bu nedenle zamanla dünya haymatlosların vatanı haline gelir. Benim için, bizler için artık dünya vatanımız haline geldi. Fakat ölmeden önce doğduğum yerleri, İzmir’i, İstanbul’u görmek isterim!”
Ey Anadolu duyuyor musun? Senin evladının, senin evlatlarının son arzuları ölmeden önce seni görmektir!
Kimse bu dünyada vatansız, yersiz yurtsuz yaşamak zorunda kalmasın artık!
Sevgili Esra Yıldız, böyle bir belgesel yaptığın, haymatlosların seslerini duyurduğun, hatıralarımızı canlandırdığın için sana çok teşekkür ederim.
Bu film etkinliğini düzenleyen Türkiye Almanya Kültür Forum’a, Sevgili Osman Okkan’a, etkinliği destekleyen Köln Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi’ne ve Çok Kültürlülük Forumu’na teşekkürlerimi sunarım.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***