YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye 6 Şubat depremiyle binlerce insanın hayatını kaybettiği çok büyük bir felakete maruz kaldı. Böyle zamanların olmazsa olmazlarından biri olan komplo teorileri de hemen piyasaya sürüldü.
Kamuoyunda en çok öne çıkan komplo teorisi ise depremin, Amerikalılar tarafından HAARP teknolojisi kullanılarak gerçekleştirildiği iddiasıydı. Zaten “depremi gerçekleştiren ülke olan ABD”, dış güçlerin başında geliyor ve bu tür yaklaşımlara inanmaya baştan hazır insanlar için “üst aklı” temsil ediyordu.
GERÇEKLERDEN KAÇIŞ
Komplo teorilerinin geçmişi çok eski dönemlere kadar götürülebilmekte ve özellikle 18. yüzyılda masonları hedef alan komplo teorilerinin yayıldığı görülmektedir. Bu dönemde Papa, Katoliklerin mason olmasını yasaklamış ve Fransız İhtilali’ni gerçekleştiren asıl gücün “masonlar” olduğu iddia edilmişti.
Buna karşılık komplo teorilerinin en fazla öne çıktığı olay olarak 2001’de ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırıları gösterilebilir. Hatırlanacağı gibi bu olaylarda birçok yer hedef alınmış ve meşhur İkiz Kuleler de uçak saldırısına maruz kalmıştı.
Olayın ardından çok farklı komplo teorileri ortaya atılmış; İkiz Kuleler’in uçak saldırısıyla değil patlamayla yıkıldığı, Pentagon’a füze saldırısı yapıldığı ve bütün olayların bizzat hükümet tarafından planlandığı iddia edilmişti.
Bir başka teoriye göre ise Dünya Ticaret Merkezi’nde çalışan 4.000 Yahudi’den hiçbiri saldırı günü işe gelmediğinden ölmekten kurtulmuşlardı. Bu da aslında olayların Yahudiler tarafından planlandığının bir göstergesiydi. Gerçekte ise o gün 400’e yakın Yahudi hayatını kaybetmişti.
Aslında ABD, komplo teorilerine yabancı bir ülke değildi. Daha önce Amerikan Başkanı John F. Kennedy’nin bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine birçok komplo teorisi üretilmiş hatta bir komplo teorisi endüstrisi oluşmuştu.
TARİH EN BÜYÜK ALAN
Komplo teorileri gelişmiş ülkelerde de yaygın olsa da en çok karşılık buldukları yerler geri kalmış ülkelerdir. Özellikle ülkemizin de yer aldığı Ortadoğu coğrafyası, komplo teorileri yönüyle tam bir cennet gibidir.
Türkiye’de de Osmanlı döneminden gelen komplo teorisi üretme alışkanlığı cumhuriyet devrinde de devam etmiş ve bunun bayraktarlığını da İslamcı kesim yapmıştır. Ayrıca bu tür teorileri üretenler arasında MHP’li ve ulusalcı yazarlar da önemli bir yer tutmaktadır.
İslamcıların çok kabul gören komplo teorisine göre Abdülhamit, “Filistin’de Yahudilere toprak satmadığı için” tahttan indirilmiş olup olayın arkasında Siyonistler vardır. Zaten hepsi “Yahudi ve mason” olan İttihatçılar, Abdülhamit’i tahttan indirmek için seçtikleri heyete Selanik mebusu Emanuel Karasso’yu katarak bu durumu açığa vurmuşlardır.
Halbuki İttihatçılar yıllarca Abdülhamit rejimine karşı mücadele etmişler, bu mücadelede ağır cezalar almışlar, sürgüne gönderilmişler veya kendileri yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla meşrutiyetin ilanı sonrasında aralarında deyim yerindeyse “kan davası” olan ve birbirine hiç güvenmeyen tarafların ülkeyi beraber yönetmeleri mümkün değildi ve 31 Mart Olayı’nı “Allah’ın lütfu” olarak gören İttihatçılar, Abdülhamit’i tahtan indirdiler.
Diğer taraftan Abdülhamit’in tahttan indirildiği fetvayı da meşhur “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirinin yazarı Elmalılı Hamdi Yazır kaleme almıştı. Ayrıca M. Akif ve Bediüzzaman’ın da aralarında bulunduğu birçok İslamcı entelektüel Abdülhamit rejimine çok ağır tenkitler yöneltmiş hatta Bediüzzaman meşrutiyetin ilanı sonrasında İttihatçıları destekleyen ve meşrutiyeti öven konuşmalar yapmıştı.
İttihatçılar da Abdülhamit’in Filistin politikasını devam ettirdiler ve Osmanlı Arşivleri’ndeki belgelerde çok rahat görüleceği üzere özellikle Yahudilere toprak satışını engellemeye çalıştılar. Yine İttihatçılar, Birinci Dünya Savaşı’nın son döneminde bile Almanların, İngilizlerin yayınladığı türden bir “Osmanlı Balfour Deklarasyonu” yayınlama talebini reddettiler.
Emanuel Karasso’nun hal’ fetvasını tebliğe gönderilmesinin nedeni ise İttihatçıların savunduğu “İttihad-ı anasır” politikasıydı ve heyetteki diğer kişiler de Ayan Meclisi üyesi Arif Hikmet Paşa (Gürcü) ile Draç mebusu Esat Paşa (Arnavut) idi.
LOZAN EFSANELERİ
Türkiye’de en yaygın olan komplo teorileri arasında yeni devletin uluslararası anlamda kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşması da yer almaktadır. Bir taraftan antlaşmanın “zafer değil hezimet” olduğu savunulurken diğer taraftan da antlaşmanın açık maddeleri yanında gizli maddelerinin de olduğu ve bu maddelerin 2023 yılında sona ermesiyle Türkiye’nin şimdiye kadar çıkaramadığı “altın, petrol, bor gibi” değerli kaynaklar vasıtasıyla şahlanacağı iddia edilmektedir.
Halbuki Lozan “ne zafer ne de hezimet” olmayıp devrin şartlarının bir sonucu olarak yapılan bir antlaşmadır. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale, Kut zaferi ve 3. Ordu’nun 1918’de ileri harekâta geçerek Doğu Anadolu’yu kurtarması dışında diğer bütün cephelerde savaşı kaybetmiş ve toprakları işgal edilmiştir.
30 Ekim 1918’de yapılan Mondros Ateşkesi ile Lozan’dan sonra 5 Haziran 1926’da İngiltere’ye bırakılan Musul hariç Türkiye sınırları oluşturulmuştur. Anadolu’da başlayan Millî Mücadele ile de Ermeni, Gürcü, İtalyan, Fransız ve Yunan işgaline son verilmiş, Lozan Antlaşması’yla da yeni devletin bağımsızlığı dünya devletleri tarafından kabul edilmiştir.
Antlaşma ise ilgili devletlerin parlamentoları tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Dolayısıyla “gizli maddeleri” olsa bile onaylanmayan hükümlerin bir geçerliliği olması mümkün değildir.
Hele son zamanlarda ortaya atılan “bor madeni” konusu tam anlamıyla gülünç bir durum oluşturmaktadır. Gerçekten de Türkiye bor madenleri yönüyle dünyada % 63’lük payla birinci sıradadır ve yıllardan beri bu madeni yurtdışına satmaktadır. Ancak Türkiye’nin satıştaki payı % 35 civarındadır.
Ayrıca Türkiye’de petrol ve altın gibi madenler de çıkarılmaktadır. Görüldüğü gibi “Lozan’daki gizli maddelerden dolayı” bu madenlerin çıkarılmadığına dair komplo teorisi bir yalandan ibarettir.
Verdiğimiz iki örnekten hareketle Türkiye’de üretilen bu tür komplo teorilerinin tamamen propaganda amaçlı olduğu ve eğitimsiz ya da “sorgulamayı bilmeyen” kitleleri manipüle etmenin planlandığı anlaşılmaktadır. Bu iki örnek daha çok İslamcı kitle arasında yayılmış ve gerçeklerden uzak bir atmosfer oluşturulmuştur.
Türkiye’de benzer şekilde üretilen ve kabul gören başka komplo teorileri de vardır. Bunların başında saltanat ve hilafeti kaldıran Türkiye devletinin kurucu kadrosunun “mühtedi-dönme” yani “Sabatay” olduğu iddiası gelmektedir. Bu teoriye göre Türkiye, bu kadrolar ve “kripto Ermeni ve diğer azınlıklar” tarafından yönetilmektedir.
Muhtemelen bu komplo teorisinin çıkış noktası da yüzyıllarca padişah-halife tarafından yönetilen bir devletten sonra seküler bir rejime geçişin Müslüman Türkler tarafından olamayacağı yaklaşımıdır. Nitekim Türkiye’de daha sonra yaşanan birçok olay, “Siyonistlerin komplosu” olarak açıklanmıştır.
Türkiye’de bu tür komplocu yaklaşımların yayılmasında Millî Görüş hareketi ve onun lideri Necmettin Erbakan önemli bir rol üstlenmiş görünmektedir. Millî Görüş politikacıları ve sonrasında AKP, benzer söylemlerin toplumda yayılmasında etkili olmuşlardır.
Antisemitist söylemlerde ise Cevat Rıfat Atilhan ismi öne çıkmakta olup Atilhan’ın bu söylemleri hem İslamcı hem de sağcı kesimi çok ciddi şekilde etkilemiştir.
Benzer bir komplo teorisi de “derin devlet” söylemidir. Buna göre Türkiye’de aydınlatılamayan bütün olayların arkasında “derin devlet” bulunmaktadır. 6-7 Eylül 1955’te yaşanan İstiklal Caddesi olaylarından Türkiye’de yaşanan Abdi İpekçi, Uğur Mumcu suikastları, Turgut Özal’ın vefatı gibi olayların arkasında “derin devlet” vardır.
Bu yaklaşımda ise bu tür olayların aydınlatılamamasında devleti oluşturan kurumların oynadığı rolü görmek yerine suçu “görünmeyen, gizli bir el olarak tanımlanan” derin devlete yıkma isteği öne çıkmaktadır. Böylece kutsal devlet anlayışının yara almasının önüne geçilmektedir.
Bunun yanında Türkiye’de meydana gelen birçok olayda kullanılan “üst akıl”, “dış güçler” gibi söylemler de asıl sorumlu olması gereken hükümet ve devlet kurumları yerine suçu “gizli bir güce atarak” iktidarlar ve devleti “masum” bir konuma getirmektedir.
İlginç olan üst akıl bazen ABD, bazen “İngiliz derin devleti” bazen de Gezi olaylarını organize etmekle suçlanan Almanya’dır. Ayrıca karanlık odalarda toplantı yapan masonlar ve diğer birtakım yapılar hedef olduğu gibi Erdoğan da “Üst akıl Pensilvanya’daki değil, üst akıl başka. Onun kafası o kadar çalışmaz” diyecektir.
İNANMA AMA…
Yukarıda verdiğimiz örneklerden hareketle komplo teorilerinin ortaya atılmasının mantıklı bir yönü olmasa da bazen de olayların aydınlatılmak yerine üstünün örtülmesinin komplo teorilerine davetiye çıkardığı çok açıktır.
Özellikle kamuoyunda çok ses getiren birçok cinayette bir tetikçi dışında asıl emri verenlere bir türlü ulaşılamaması haklı olarak komplo teorilerinin kabul görmesine yol açmaktadır.
12 Eylül öncesinde Abdi İpekçi’yi öldürdükten sonra askeri cezaevinden kaçmayı ve sonrasında Papa’ya suikast düzenlemeyi başaran “ülkücü” Mehmet Ali Ağca’nın durumu buna iyi bir örnektir. Ağca’nın “devletin yardımı” olmadan hapisten çıkamayacağının bilinmesi de yaşananlarla ilgili birçok komplo teorisi üretilmesine zemin hazırlamıştır.
Benzer şekilde Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin düşmesinden sonra günlerce bulunamayıp hayatını kaybetmesi de yine birçok komplo teorisine kapı aralamıştır. Burada da devlet kurumlarının işini neden yapmadığını sorgulamak yerine “bir gizli elin helikoptere ulaşmayı engellediği” yaklaşımı öne çıkmıştır.
Son bir örnek olarak yüzlerce komplo teorisine zemin hazırlamış ve bundan sonra da hazırlayacak 15 Temmuz ele alınabilir. Erdoğan’ın “darbeyi eniştesinden öğrendiğini açıklaması” başta olmak üzere hala cevaplarını bilmediğimiz birçok soru ve TBMM Araştırma Komisyonu’nun çalışmalarının apar topar sona erdirilmesi komplo teorilerinin daha da artmasına yol açmıştır.
Hatta AA’nın 18 Temmuz 2022 tarihli haberine göre TBMM Başkanlığı, “Komisyon tarafından süresi içerisinde TBMM Başkanlığına bir rapor sunulmadığı gibi, komisyonun çalışmalarını süresi içerisinde tamamlamamasının nedenleri ve o ana kadar varılan sonuçlar üzerinde Genel Kurulda görüşme açılması yoluna da gidilmemiştir” açıklamasını yapmıştır.
Bu örnekler komplo teorilerinin ortaya çıkmasında bazı olayların tam olarak aydınlatılamamasının ne kadar önemli bir faktör olduğunu gösteriyor. Özellikle kamuoyunun ikna olmadığı durumlarda bazıları mantıklı bazıları da tamamen akıl dışı teoriler çok rahat bir şekilde üretilebilmektedir.
Bunun önemli bir sonucu olarak karanlıkta kalan olaylar veya faili meçhul cinayetlerle ilgili karanlık noktalar, komplo teorisyenleri tarafından doldurulmakta ve bu durum komplo teorilerinin ilgi görmesine hele bazı kitleler tarafından hiç sorgulanmadan kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece birçok kişi tarafından “komplo teorilerine inanma ama komplo teorisiz de kalma” yaklaşımı benimsenmektedir.
Kaynaklar: Maden Mühendisleri Odası Bor Raporu (chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.maden.org.tr/resimler/ekler/6358599b7afb250_ek.pdf, 24.2.2023); https://www.aa.com.tr/tr/politika/tbmm-baskanligindan-fetonun-darbe-girisimini-arastirma-komisyonu-raporuna-iliskin-aciklama/2639477, 24. 2.2023); https://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2022/03/12-MustafaColak.pdf, 24.2.2023); https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58517871 (24.2.2023).
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***