Esra ÇİFTÇİ
İSTANBUL – 6 Şubat’ta 11 ilde büyük bir yıkıma, 40 binden fazla insanın ölümüne neden olan depremlerde arama kurtarma çalışmaları büyük oranda tamamlandı. Depremden sağ kurtulanlar ise hayatta kalma mücadelesini sürdürüyor. Deprem, fiziki yıkımın yanı sıra insanlarda ruhsal olarak da derin izle bırakıyor. 2016-2018 dönemi Türk Tabipler Birliği (TTB) başkanı, Psikiyatrist Prof. Dr. Raşit Tükel ile depremin insanların yaşamlarını derinden sarsan psikolojik etkilerini konuştuk.
DEPREMİN ETKİLERİ FELAKETİ BİRİNCİL DÜZEYDE ETKİLENENLERLE SINIRLI KALMIYOR
Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Raşit Tükel, travmatik olaylarda kontrol etme, bağ kurma, yaşama ve yaşadıklarına anlam verme gibi kişinin varoluşuna ilişkin temel sistemlerinin altüst olduğunu ve kişinin çaresizlik duygusu içinde kendi öz kaynaklarıyla bu durumla baş etmede yetersizlik yaşadığını belirtiyor. Tükel, son olarak 6 Şubat depreminde görüldüğü gibi, kitlesel boyutta yaşanan travmalarda ise etkilenmenin boyutunun çok daha büyük olduğunu vurguluyor:
“Kitlesel travmalar, bireysel olarak yaşanan travmadan farklı olarak sadece kişinin kendisini çaresizlik içinde bırakmıyor, bu son depremde olduğu gibi kişinin içinde yer aldığı topluluğu da çaresizlik içine sokuyor. Kitlesel travmalarda etkilenmeler farklı düzeylerde olabiliyor. Felaketi doğrudan yaşayanlar, birinci derece etkilenenler olarak kabul ediliyor. Bu kişilerin yakınları ikincil düzeyde etkilenen kesimi oluşturuyor. Üçüncü düzeyde etkilenenler arasında ise arama kurtarma çalışmalarına katılanlar, yardıma koşanlar, o bölgede destek hizmeti sunanlar, olaya yakın yerlerde yaşayanların yer aldığını görüyoruz. Böylece, bu gibi durumlarda travmanın etkisi toplumun geniş kesimlerine yayılabiliyor. Etkilenme toplumsal düzeyde olduğunda, bireysel olarak yapılacak olan müdahalelerin yanında, etkilenen toplumsal kesimler için sosyal olarak yeniden yapılanma da önem kazanıyor.”
‘ANORMAL DURUMA VERİLEN NORMAL TEPKİLER’
Tükel, kişilerin felaket sırasında dehşet hissi, keder, umutsuzluk yaşadıklarını, korku ve kaygı gibi duyguların bu dönemde normal olduğunu ve kalıcı olmadığı sürece hastalık olarak görülmemesi gerektiğini de vurguladı:
“Kişiler felaket nedeniyle yaşamlarını tehdit altında hissettiklerinde, güvenli bir ortamda bulunmadıklarını düşündüklerinde bu tür duyguların daha fazla yaşandığını görüyoruz. Aslında bu duygular yaşanan anormal duruma verilen normal tepkiler olarak kabul ediliyor. Afetin erken döneminde kızgınlık, öfke, tahammülsüzlük, keyifsizlik, enerjisiz hissetme, kolay yorulma yaygın olarak yaşanabiliyor. Yine aynı dönemde uykunun bölünmesi, uykuya dalmakta zorluklar, iştah kesilmesi sık görülebiliyor. O sırada almaları gereken kararlar olabiliyor, bunda güçlük yaşayabiliyorlar. Yaşanan olağandışı duruma tepki olarak erken dönemde ortaya çıkan bu tür belirtileri, kalıcı ve sürekli olmadıkça hastalık durumu olarak kabul etmemek gerekiyor”
‘İLK BİR-İKİ HAFTA ÇOK ÖNEMLİ’
Deprem sonrası yaşanan ruhsal bozukluklar için neler yapılmasını sorduğumuz Prof. Dr. Raşit Tükel, ortaya çıkan belirtilerin ilk bir iki haftadan sonra yatışabildiğini, bu aşamada depremden etkilenen kişilere psikososyal destek hizmeti sağlanmasının önemli olduğunu, özellikle de bu tür desteğin verilebildiği durumlarda ruhsal hastalık görülme oranının düşük olduğunu söyledi:
“Afetler gibi kitlesel travmalarda etkilenen bölgelerde ilk andan itibaren psikososyal hizmetlerin bireylere ve topluluğa sunulabilecek şekilde örgütlenmesi önemli gözüküyor ki bu erken müdahalenin de temeli aslında. Kitlesel travmalarda erken müdahaleler, ilk planda yaşamın güvenli bir şekilde sürdürebilmesi yönünde düzenlemeler yapılmasını içeriyor. Bunlar arasında yemek, barınma gibi temel ihtiyaçların karşılanması, kişinin kendini güvende hissettiği bir ortamın oluşturulması, yaşamı tehdit eden durumların varlığında gerekli önlemlerin alınması yer alıyor. Kişilerde bu dönemde çevresiyle bağlantı içinde olma, bilgilenme ihtiyacı da ön plana çıkıyor. Ailesi, yakınları, arkadaşları ile haberleşmesi bu açıdan çok önemli. Yine erken dönem müdahaleleri arasında psikolojik ilk yardımın özel bir yeri var. Ruh sağlığı çalışanları tarafından verilen psikolojik ilk yardım, ruhsal açıdan etkilenmeyi azaltmayı, yoğun stres altında olan kişilere destek vermeyi, sakin olabilmelerine yardımcı olmayı, bilgi edinmelerini ve ihtiyaç duydukları hizmetlere ulaşmalarının sağlanması gibi yaklaşımları içeriyor.”
‘TRAVMADAN BİR AY SONRA İNSANLAR KAYIPLARINI DAHA ÇOK HİSSEDİYOR’
Depremde insanlar arasında dayanışman ve yardımlaşmanın ortaya çıktığını ve bunun yaraların sarılması açısından önemli olduğunu söyleyen Tükel, bu dönemde ortaya çıkan ve dikkate alınması gereken bir duygunun da öfke olduğuna dikkat çekti.
“Deprem sonrasındaki ilk haftalarda herkes depremden etkilenen insanları düşünüyor, deprem bölgesindeki yardım ve dayanışma sürecine katılmak istiyor. İlk ay ülke çapındaki ve hatta uluslararası düzeydeki desteğin en üst noktada olduğu bir dönem. Herkesin yardım için seferber olması, yaraların sarılacağına ilişkin beklentiyi de beraberinde getiriyor. Yine bu dönemde gerçekleştirilebilecek toplu halde yas tutma, kayıpları anma, mezar yeri ziyaretleri ve törenler topluluk bağlarını güçlendirici etki yapıyor. Yanı sıra, etkilenen kişilerin mümkün olan en kısa zamanda gündelik hayatlarına dönebilmeleri için gerekli olanakların sağlanması için gösterilecek çabalar önem kazanıyor. Tüm bunlar sağlıklı gelişmeler olarak görülmeli ve desteklenmeli.”
‘UNUTMAMAK ÖNEMLİ’
Burada bir yandan da birinci andan başlayan ve geniş bir zamana yayılan, belki de birçok insan için yaşam boyu devam edecek olan bir sürecin olduğunu söyleyen Tükel, unutmamanın da önemini vurguladı:
“İşte bu sürecin birinci ayından sonra, kişiler kayıplarını daha fazla fark ettikleri, kayıplarının sonuçlarıyla daha fazla yüzleştikleri bir döneme girebiliyorlar. Bu aşama bir yönüyle hayatı yeniden yapılandırma, hayata dönme aşaması. Barınma, eğitim, iş olanaklarının oluşturulması, bedensel ve ruhsal sorunların iyileştirilmesi, topluluk içi bağların onarılması ve güçlendirilmesi, altüst olan değerler sisteminin yeniden inşası hep bu dönemde gündeme gelecek. Depremle yıkılan yerlerde güvenli yaşam alanları oluşturamaz isek, göçlerin yaşanması kaçınılmaz olacak. Bu, toplulukların sosyal, kültürel, politik açıdan yeniden yapılanması anlamına geliyor ve bu süreçte kişilerin yeni girdikleri topluluklarda kendilerini var edebilme imkanlarının oluşturulması önem kazanıyor. Ama bu aşama toplumsal açıdan yaşanan bu acı deneyimin unutulmaya başlanabildiği de bir dönem, aynı zamanda. İşte bu noktada ‘unutmamak’ önemli. Tüm bu yaşananları ve bunların nedenleri, sonuçları ve sorumlularını unutmamak, toplum olarak yeniden inşa sürecimizle ve toplumsal iyilik halimizle doğrudan ilişkili olacak.”
‘PSİKOSOSYAL DESTEĞİN VERİLMESİNE İLİŞKİN BİR HAZIRLIĞIN OLMASI GEREKİYORDU’
Afetin oluşturduğu bütün olumsuzluklara karşın, ilk günlerde etkilenen bireylere ve topluluğa kendilerine yardımın ulaşabileceği duygusunun verilmesinin önemine dikkat çeken Tükel, ancak bunların yapılabilmesinin de gerek ulusal gerekse yerel ölçekte ruh sağlığı hizmetlerinin afet öncesinde örgütlenmiş ve hazır olmasına bağlı olduğunu ve son depremde bunun olmadığının ortaya çıktığını söyledi:
“Depremden etkilenen kişilere günlerce psikososyal desteğin verilemediğini gördük. Depremin büyüklüğü ve çok geniş bir alana yayılmasının da getirdiği bir zorluk vardı burada elbet. Ancak, deprem sonrasında insanların kendi başlarına kaldıklarına, kurtarma çalışmalarını kendi çabalarıyla sürdürmeye çalıştıklarına çokça tanık olduk. Depremden etkilenen kişilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması için bile günlerin geçmesi gerekti. Halbuki burada afet yaşanmadan psikososyal destek hizmetlerinin verilmesine ilişkin bir hazırlığın, ulusal ölçekte bir örgütlenmenin mevcut olması gerekiyordu. Tüm bunlar daha geniş bir çerçevede deprem bölgesinde verilecek olan ruh sağlığı hizmetlerinin yapılanması ve yürütülmesine ilişkin zorluklar olarak da karşımıza çıkıyor. Oysa, haritalar önümüzde, nerelerin riskli bölgeler olduğu görülüyor. Bilim insanları açıklamalar yapıyor, uyarıyor. Deprem riski olan bölgeler biliniyor, yine de hazırlıksız yakalanıyoruz. Yasal düzenlemeler, planlama adına yapılanlar kâğıt üstünde kalmamalı. Bu örgütlenmeleri yapmadığınızda, bu hazırlıklar olmadığında yaşanan zaman kaybı, müdahalede gecikmeye, bu da etkilenen kişilerin, toplulukların fiziksel ve ruhsal sorunlar yaşamasına, bir kısmının da ruhsal hastalık geliştirmesine neden oluyor. Tabii ki buradaki temel sorumluluğun Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere ilgili Bakanlıklarda olduğunu belirtelim.”
‘SAĞLIK BAKANLIĞI YATERSİZ KALDI’
TTB başta olmak üzere sağlık emek ve meslek örgütlerinin deprem bölgesinde erken dönemde devreye girerek çalışmalara başladığını belirten Tükel, Sağlık Bakanlığı’nın ise bu konuda yetersiz kaldığının altını çizdi:
“Olası bir afet durumunda hangi devlet kurumlarının nasıl bir örgütlenme şemasını içinde yer alacağı planlanmalı, kitlesel travmalara müdahalede yer alacak meslek gruplarının eğitimi ve donanımı sağlanmalıydı. Deprem sonrasında arama kurtarma başta olmak üzere birçok çalışmanın gecikerek devreye girmesi ve çalışmalar arasındaki koordinasyonun yetersizliğinin yanı sıra, Sağlık Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmesi gereken afetlerde sağlık hizmetleri örgütlenmesinin ve bu konuda gerekli hazırlıkların eksikliğinin de açıkça hissedildiğini belirtmemiz gerekiyor.”
Maraş’taki Rus sahra hastanesinde depremzedelere acil psikolojik destek
Psikiyatristler uyardı: Deprem bölgelerinde ruhsal destek merkezleri kurulmalı
***Kaynak: Artı Gerçek***
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***