Bu ülkede yaşanan zulümlere itirazı olanları keyfi bir biçimde terörist ilan eden ve bu zulmü kutlayanlar kendi aralarındaki çatışmada öldürülürse (Ülkü ocakları eski başkanı) empati olabilir mi? Zalimden yana olanlar, zulmü yapan taraf zulme uğrayınca ne olur? Bu durumda önce empati kurmak zor. Fetö’cülere yapılan zulümden de biliyoruz. İnsanlar sanki yaptıkları kötülüklerin cezasını çekiyorlar, ‘ilahi adalet’ olarak görebiliyorlar.
Yalancı, diktatör, zalim olarak bilinen birinin yandaşına empati göstermek mümkün olabilir mi?
Andrey Tarkovski Mühürlenmiş Zaman’da (1986, Afa Sinema, s. 30) bir sahne anlatır: ”Yola düşen bir adamın bacakları üzerinden bir tramvay geçer. Taşıyıp bir duvar dibine dayarlar. Adam burada çevresini saran meraklıların utanmaz bakışları altında cankurtaranın gelmesini beklemeye başlar. Bir ara dayanamaz, pantolonunun cebinden bir mendil çıkartarak ezilmiş bacağını örter”… Empati… İşte bu acılar içinde kıvranan kişinin seyircileri anlamaya çalışması… Seyirciler seyrederken seyredilirler de. Bazen seyirciler gördükleri zulme aşırı tepki gösterdiklerinde, mesela seyirci olmanın verdiği acı zulmü/acıyı yaşayandan daha fazla olduğunda ve mağdurdan daha fazla tepki gösterdiklerinde zulme uğrayan seyredeni teselli bile edebiliyor. Ya bu acıya sebep olan bu seyircilerse… Bu ülkedeki kanlı tablonun sorumlusu olanlara mağdurlar empati yapmak durumunda kalırlarsa… Şu an mağdur olanlar geçmişin failleri ve suçlularıysa… İnsanlar bu durumda o an mağdur olanla empati kurmakla zorlanıyorlar… Zalimler yaptıkları zulümden ötürü suçluluk bilinci geliştirmeyip buna bağlı olarak da pişmanlık göstermezler ve mağdur olduklarında da mağduriyetleriyle eski suçlarının üzerini örtmeye kalkıştıklarında empatinin önü kesilebiliyor… Hatta bazen zalimler yaşadıkları mağduriyeti abartarak kendi suçlarını mağduriyetleriyle eşitlemeye ve kendilerini temize/masuma çıkarmaya çalışıyorlar…
EMPATİYE İMKAN VERMEMEK
Son yıllarda gündem artık çok hızlı ve anlık değişiyor. Gündem değil de öfkenin konusu ve adresi değişiyor. Duygusal yoğunluğu olan konular insanları sürekli öfkelendiriyor. İnsanlar öfke anında empati göstermekte çok zorlanırlar. İnsanlar kendilerini öfkelendiren bir olayı duyduklarında/yaşadıklarında o anın öfkesini uzun süre aynı düzeyde tutamazlar. Öfke zamanla yoğunluğu kaybeder. İşte bu durumda iktidar yeni bir öfke yaratıcı olayı dönüşüme sürüyor. Dinginliğe izin vermiyor çünkü dinginlikte insanlar öfkelendiren olay üzerine düşünme ve çözümler üretme, empati kurmaya da zaman bulurlar. İşte bu sürekli engelleniyor. Ülkenin tümü ordu ve halk da askere dönüştürülüyor. Barış döneminde de askerler sürekli meşgul edilirler. Nöbet, talim, sürekli alarm hali. Yarın, üç gün sonra, bir ay sonra… Askerlik boyunca aynı durum sürer. Askere savaş döneminde düşman baskın yapacakmışçasına nöbet tutmanın ne kadar saçma olduğunu düşünmesine zaman ve imkân verilmez. Asker zor koşullarda yaşar ve kendisiyle bile empati kurmasına izin verilmez.
Son yıllarda sürekli öfkeye yaşayan bu halk da kendisiyle bile empati kuramıyor. Halledilmeyen ve psikolojik yük teşkil eden konular unutulduklarını düşünsek de bastırsak da kendini tekrar ettirir. Bu kaçınılmazdır. Bu nedenle öfkelenilen, unutulan, belirli bir zaman sonra başka bir çerçevede tekrar ortaya çıkar. Yıllarca yoğun duygular yaşamayı sadece öfke üzerinden kuran insanlar öfkelenecek konu bulamadıklarında içlerinde boşluk oluyor. Yani kötü haber, öfke bağımlısı oluyor insanlar. Empatiyle yakınlaşırız, öfke uzak tutar.
“ZEKİ MÜREN’İ SEVİNİZ”
Bu toplumda ne zaman biraz empati, biraz merhamet, biraz insanlaşma filizlense aynı yüzler sahne alıp güzele saldırıyor. Faşizmin ilk kurbanı empatidir. Çocuklar ve kadınlar katledilmeden önce, hissetme ve kendini ötekinin yerine koyma yetileri katledilir aslında…
Son yıllarda toplum kutuplaştırıldı, daha vahimi ise kutupların düşmanlaştırılmasıdır. Bu durum kutuplar arasında olumlu yakınlaşma ve ilişkilenmeyi engelliyor. Bir taraf diğer tarafa yakınlaşmayı, onu anlamayı denemeyi ve empatiyi ‘zayıflık’ ve ‘yenilgi’ olarak görüyor. ‘Karşı tarafı’ anlamak onlara benzemek, onlarla aynılaşmak anlamı taşıdığından bu durumda empatinin ön koşulu ortadan kalkıyor. Mesela eşcinsellerin bu toplumda yaşadığı zorlukları anlatan bir hikâyeye empati korku uyandırdığından insanlar eşcinsellere mesafe koymayı deniyorlar ve bu mesafe düşmanlık üzerinden olabiliyor.
YAŞADIĞIMIZ KÜLTÜR ÇOK HOMOEROTİK
Yaşadığımız kültürde çok homoerotik alanlar var. Kadın ve erkekler arasında görev ve rol dağılmanın sonucu olarak insanlar genelde hemcinsleriyle daha sıkça yakınlaşıyorlar. Ayrıca bazı özel alanlar da karşı cinse kapalı. Dinsel konseptler de kadın ve erkeği kesin şekilde ayrı tutmaya meyilli. Bu durum homoerotik yaşam alanlarının çoğalması demek. Mesela erkek kahveleri, kadın hamamları ve kadın vücut bakımı, haremlik selamlıklar insanları da bedensel yakınlığa zorluyor. Kısacası kültür/dindeki strüktürler kaçınılmaz olarak homoerotik alanları yaygınlaştırıyor. Bu durum ama ‘ibne olma’ korkusunu ya da ‘ibne’ olarak adlandırılma korkusunu çoğaltıyor. Yani bu kadar yakın olacaksınız, mahrem alanlarınıza ağda yapacaksınız ama aynı zamanda ‘ibne’ olmayacaksınız. Bunu başarmak ‘ibnelik’le iç çe yaşamak ama ‘ibnelik’i görmezden gelmek, bu homoerotizmi yok saymak, inkâr etmek ve ‘ibnelik’ten kaçmakla başarılabiliyor.
Böyle bir ortamda ırkçıların, faşistlerin LGBTİ’lileri düşman göstermeleri, devletin bu insanları karşısına almasına paralel karşı bir söylem geliştirmek, empatiden söz etmek ve bunun bir karşılık bulması çok zorlaşıyor… Bu insanlar ötekine empati göstermenin öteki olmak anlamına gelmediğinin ayrımını göremiyorlar (görmek istemiyorlar). Öz güveni zayıf insanalar ötekine empati gösterirlerse ‘öteki’nde kendilerini kaybedeceklerini, ‘kendi’ sınırlarının ortadan kalkacağını sandıklarından ‘öteki’nden kaçıyorlar. İşte burada ırkçıların ‘ötekine düşmanlıkları’ söylemi kendilerini korumalarına ideolojik dayanak oluyor. “Hayat trajik bir homoseksüeldir/…/(Zeki Müren’i seviniz)” diyor Arkadaş Zekai Özger.
APTALLIK KOLEKTİF HALE GELİYOR
Devlet ve İslamcılar ötekini terörist, hain, alçak, sürtük, şerefsiz, çapulcu, Ermeni dölü, bölücü ilan edince insanlar ötekine empati gösterirlerse terörist, sürtük, şerefsiz olmaktan korkuyorlar… Empati yok oluyor… Zombi bir toplum oluşuyor… Aptallık her insanın tanıdığı bir durumdur. Ama aptallık insanın kaçındığı buna rağmen bazen olduğu bir durumdur. İnsanlar genelde aptala empati göstermekten uzak dururlar, onların tarafına geçmektense ona nasihat ederler. Nasihat etmek için de ‘karşıda’ durmak gerekir. Yani aptal da aynı zamanda kendi yaptığım aptallıkla da karşılaşırım. Aslında ötekinde deşifre ettiğim aptallık üzerinden kendi aptallıklarıma eleştiri getiririm ama kendimle ilişkilendirmem. İşte bu durumda aptallık bir savunma ve korunma mekanizmasıdır. Bir konuyu anlamamak, kaçınmak için uygulanır. İşte bu durumda bu insanlara empati çağrısı yapmak ve bunun karşılık görmesi çok zordur. İnsanlar terörist, sürtük damgası yememek için zulme onat veriyorlarsa bu durumda aptallık kolektif hale de gelebiliyor. İnsanlar empatiden kaçıyorlar ve koruma amaçlı aptallaşıyorlarsa diğer inşalar aptallarla aynı ortamda yaşadıklarından bir dönem sonra aptallaşmaya başlarlar. Çünkü aptallarla başka türlü ortak yaşam mümkün olmaz.
FAİL GELENEĞİ
Empati olmayınca bağışlama, affetme de olamıyor… Bağışlamak bir anlamda ‘artık senden nefret etmiyorum/edemiyorum’ da demektir. Bağışlamak empatiyle başlayan ve kısmi ve sınırlı özdeşleşmeyle ötekine yakınlaşmamız, ötekini anlamızdır. Bunlar olmayınca düşmanlık kültürü üretiliyor. Mağdurlar mağdur kültürü, failler fail geleneği oluşturuyor. Bu kültürler gelecek kuşağa aynı şekilde aktarılıyor…
Psikanalist Heinz Kohut bir kitabının adını ‘Empati Nasıl İyileştirir’ koymuştu ve empatinin iyileştirici yanına dikkatimizi çekmişti… Birbirimize iyi geliriz empati olunca. Solcular, sağcılara, sağcılar solculara, Ermeniler Türklere, Türkler empatileriyle Ermenilere, Kürtler Türklere, Aleviler Sünnilere, kadınlar erkeklere, Cimbomlular Fenerlilere iyi gelir. ‘Birbirimizi iyileştiririz’i bir mucize reçetesi olarak söylemiyorum… Empatiyle tüm sorunları çözemeyiz ama bize çok zarar veren düşmanlıkları azaltabilir, patolojik parçalanmışlığı/kutuplaşmayı azaltır ve enerjimizi başka yerlerde kullanabiliriz… Yaşadığımız paranoyak haller güveni, temel güven duygusunu, güvenceyi, özgüvenceyi de fazlasıyla zehirledi…
Ötekinin hayatına, nasıl olduğuna, ne istediğine ilgiyle başlar insan ilişkisi. Anne bebeğin anlatmak istediğini merak eder… Empati birbirimizin öyküsüne, ötekinin hayatına merakla başlar ve birbirimizi dinleyerek, duyarak, anlayarak, bakarak ve görerek ilişkilenebiliriz. Aslında başkasının hikayesini dinlerken başkasında kendimizle karşılaşırız da. Sevinçlerimiz, özlemlerimiz, düş kırıklıklarımızın, acılarımızın ve umutlarımızın da çok benzer olduğunu görürüz… Kendimizi bir başkasında bulabilme halidir empati… Ötekini anlamak onun halini ve anlatmak istediklerini tercüme etmektir. Onun ne dediğini kendi dilime (kendi anlam alanına çekmek) çevirmektir. Bu tercümede korkularımızı, kaygılarımızı, sevinçlerinizi, utanmalarımızı buluruz… Yani ötekinde kendimi bulur ve ötekinin de bende kendisini bulmasına yardımcı olurum. Farklılıklarımıza rağmen ve farklılıklarımızı koruyarak, öteki olarak ve kalarak birbirimize en çok benzediğimiz yer ve andır bu. Sıfır noktası gibidir. Hiç kimse ne artı ne de eksidir. Göz hizasıdır. Aynı olmadan, sen ve ben olmayı koruyarak eşit olmaktır. Aynılarımızı da fark ettiğimiz bir eşitlik anıdır. Bu, kolektif narsizmi, kaba böbürlenmeleri anlamsızlaştırdığı için ırkçılar, faşistler empatiyi yok ederler.
Empati ötekine yük olmadan, tacizsiz ötekini anlayarak insanın kendisini genişletmesi ve zenginleştirmesidir. Empati onun tarafına geçerek, onun perspektifinden bakarak dünyayı görmek, algılamak halidir. Kendi tarafımdan bakmaya, onun tarafından bakabilmeyi de ekleyerek çoğalırım biraz da. Empati bir insanla aramızdaki mesafeyi azaltma çabasını içerir. Bazen bu mesafe düşmanlık ya da negatif ilişkiden ötürü doğalmış gibi ya da kabul edilir hale gelir. Empati bu mesafeyi azaltmayı amaçlar. Empati bazen kabul edilen mesafeden ötürü sınır ihlali gibi de algılanabilir. İşte burada empati korkusu olur. Empati tutkuyla da kesişen özellikler içerir. Tutku, ötekinin benim sınırlarımı öfkeli olmadan ve bana acı vermeden, incitmeden geçme halidir. Sınır coşku ve hazla geçildiği için sınır geçmedeki acı ve incinme görmezden gelinir. Bu an aslında iki taraf için sado-mazoşist haz anıdır. Kişi sınırlarının ihlal edildiğini fark eder, ama buna bu ihlalin agresif ve düşmanca olmadığını bildiğinden izin verir çünkü kendi sınırları ihlal edildiğinde kendisini nasıl hissedeceğini merak da eder. İnsan istemediği, olmasını istemediği şeyi merak da eder. İşte tutkuda özenle korunan sınırın kontrollü bir biçimde ihlal edilişinin hazzı vardır. Tutkuyu sunan ve alan haz’da buluşurlar yani. İkisi de haz alır ama hazzı yaratan şey aynı değildir, biri sınır ihlal eder birinin sınırları ihlal edilir. Farklılıkla aynı’nın kesiştiği yer ve merak tutkunun ve empatinin ortak yanıdır.
EMPATİ İNSANIN KENDİNİ ONARMASIDIR
Ben başkasını dinlerken başkasına katılır ve başkasını da kendime katarım… Empati bu anlamda zenginliktir… Empati insanın kendisini onarmasıdır, çünkü ‘öteki’ni de yalın halde yani ‘kendi’me en benzediği şekilde yaşarım… Ötekini tanıyınca öteki hakkındaki düşüncelerim ve duygularım da değişir. Negatif duygular bu duyguları yaşayana yüktür. Biri benden nefret ediyorsa bu nefret onu kanatır, içten içe onu zehirler. Bir insan diğerinden nefret ettiğinde bu nefret nefret edilenin umurunda olmaz… Nefret, nefret edilene yük değildir ama nefret edeni negatifleştirir, içten içe onu kemirir. İşte empati bu negatif duyguların dönüşmesine olanak verir ve böylece rahatlama sağlar… Empati bazen ötekini kıracağımızı menatilize (=öngörmek) edebildiğimizden ‘hayır’ demeyi zorlaştırabilir… İnsanların duyguları farklı kıtalarda, çeşitli kültürlerde, farklı yaşlarda aynıdır… Korku, nefret, sevgi, kıskançlık, haset, suçluluk, arlanma… Empati insanı duygular üzerinden yakınlaştırır, eşitler. Empati insana farklılıkları geçebilme, farklılıkları relative etme olanağı verir. Korkularda, arlanmalarda, sevgilerde buluşturur farklı insanları… Empatinin katledildiği yerde insan olmak biter, kişi zombileşir…
Devam edecek.
Şahap Eraslan: 1980’de cunta öncesi Almanya’ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin’de çalışıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***