Akşener’in konuşmasının ilk sözü boş retorik, son sözü faşist sağın tarih takıntısının saçma incilerindendi; kendisini tarih olacak ya da tarih yazacak kadar büyük görmek bu sağcılığın görünümlerinden biridir. Oysa tarihin çöplüğü de var, tarih bile olamayacaklar için ayrılmış.
Konuşmanın daha başında beliren “kıskaç” meselesi de sağ söylem setinin ifadeleri arasında yükseklerde bir yerde, biraz mitik biraz tıbbi bir laf: Boş beleş ağızların “yedi düvel bize karşı” gevezeliğindeki gibi, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözündeki romantik ırkçılıktaki gibi ya da işte “Alem bizi kıskanıyor” sözündeki kompleksli ırkçılıktaki gibi. Ergenekon’da sıkışmış kavmi oradan çıkaracak demirci ve kurt rolünü oynamak bu “kıskaç” meselesiyle yakından ilgili. E başına “Asena” demiyorlar! Kim kıskaca almış peki Akşener kavmini? Sözün devamında bunu açıklıyor ama açıklarken altılı masaya mı iktidara mı laf söylüyor birbirine karışıyor. Böyle böyle giderken laf aniden “dünkü toplantısı”na geliyor, diyor ki:
“Dünkü toplantıda beş siyasi parti Kılıçdaroğlu’nun ismini dile getirdi. Dünkü toplantıda Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı olarak önerdik. Milletimizin haklı beklentilerini masanın kararlarına yansıtma çabamız reddedildi.”
Kılıçdaroğlu’nun sadece soyisim, Ekrem ve Mansur beylerin ise isim-soyisim zikredilmelerinde beliren küçültücü kindarlığı not ettikten sonra lafın tamamına dönelim: Altı ortak bir masada, beşi bir ismi öneriyor, altıncı ise iki ismi. Sonra, üç gün sonra oturup konuşalım diye ayrılıyorlar. Sonra biri, yani Akşener çıkıp “dayatma, kıskaç” feryadı ile öyle şeyle söylüyor ki altılı masadan biri iktidarı mı eleştiriyor, iktidardan biri altılı masayı mı eleştiriyor ayırmak imkansız. Yok, ne dediğini bilmiyor filan diyecek değilim, ne dediğini çok iyi biliyor tam aksine. Bu nedenle iktidarın bir karakter özelliğini bizzat kullanmaya yelteniyor: Beş kişinin önerisine “dayatma” kendi önerisine “milletin beklentisi” demek şu an Türkiye’sinde her şeyden ve herkesten önce iktidara has bir akıl yürütme biçimi. Hukuktan spora, mühendislikten teolojiye bu “mantığı tersine çevirerek” iş görme iktidarın bir karakter özelliği. Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğanizm” dediği de bu.
Fakat bu terslik basit bir ırkçı-dinci-sağcı politik figürlerin ortaklaşan yanlarından, yani sadece bir düşünme ve davranma benzerliğinden kaynaklanmıyor, bu ters görüntü aslında kasten tercih edilmiş bir görüntü ve Akşener uzun süredir iktidarla yürüttüğü pazarlıklarda bir noktaya ulaştığı için bu çıkışı yapıyor. İktidarın ağzını (Akşener “millet”i temsil ediyor, şahsi olan hep karşı taraf), yöntemini (Beş kişinin görüşü dayatma, bir kişinin arzusu hakikatin ta kendisi) ve kelime dağarcığını (hırs, kuyruklu yalan, noter masası, kumar masası) alıp altılı masaya boca ediyorsa, özellikle Kılıçdaroğlu’nu küçük düşürme çabası belirginse, iktidara katılmak amacında olmasa bile iktidarın yamacında olma arzusu belirgin demektir. Bu yamaçlanma arzusu, ahlaki üstünlük taslayan bir konuşmanın içinde, başka partinin iki önemli ismine davette bulunma ahlaksızlığını önemsizleştiriyor muhtemelen Akşener ve kurmaylarının gözünde. Orada bir ahlaksızlık da göremez zaten çünkü konuştuğu yer, Türk/Sünni-Müslüman = milleti hakime yeri ve bu yerden konuşan herkes gibi o da Kılıçdaroğlu’nun adaylığını bu temele meydan okuma sayacağı için konuyu ahlak değil varlık-yokluk meselesine çevirir.
Çevirir ama peki daha aylar önce “Ailesini vasiyet” edecek kadar hürmet gösterisi yaptığı Kılıçdaroğlu’na bu kibirli tona ve küçük düşürücü üsluba yaslanan isyanın sebebi ne olabilir? Sadece ideoloji, örgütlenme ve taban olarak iktidara benzerlik mi? Yani mesela az önce söylediğim Türk/İslam dinci faşizmi mi? Yoksa doğrudan sarayla bağlantılı pazarlıklar mı? Derin devlet mi girdi işin içine? Ne oldu?
Yarın öbür gün iktidarla anlaştığı için bunu yaptığı ortaya çıkarsa şaşırmam, bu anlaşmanın “derin devlet” denilen kişiler aracılığıyla yapıldığı anlaşılırsa şaşırmam. Zaten bir pazarlık yürüdüğünü daha önce de yazdım, Akşener’in çoğu ve Erdoğan ile Bahçeli’nin bazı konuşmalarında bunun izleri açıktı. “Derin devlet” diye bir şey de yoktur zaten, kabuğuyla derini birdir devlet denilen şeyin. Hasılı derin aracılar sayesinde oturdular anlaştılar, bunlar da tiyatro demek mümkünse de kanaatim başka yönde. (En azından henüz) Oturup anlaşmadılar, derincilerin bir düzenlemesi de değil fakat şu: İktidarla olası bir anlaşmaya daha güçlü oturmak için bağımsızlık ilan etti Akşener. Zaten uzun süredir masayla bir çekişme hali, bir sıkıntı gözleniyordu İYİ Parti cephesinden; bu kısmen ideolojik uyumsuzluk, kısmen kadro sorunu kısmen taban meseleleriyle ilgiliydi. Fakat masada kalan diğer dört sağ partinin ideoloji/örgütlenme ve taban açısından birbiriyle ve CHP ile sorunu var; Deva ve Gelecek zaten Türk/İslam sentezinden düşme partiler, onlar niye gitmiyor? Henüz çıkarları gitmelerini engellediği için. Akşener’in çıkarı hangi noktada değişmiş olabilir peki? Cevabını bulmamız gereken soru bu.
Çıkarın değiştiği noktalardan biri, şu saçmanın saçması “kazanacak aday” dayatmasına da yol açan anketler meselesinde: Oylarının yüzde 15 üstü olduğu inancı bu partinin şımarıklığının sebeplerinden biri. Oysa anketler en fazla bugünü gösterir, çoğu zaman dünü işaret ederler; seçim ise en azından bugünü ve tabii ki yarını gösterirler. Böyle olmasa İstanbul’da aday olduğu gün anket yapılsa tanıyanların yüzde 2 bile olmadığı Ekrem İmamoğlu, İBB’yi kazanamazdı. Bu oy neye yarar peki? Gerçekten yüzde 15’in üstüne çıkabilirse, MHP’nin yerine iktidar ortaklığına yarar mesela. Ama o kadar yıldır muhalefet, ama neler neler söyledi diyeceklere cevap kolay ve hazır zaten: E Bahçeli ile Erdoğan da birbirine neler söylemişlerdi, ne önemi var ki? Bu maddi hesabın masayla ilgili kısmı da var: İyi Parti, diğer dört partiyi açıkça “küçük” görüyor, hem fizik olarak hem ahlaki olarak! O zaman “seçimde sıfır milletvekili alacak” gözüyle baktığı bu partilere verilecek her milletvekili imkanını, her kamu görevini kendi kesesinden vermiş sayıyor. Bu sebeple uzun süredir masa çalışmalarında ayak sürüdüğü, ağırdan aldığı hatta tembellik yaptığı Ankara gazetecilerinden Özlem Akarsu dün ArtıTV’de anlattı mesela. “Büyüklüğü” nedeniyle ideolojik akrabası sayılacak sağ partilerden bile söyle rahatsızken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun TİP ve Sol Parti ziyareti, Akşener ve adamlarının epey asabını bozacak bir işti. Bozdu da zaten. Bunlar “küçük”çe sebepler, bayak sebep ise depremden sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı tutumun, Akşener ve adamlarının hesaplarını bozacak kadar etkili olması aslında. Kılıçdaroğlu, depremden sonra sahada gayet ciddi ve etkili (partililerinin çalışmaları, partili belediyelerin çalışmaları, partililerinin diğer parti ve STK’larla diyalog ve işbirliği üzerinden) bir varlık sergilerken, Akşener ve partisi hem demeçte, hem eylemde hayli geri kaldı. Ayrıca Kemal bey, Diyarbakır’da HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ile aynı kadraja girmekten bırakın çekinmeyi hayli mutlu olduğunu ortaya koyacak cesareti göstererek üzerinde herkesin uzlaştığı “HDP’yi lanetleme, yapamıyorsan yok sayma” kuralını çöpe attığını ortaya koyuyordu. Bütün bunlar, Kemal beyin “kazanamayacak aday” değil, güçlü biçimde kazanacak aday olma ihtimalini gündeme getirdiği için Akşener ve adamları, iktidarla pazarlık fikrinin çekiciliğinin de eşliğinde masayı devirmeye karar verdi. Bu karar alınırken elbette iktidarla süren pazarlığın da etkisi vardır.
Fakat tabii “derin” lafının asıl karşılı olması gereken boyutu da var bu işin: Kemal beyin ve CHP’nin deprem sonrası performansı, aynı süreçteki bir başka perfomansla buluşuyor: HDP başta bütün sol-sosyalist partiler deprem sahalarında ciddi bir varlık gösterdiler, pek yazılmadı çizilmedi ama bu “görüldü”, kişisel gözlemim, oylara etki edecek kadar görüldü. Kemal beyin sol ziyaret serisinde bu gözlemin de etkisi muhtemeldir. Bu durumda, HPD ve sol-sosyalistlerin desteğiyle iktidara gelecek bir CHP ve Kılıçdaroğlu, elbette HDP’ye ve Sol/Sosyalistlere iktidarda yer, iktidardan pay vermek zorunda. İyi de parlamenter sistemi zaten HDP’yi durduramadığı için terk etmedik mi? O zaman buna izin vermemek lazım. Burada “derin” denilen şey aslında yüzeysel: Elbet devlet bürokrasisinin kimi kesimleri, ama özellikle ekonomik egemenler ve mevcut düzenden çıkarı olan tüm güç odakları. 7 Haziran seçimlerinden sonra olan bu sefer tarihi belli olmayan seçimden önce oluyor yani; Bahçeli ile Baykal’ın yerini Akşener alıyor. Bu yerini alayı cazip kılan da şu: Yüzde 15 üstü alırız. MHP yerine ya da MHP yanında iktidar ortağı oluruz, gelsin ihaleler gitsin kadrolar. Kürt Kemal de derdine yansın.
Akşener bu hesaba göre muhtemelen cumhurbaşkanlığına aday da olacak: Öyle ya birinci turda Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu’nun seçilmesini engellerse, yüzde 15 üstü alırsa, ikinci tur için herkesle pazarlık gücü artar. Masaya atılan tekmedeki şiddet de bu gelecekteki güç zehirlenmesinden, esasen.
Devam edeceğim, daha konuşacak çok şey var. Büyük imkanlar var Akşener’in tekmesinde.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***