YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Altımız çürük” demişti Süleyman Demirel 99 depreminden bir ay sonra gittiği deprem bölgesinde.
Aslında çürük olan toprak değildi, sistemdi, devletti.
Lukianos’a atfedilen bir söz vardır; “Kaptanın ustalığı dalgalı denizlerde anlaşılır!”
Deniz sakinken herkes yüzdürür gemiyi.
Demek ki neymiş, bir ülkenin itibarı yaptığı süper lüks saraylarla değil, felaketler esnasında halkına sahip çıkması ve felakete kısa sürede müdahale etmesiyle ölçülür.
Ekranlarda beliren yetkisiz yetkililerin hepsi tuhaf bir parti ve Erdoğan güzellemesi yaparak başlıyorlar sözlerine…
“Cumhurbaşkanımızın talimatı ile…”
“Cumhur ittifakı olarak…”
Partizanlığın, tek adamcılığın iliklerine işlediği bir rejimin sağlam olması elbette beklenemezdi.
Ve ne yazık ki Türkiye bunu çok acı olarak tecrübe ediyor.
Nereye dokunsanız acı, nerede baksanız haykırış ve isyan yükseliyor.
Bir toplum neredeyse kendi kaderine terk edilmiş durumda.
İktidarın ise derdi başka..
Tıpkı seçimlerdeki gibi, ölü sayısını da yavaş yavaş yükseltiyorlar. Önce çift rakamda kalmayı denediler, şimdi üç sıfırlı rakamlara gelindi.
Ve bölgeden gelen haberlere göre, ki bu haberler ülke medyasının yüzde 95’inde görülmüyor bile, bu rakamın onlarca katı olması söz konusu.
Ailem o bölgede.
Canım anacağım sabaha doğru sarsılıyor evinde.
Aradığımda hala titriyordu 75 yaşındaki kadın.
“Bu yaşa kadar burada böyle bir felaket görmedim” dedi.
Ekranda Naci Görür’ü izliyorum.
Koca bilim insanı inanılmaz üzgün.
Göz göre göre gelen bu felaketin kader olarak görülmesine adeta isyan ediyor.
“Doğu Anadolu Fayı üzerinde depremlerin gelebileceğini öngördük. Elazığ’da, Elazığlıların bir deprem kentinde oturduğunu fark etmediğini gördüm ve kentte konferanslar verdik. İnönü Üniversitesi’nde konuşmalar yaptım, Malatya’da halka seslendim. Bunun üzerine bir proje hazırladık. Harita Genel Komutanlığını işin içine sokarak proje hazırladık. Devlet Planlama’ya sunduk, TÜBİTAK’a sunduk, reddedildi.”
Söyler misiniz, bir bilim insanı daha ne yapsın?
Taksim meydanına çıkıp, üzerine mazot döküp kendini mi yaksın?
Ve Naci Hoca, hastalığın teşhisini de son derece isabetli bir şekilde yapıyor:
“Bir ülkede siyasilerin görevi vatandaşlarını yaşatmak zorundadır. Bu gerçeği biz durduramayız ama bize vereceği zararı azaltabiliriz. Türkiye’deki deprem kuşaklarındaki yerleşim alanlarını depreme dayanıklı kentler haline getireceğiz. Bunu da Şehir ve Çevrecilik Bakanlığı’nı Şehircilik ve Afet Bakanlığı olarak yapacaksın, bütçesini de ayıracaksın ve yapacaksın.
Biz kentsel dönüşümü, rantsal dönüşüm, müteahhit dönüşümü olarak algıladık. Altyapıyı deprem dirençli yapacaksınız. Deprem kentinde yaşadığını bilmeyen bir halk, o kenti deprem dirençli yapamaz.”
“Olan oldu, bundan sonra ne yapılacak?” denildiğini sıkça duyuyoruz.
Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ve fakat geçmişte yaşananlara bakarak bir tahminde bulunabiliriz.
Şimdi muazzam bir rant çarkı dönmeye başlayacak.
Yandaş müteahhitler, firmalar vurgun peşine düşecekler ve bölgeden akıl almaz yolsuzluklar ayyuka çıkacak.
Maalesef böyle olacak.
Süleyman Demirel yanılıyordu.
En azından yeni bir şey değildi toprağın durumu.
Ama sistemin ve devletin çürüklüğünü görmeden suçu depreme, toprağa, bilmem neye yüklemek Türk siyasetçilerinin kadim marazı maalesef.
İliğine kadar partizanlık işlemiş bir iktidarın böyle zor dönemlerde kimseye bir yararı dokunmayacağı açık.
Ne diyordu şiir:
“Yok aslında kimsenin kimsesi.
Herkesin elmasında kendi diş izi!”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***