HALİL DALKILIÇ
Son yıllarda Kürt tarihine ilişkin alan araştırmaları, akademik çalışmalar ve yayıncılık alanında yeterli olmasa da bir artış söz konusu. 50 yılda yazdığı 40 eseriyle, Kürt tarihi araştırmalarının bugün geldiği düzeyin temel taşlarını döşeyenlerden biri olan araştırmacı yazar Mehmet Bayrak ile bu gelişmeleri ve Kürdoloji çalışmaları üzerine konuştuk. Bayrak, kendi Kürdoloji serüvenini anlatırken, bugünkü sorunlara cevap bulabilmek için bölünmüşlüğün Kürt halkında yarattığı travmanın sonuçlarının doğru değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapıyor…
-Sizi farklı tarihlerdeki ziyaretlerimde, çalışmalarınız nedeniyle hakkınızda açılan davalara ilişkin oldukça kalın dava dosyasıyla görmüştüm. Bugün, yani 21. yüzyılda da Kürt tarihçiliği hala mahkeme-zindan-sürgün girdabında mı? Kürt tarihi araştırmacı yazarlığında 50 yılı geride bırakmış bir tarihçi ve bu süreçlerin hepsini yaşamış biri olarak hala davalarla uğraşıyor musunuz?
Evet, gördüğün iki klasörlük dava dosyaları, gerçekten de benim 25 yıla varan yargılanma sürecimin bir külliyatı niteliğinde. Hatta, ara duruşma belgelerine yer verseydim ve hala ulaşamadığım 1979-1983 yılı belgeleri de eklenseydi bu dosya hacmi daha da büyüyecekti.
Çünkü, daha 1979 yılında TRT Televizyonu’nda başladığım bir çocuk programı, dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Başsavcılığı’nın sansürüne uğramış ve sunucu olarak benimle, programcı arkadaş hakkında dava açılmış ve program yasaklanmıştı. Aynı yılın Aralık ayı ile 1980 Ocak ayında Demokrat gazetesinde yayımlanan 30 gün süreli ‘Halk Şiirinde Toplumsal Olaylar ve Başkaldırmalar“ yazı dizisi hakkında 12 Eylül faşist cuntası döneminde İstanbul Asliye Basın, Ağır Ceza Sıkıyönetim mahkemelerinde üç ayrı dava açılmış; bunlardan ikisinden beraat etmiş ancak Dersim soykırımına ilişkin bir Kirmanckî/Zazakî ağıttan dolayı 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştım ve bu ceza paraya çevrilmişti.
Yaklaşık üç yıl devam eden bu yargılanma sürecine ilişkin birçok belgeye de henüz ulaşabilmiş değilim. Avukatlarımdan Orhan Apaydın, bugün hayatta olmasa da, hayatta olan hemşerim Av. İbrahim Sinemillioğlu da bu belgelere ulaşabilmiş değil. Yani tüm bu belgelere de yer verebilmiş olsaydım, gördüğün bu külliyat daha da büyüyecekti…
-Kürt tarihine ilişkin araştırmalara başladığınız 1970’li yılların başından günümüze, bu 50 yıllık süreçte genel olarak Kürt tarihçiliği nasıl bir seyir izledi? Kendi deneyiminizden yola çıkarak bu serüvenin gelişim düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeterli olan ve eksik kalan nedir?
DTCF Türkoloji Bölümünü 1970’te bitirdikten hemen sonra 1971’de yazmaya başladım. 50 yılı aşan yazarlık yaşamımda, bugüne kadar 40 çalışmam yayınlanmış durumda. (Bu sürece ilişkin “Duygular Dönüştü Söze“ başlıklı anısal-inceleme/araştırma çalışmama bakılabilir. Özge yay. Ank.2022)
Geç-Osmanlı döneminde 1920’ye kadar 20 dolayında Kürt demokratik örgütü kurulmuş ve bu örgütler 15 dolayında Kürt kimlikli gazete ve dergi yayımlamışken; bu süreç, İttihat-Terakkicilerin ideolojik temellerini atarak uygulamaya koyduğu “Etno-dinsel temizlik/Tek-tipleştirme/Türk-İslamlaştırma“ politikasının; 1921-22’de Fransız ve İngilizlerle yapılan gizli anlaşmaların ardından Lozan’la resmileşmesi üzerine bir “ret-inkar ve imha“ politikasına dönüşür. Bu tarihten sonra demokratik Kürt örgütlenmesi yasaklandığı gibi, Kürt yayıncılığı da tamamen yasaklanır…
Bundan dolayıdır ki; “Devlet aklı ve söylemi, açık planda ret ve inkarcı, gizli planda itirafçı ve kabulcüdür…“ Resmi Türk tarih söylemine ve kültür kuramına ilişkin iddialar, bu gizli belgelerin ışığında tamamen berhava olmaktadır… Açık söylemek gerekirse; bu gizli belgelerin itiraf ve kabulünden sonra, yakın dönem Türk ve Kürt tarihine ilişkin düşüncelerim tamamen ete-kemiğe bürünmüş oldu. Nitekim, hemen tamamı alanının ilk çalışmaları olan Kürdoloji yayınlarım üzerine bu kadar gidilmesinin temel nedeni de, bu gerçekliği belgelerle ortaya koymamdandır…
1980 Cuntası’ndan sonra 1988-89 yıllarında çıkardığım Özgür Gelecek Dergisi, bu süreçte ülkede çıkan 2 dergiden bir tanesiydi. 1990’dan itibaren de Kürt kimlikli yayınlara yöneldim ve kendi çalışmalarımın yanında, editör sıfatıyla da 20 dolayında bilimsel Kürdoloji yayını yaptım. Toplam 8 sayı olarak çıkardığımız dergiden dolayı 2 defa tutuklandım ve hakkımda 32 dava açıldı; kitap yayınlarından da 10 buçuk yıl hapis cezası aldım, ülke dışına çıkmak zorunda kaldım. En son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtığım dava 2004 yılında noktalandı Yargılanma sürecim toplam 25 yıl devam etti…
-Şüphesiz; Kürt coğrafyasının bölünmesi, Kürt özgünlüğünün farklı siyasi rejimler tarafından baskılanması Kürtleri ‘parçalı’ tarihsel süreçlere mecbur bıraktı. Ancak bugün farklı parçalardaki Kürtler belki de tarihte birbirleriyle en ilgili oldukları bir süreci yaşıyor. Bu ‘ulusal’ ilginin Kürt tarih araştırmaları alanına yeterli bir yansımasından söz edilebilir mi? Yoksa Kürt aydınının ilgi düzeyi hala ‘parçalı’ mı?
Yazarlık yaşamım boyunca, her zaman Kürt sorununun demokratik çözümünü savundum ve bu çözüm gerçekleşmeden Türkiye’ye demokrasinin gelemeyeceğini söyledim. Bu tespiti yaparken, açık ya da gizli söylemiyle Türkler ’in ve Kürtler’ in yakın tarihini bilerek konuşuyor ve yazıyordum. Kuşkusuz, bir halkın geçmiş tarihini bilmek önemli ancak yakın tarihini bilmek daha da önemlidir… Kürt coğrafyasının 1639’da Osmanlı ve Safeviler arasında resmen ikiye bölündüğünü, 1923 Lozan Anlaşması’yla da dörde bölündüğünü bileceğiz ancak bu bölünmelerin Kürt halkında yarattığı travmayı ve yol açtığı sorunları daha da iyi bileceğiz ki, bugüne cevap olabilelim. Kendi payıma yaptığım iş ve sunduğum perspektif tam da bu doğrultudadır…
-Çalışmalarınızın önemli bir kısmını oluşturan Alevi-Kızılbaş-Yarsan-Ehlî Heq ve Êzîdî Kürt sosyal gerçekliği, tarihi ve coğrafyasına ilişkin Kürt tarih araştırmacıları ve yayıncılarının ilgi düzeyi konusunda ne söyleyebilirsiniz? Kurdî sosyal ve kültürel algının asıl kaynakları olan bu sosyal gerçekliklere karşı Kürt tarihçisi ve aydınında sanki eklektik bir yaklaşım var. Bu konuda dikkatinizi çeken bir durum var mı?
Kendi payıma hemen tüm çalışmalarımda; başta Kürt halkı olmak üzere ezilen halkları; başta Aleviler olmak üzere ezilen inanç kimliklerini; ezilen cinsiyet olarak kadınları ve ezilen sınıf olarak emekçileri özne aldım.
Geçmişte Kemalist resmi ideolojinin, ardından Türki ve Kemalist karakterli Türkiye Solunun etkisinde kalanlar; bu olguyu ve yaklaşımı yeterince kavrayamadılar. Sözgelimi, bir Alevi benim neden Kürt sorunuyla ya da bir Kürt, benim neden Alevilik gibi ezilen inançlara sahip çıktığımı çoğu kez kavrayamıyordu. Çünkü, değişik renkte resmi ideolojiler ve kültür kuramları, onların düşünce ve duygu dünyasını alabildiğine kuşatmıştı. Bundan dolayı, önümüzdeki handikap çok boyutluydu. Neyse ki, yapılan çalışmalar ve verilen mücadeleyle bugün bir hayli yol alınmış durumda. Çünkü aslolan, toplumsal gelişme yasalarıdır ve haklı olan her zaman daha güçlüdür…
Halil Dalkılıç; ODTÜ Makina Mühendisliği mezunu. Türkiye’de Özgür Ülke ve Politika; Almanya’da Ö.Politika, Alevi kanalı TV10 ve Nûpel haber sitesinde çalıştı ve yazdı. Kürtçe (Kurmancî) ve Türkçe yazıyor. “Asimilasyon Kıskacında Alevi Kürtler” ve “Çorapta Saklı Kalbim” isimli öykü kitapları var.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***