YORUM | M. NEDİM HAZAR
Ramazan Yazıları 2
“Sabah ve akşam;
Allah’ın rızasını dileyerek Rablerine dua eden kimselerle beraber,
nefsini sabırlı tut.”
Kehf – 28
Ben öğrendiğimde çok şaşırdığım bir bilgi ile başlamak isterim.
Sabır kelimesinin anlam itibarıyla o kadar geniş ve zengin bir yelpazesi var ki, ben şaştım kaldım.
Cevheri ve Cürcani’den aynen aktarıyorum:
“Sabır kelimesi, Arapça “s-b-r” kökünden gelmekte olup, “darda tutmak, engellemek, hapsetmek”, “sızlanmamak, kendini acındırmamak”, “birisinden öç almak”, “birine kefil olmak”, “toplamak, eklemek, şiddetli olmak”, (Bunlar Tacü’I-Luga ve Sihahu’I-Arabiyye’den), Cürcani ise Kitabü’t-Ta’rifat’ta meseleya bambaşka bir genişlik kazandırır; “dili şikâyetten korumak”
Projeksiyonu biraz daha ihata edici zaviyeye çekersek, mesele muazzam karmaşıklaşıyor:
Bu yazı için hayli istifade ettiğim Recep Önal’ın araştırmasında ise:
- Sıkıca yakalamak, hapsetmek, menetmek, alıkoymak, darlıkta kendini tutmak…
Nitekim Araplar, “hayvanı yemsiz olarak hapsettim” anlamında “sabartü’d-dabbe”; filan kişi ölmesi için ölünceye kadar hapsedildi anlamında “fülanün kutile sabran”; hüküm sahibi bir kimsenin, bir başkasını yemin edinceye kadar hapsetmesi anlamında “yeminü’s-sabra”; onu bir yere hapsederek öldürdü anlamında da “katelehü sabran” ifadelerini kullanır.
2. Sabr kelimesi “feale-yefulu” babında kullanıldığında “kefalet” anlamına gelmektedir. Kefil olan kişiye de sabîr deniyor. Kefil olan kişi sanki borcunu ödemek için nefsini hapsetmiş anlamına gelir.
Araplar “bana kefil göster” anlamında “usburnî” kelimesini kullanmışlardır.
3. “Toplamak ve ilave etmek” gibi manalar da yine sabrın karşılığı olarak yer alır.
Arpa ve buğday gibi yenilecek maddelerin yığını için, “subretü’t-taam” taş yığını için de “subaratü’l-hicarat” ifadeleri kullanılmıştır.
Daha enteresan anlamlar da var. Devam edelim:
4. Sabr kavramı şiddet ve kuvvet anlamında da kullanılır.
Araplar, kış çok şiddetli olduğu zamanlarda bunu ifade etmek için “sabarratü’ş-şitai” ibaresini kullanırlar.
Yine bir kavmin şiddetli bir sıkıntıya düştüğünü ifade etmek için de ·”vakaü’l-kavmü fî ummî sabbûrin” ifadesini kullanmışlardır.
5. “Dilde tutmak” ve “el çekmek” manasında da kullanılır. Yani insanın bela ve musibetler karşısında dili şikâyetten, uzuvları yanlış hareketlerden korumak manasındadır.
Her biri başlı başına bir yazı konusu olan bu manaların günümüzle kesişen ve çağlar üstü olan manalarının peşine düşelim biz.
Hûd suresi 115 şöyle başlar: “Ve Sabret…”
Müminlere bir nasihattir bu.
En önemli ve ilk nasihatlerdendir.
Kur’an, müminlerin sabrını, toplumun büyük bir kesimi tarafından yaşanan, gelenekleşmiş sabır anlayışından ayıran çok önemli farklılıkları olduğunu vurgular.
Şöyle ki;
İnsanların pek çoğu, sabrı ancak zaruri bir durum oluştuğunda ve yapacak başka bir şey kalmadığına inandıkları anlarda gösterirler.
Nitekim Kur’an özellikle başlangıç surelerinde bu meselenin üzerinde ısrarla durur.
Ve ne yazık ki zaruri durum ve mağduriyet bittiğinde kısa sürede hakikati unuttuklarına ve hatta “yan gelip yattıklarını” söyler.
Ve fakat “sabır” zannedilen bu yapay tavrın, sabrın gerçek anlamıyla hiçbir bağlantısı yoktur.
Yine Kur’an rehberliğinde öğreniyoruz ki, bu kimseler göğüs germek durumunda oldukları bir zorluğa ancak tahammül edebilirler. Tahammül eden bir insan, başına gelen olayları Allah’ın bir hikmet üzerine yarattığını ve tümünün ardında pek çok hayır gizlenmiş olabileceğini düşünmediği için sıkıntı içerisindedir. Ruh halindeki bu olumsuzluk, memnuniyetsizliğini ifade eden şikayetçi konuşmalarla ve sıkıntılı yüz ifadeleriyle kendini belli eder. Tahammül edilmesi gereken durum sona erene kadar bu kimseler olumsuz bir ruh halinden kurtulamazlar.
Gelelim müminlere.
Müminlerin gösterdiği sabır ise bu tahammül anlayışından çok farklıdır.
Başlarına bir zorluk geliyorsa bunu yaratanın Allah olduğunu ve bunun mutlaka kendileri için hayırlara vesile olacağını bilirler. Allah’ın kendileri için en güzel kaderi belirlediğini bildikleri için karşılaştıkları her olaya gönülden razı olur ve hoşnutlukla tevekkül ederler. Ankebut 59’da Allah müminler için “Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.” buyurur.
Allah’a (haşa) mızmızlanmak mümince bir tavır olmadığı gibi, şikâyet etmenin ucu çok tehlikeli noktalara ulaşan bir savruluş olduğunun da bilinmesi lazım.
Müminler hangi şartlar altında olurlarsa olsunlar, şikâyet etmeyi, yakınmayı kendilerine hiçbir şekilde yakıştırmazlar.
Kur’an, “Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirah, 5-6) derken Allah’ın zorlukları kolaylıklarıyla birlikte yarattığını ve bunun Allah’ın değişmeyen kesin bir kanunu olduğunun bilinmesini ister.
Size enfes bir Hadis-i Şerif aktarayım:
“Sen, yakinî bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde sabırda çok hayır var. Şunu da bil ki nusret sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.” (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi)
Büyük deha Gazalî’nin sabır yorumu da muhteşemdir:
“Neticeleri ve istekleri zıt olan iki kuvvetin karşılaşmasında, bir kuvvetin metanet gösterip dayanmasından ibarettir.”
Dünkü yazıda neyi vurgulamıştık?
Fren denge mekanizması.
İmam Nevevi’nin yorumuyla bugünkü faslı bitirelim:
“Sabır, insanın Allah’a ibadet etmesi, yasaklardan uzak kalması ve dünyada her türlü belalara ve kötülüklere karşı metanetli olmasıdır.”
Sıkıcı olmayayım diye canım çıkıyor, bilin istedim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***