YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Binlerce yıldan beri mevcut olan “kölelik”, İslam toplumlarında da varlığını sürdürmüştür. İslamiyet, köleliği kaldırmamış ancak kölelerin şartlarını iyileştirmiş ve köleleri azat etmeyi teşvik etmiştir.
Osmanlı Devleti’nde de görülen kölelik, hiçbir zaman büyük sayılara ulaşmamıştır. Bu yönüyle Osmanlılarda köleliğin boyutlarının eskiçağ Roma’sıyla ve “Atlantik köleciliği” denilen Amerika’daki köle sistemiyle mukayesesi mümkün değildir. Bunda Osmanlı Devleti’nin kendine özgü toprak sisteminin etkili olduğu anlaşılmakta ve Osmanlı ekonomisinin hiçbir zaman köle ağırlıklı olmadığı ortaya çıkmaktadır.
TARİHTE KÖLELİK
Kölelik, tarihte kurulan ilk devletlere kadar götürülmektedir. Köleler bu dönemin ekonomik hayatında önemli roller üstlenmişler, Aristo’nun ifadesiyle “mekik, kendiliğinden uçup dokuma işini yapmadıkça efendinin köleye ihtiyacı” devam etmiştir.
Köleliğin başlıca nedeni, savaşlarda esir düşen insanların hürriyetlerini kaybetmeleri ve bir “ticari meta” olarak satılmalarıdır.
Musevilik köleliği kaldırmadığı gibi kişinin borcuna karşılık kendini köle olarak satabileceği, bir babanın kendi kızını köle olarak satabileceği, hırsızın malını çaldığı kişinin kölesi olacağı gibi hükümler yer almıştır. Katolik Kilisesi ve diğer kiliseler de köleliği kabul etmiş, İncil’de köle azat edilmesine dair bir ifade yer almamıştır. Ortaçağda kilise Hristiyanların köleliğini onaylamıyor ancak Araplar ve Türklerin köle olmasına izin veriyordu.
Sömürgecilik süreci Afrika kökenli toplu köle ticaretinin artmasında etkili olmuş, denizlere hâkim olan Avrupa devletleri bu ticareti ele geçirerek 1618-1756 arasında iki milyondan fazla Afrika kökenli köleyi Amerika’ya taşımışlardır.
İSLAMİYET VE KÖLELİK
İslamiyet öncesinde Arap Yarımadası’nda kölelik çok yaygın olup kölelerin şartları da çok kötüydü. İslam hukukuna göre köleliğin iki kaynağı vardı. Bunlardan birincisi eski dönem toplumlarında olduğu gibi savaş sonucunda esir düşülmesi sonucunda gerçekleşiyordu. Muzaffer komutan veya hükümdar, esirleri gayrimüslim olmaları şartıyla köle olarak satma hakkına sahipti. Ancak bu mutlak bir kural değildi.
İkinci kölelik yolu, köle ebeveynin çocuğu olarak dünyaya gelmekti. İslam hukuku bu iki yol dışında köleliği onaylamamış ve Amerika’da görüldüğü şekliyle köle ticaretini yasaklamıştır.
İslam Hukuku köleyi önceki hukuk sistemleri gibi bir “eşya” olarak değerlendirmiş ve efendisinin ölümüyle birlikte miras olarak intikalini, satılmasını, kiralanmasını ve rehin bırakılmasını onaylamıştır.
İslam toplumlarında köle alım satımı bazı şartlara bağlanmış, eziyet edilmesi yasaklanmış, ev halkının yediğinden ve giydiğinden verilmesi öngörülmüştür. İslamiyet kölelerin bedelsiz veya fidye karşılığı hürriyetlerine kavuşturulmasını teşvik etmiş ve Müslümanların köle olmasına kesinlikle izin vermemiştir.
Emevi ve Abbasiler devrinde fetihler sonucunda büyük bir köle yoğunluğu oluşmuş, çeşitli yerlerde köle pazarları kurulmuş ve köle tacirleri ortaya çıkmıştır. Ancak bu gelişmeler, kölelerin ele geçiriliş biçimleri ve bir kısmının Müslüman olması nedeniyle birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
OSMANLILARDA KÖLELİK
Türkçede köleliği ifade etmek için “kul, bende, halayık, esir” gibi kavramlar kullanılmış, kadın köleler için de “cariye ve odalık” kelimeleri tercih edilmiştir.
Eski Türklerde Çin’le yapılan savaşlar sonucunda ele geçen esirler yoluyla köleliğin mevcut olduğu anlaşılmakta ve Uygurlar dönemine ait köle satış belgeleri bunu doğrulamaktadır. Bu dönemde köleler daha çok uşak, hizmetçi, çoban ve işçi olarak çalıştırılmıştır. Müslüman Türk devletlerinde de kölelik devam etmiş hatta Selçuklu saraylarında özel olarak yetiştirilmiş köleler görev yapmıştır.
Osmanlı Devleti savaşlar sonucunda bir taraftan Balkanları diğer taraftan da Arapların çoğunlukta bulunduğu toprakları hakimiyetine aldı. Gerek Müslüman gerekse diğer din mensuplarını yönetirken de genel itibarıyla İslam hukukunu esas alan Osmanlı Devleti’nin kölelikle ilgili uygulamaları da İslam hukukuna dayanıyordu.
Köleler, Osmanlı ülkesinde Roma dönemine benzer büyük çiftlikler olmadığından tarım yerine daha çok denizcilik alanında kullanıldılar. Ayrıca efendilerinin emrinde ev işlerinde ya da atölyelerde istihdam edildiler.
Osmanlı toplumunda köle sahibi olmanın aynı zamanda bir statü göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Kanuni devri sadrazamlarından Makbul İbrahim Paşa’nın 400, Defterdar İskender Çelebi’nin 600, zenginliğiyle tanınan Sadrazam Rüstem Paşa’nın da 1.700 kölesi vardı.
Osmanlıların köle kaynağında ilk dönemlerde Rumeli’de kazanılan savaşlarda alınan ve çoğu Balkan kökenli olan savaş esirleri önemli bir yere sahipti. Diğer köle kaynağı, Karadeniz üzerinden getirilen Kafkas halkları ve Ruslardı. Ayrıca İranlı tüccarların getirdiği Hintli ve çoğunluğunu kadın ve kızların oluşturduğu Afrika kökenli köleler yer alıyordu. Osmanlıların Mısır’a hâkim olmasıyla da Habeşistan ve Sudan’dan getirilen köleler ağırlık kazanmıştır.
Osmanlı döneminde çeşitli yerlerde “köle pazarları” kurulduğu görülmektedir. Kuruluş dönemi başkentleri olan Bursa ve Edirne’de esir pazarları vardı. Savaşlar yanında akıncıların yaptığı seferlerde elde ettikleri genç oğlanlar ve kızlar, sonradan İstanbul’da da kurulan esir pazarlarına gönderiliyordu.
Sonraki yüzyıllarda savaşlarda elde edilen esir sayısının azalmasıyla köle ticareti hızla arttı ve İstanbul, Bağdat, Şam, Erzurum, Halep, Konya, Medine, Sofya ve Belgrad köle ticaretinin en önemli merkezleri oldu.
Köle satışından elde edilen vergi, Osmanlı Devleti’ne cazip gelmiş olacak ki, 17. yüzyılda İstanbul’da 300 odalı bir “Esir Hanı” yapılarak esir ticareti buraya toplandı ve bu han, köleliğin yasaklanmasına kadar faaliyet gösterdi. Evliya Çelebi’ye göre sayıları 2.000 civarında olan esircilerin bir loncaları da vardı.
Osmanlılarda önemli bir kölelik türü de kadın kölelerdi. Bunların bir kısmı cariye olarak Harem’e alınmaktaydı. Osmanlı padişahları ve şehzadeler, ilk dönemlerde Türk beylerinin kızları ya da Bizans İmparatorluğu, Mora despotlukları ve Sırp Krallıklarının kızlarıyla evlenirken daha sonra Harem’deki cariyeleri tercih ettiler. Böylece köle kadınlar, “haseki” ve çocukları tahta çıktığında “Valide Sultan” oldukları gibi bu uygulamayla birlikte şehzadelerin tamamına yakını da cariyelerden dünyaya geldi.
Harem’e “cariye” olarak giren Roxelina (Hürrem Sultan), Kanuni’nin gözdesi olduktan sonra o zamana kadar örneği görülmeyen bir şekilde padişahın “nikâhlı eşi” olmayı başarmıştı. Nitekim Safiye Sultan, Kösem Sultan ve Turhan Sultan gibi valide sultanlar, devlet yönetiminde etkili roller de üstlendiler.
Osmanlı toplumunda kadın kölelerin bazıları “odalık” olarak satılırdı. Bunların bazen de fuhuş aracı olarak kullanıldığı ve yasak olmasına rağmen azınlıklara satıldıkları mahkeme kayıtlarından anlaşılmaktadır. Atlantik köleliğinin erkek köle ağırlıklı olmasına karşılık Osmanlı’da kölelik, kadın ağırlıklıydı.
Osmanlı ülkesinde kölelerin önemli bir bölümü bir süre sonra azat ediliyor ve “hür” olarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Bu kişiler Müslüman isimleri alıyor ve baba adları “Abdullah” olarak kaydediliyordu. Ancak mühtediler örneğin “İlyas bin Abdullah el-Mühtedi” olarak anılırken, köle kökenlilere sadece “İlyas bin Abdullah” denilerek “azatlı” oldukları kayda geçiriliyordu.
İSLAM’A RAĞMEN
Genel olarak bakıldığında İslam Hukuku’nun ortaya koyduğu esaslara rağmen Osmanlıların kölelikle ilgili bazı uygulamalarının İslam’a ters düştüğü kesindir. Bunların başında son dönemlere kadar devam eden Müslümanların köle olarak alınması uygulaması gelmektedir.
Osmanlılar Müslüman devletlerle de savaşmışlar ancak Germiyan, Karaman ya da Memluklerden aldıkları savaş esirlerini İslamiyet’in izin vermemesi nedeniyle “köle” yapmamışlardı. Buna karşılık özellikle saray için Kafkasların Müslüman halkı her zaman bir “köle kaynağı” olmuş, bölgeden Gürcü, Abaza ve Çerkez köleler getirilmiştir. Örneğin Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan, saraya satılan Çerkez kökenli bir cariyedir.
Kırım Hanları yaptıkları anlaşma gereğince vergi karşılığı her yıl Çerkez beylerinden köle alarak İstanbul’a gönderirlerdi. Bölgede İslamiyet’in yayılmasıyla bu uygulamaya tepki gösterilmiş, bunun üzerine Kırım Hanı Kaplan Giray buraya sefer düzenlemişti. Sonraki dönemlerde de Kafkaslar, beyaz köle ticaretinde önemli bir yere sahip olmuştur.
İzah edilemeyecek diğer uygulama, Harem’de görevlendirilen erkek kölelerle ilgilidir. Yaşları sekizle on arasında değişen erkek çocuklar, Kahire’de kısırlaştırıldıktan sonra İstanbul’a getirilmekte ve burada Osmanlı sarayına satılarak Harem’in çeşitli hizmetlerinde kullanılmaktaydılar.
Osmanlılarda yine İslamiyet’e uygun olmayan tarzda, insanların kaçırılarak köle yapıldığı görülmektedir. Özellikle kalelerde görev yapan yeniçeriler; Azak, Kılburun, Özi, Çehrin, Hotin, Bosna, Tiflis gibi yerlerde Kazak, Tatar, Nogay, Çerkez beyleri ve Kırım hanlarıyla iş birliğiyle “insan avcılığı” yaparak esir topluyorlardı. Bunların önemli bir bölümünü genç kızlar oluşturmaktaydı. Gerek bu yolla elde edilenler gerekse bağlı beylik ve devletlerin, padişahların gönlünü almak için “hediye” olarak gönderdiği “beyaz kadın kölelerin” bir bölümü Harem’e alınmaktaydı.
KÖLELİĞİN KALDIRILMASI SÜRECİ
Köleliğin kaldırılmasında en önemli aşamayı Fransız İhtilali oluşturdu. Avrupa devletleri, ihtilalin getirdiği fikirlerin etkisiyle köleliği sona erdirecek girişimlere başladılar.
19. yüzyılda Amerika’da büyük çiftlikler bulunmakta ve buralarda yoğun bir şekilde siyahi köleler istihdam edilmekteydi. Hatta yaygın kölelik, Amerika’da 1861-1865 yılları arasında iç savaşa yol açmış ve köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Kölelik İngiltere’de 1838’de, Fransa’da da 1848 İhtilali sırasında kaldırılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde köleliğin kaldırılması, dünyada meydana gelen gelişmelere paralel olarak ve Avrupalı devletlerin baskısıyla gerçekleşmiştir. Ancak ulemanın tepkisi ve alışkanlıklar nedeniyle süreç çok uzun olmuştur.
Abdülmecid zamanında 1847’de köle yasağına dair ilk irade-i seniyye çıkarılmış ve Üsküdar’daki esir pazarı kapatılmıştır. 1857’de ise Mısır’a hitaben yazılıp Trablusgarp ve Bağdat valilerine de gönderilen bir iradeyle siyah köle ticaretine ve kölelerin açık artırma ile satılmalarına son verilmesi, köle tüccarlarının cezalandırılması istenmiş, uygulama alanı olarak da Trablusgarp, Akdeniz’deki bütün ada ve kıyılarla Basra Körfezi’yle Irak belirtilmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa’nın Tezakir’deki ifadelerinden bu kararın “şer-i şerife aykırı olduğu” gerekçesiyle Hicaz’da tepkiyle karşılandığı ve “Türkler irtidat etti” ve “Türkler, Hristiyan ve Frenk oldu” denilerek halkın cihada davet edildiği anlaşılmaktadır.
1876’da kabul edilen Kanun-i Esasi’de ise “Bütün Osmanlılar, hürriyet-i şahsiyelerine sahiptir” hükmü yer almış ve 1891’de siyahi köle ticareti, ithal ve ihracı bir kez daha yasaklanmıştır. Ayrıca hürriyetine kavuşturulan köleler için düzenlenecek belgede adı, memleketi, yaşı, cinsiyeti, boyu, sakalı gibi özelliklerinin belirtileceğine yer verilmiştir.
Abdülhamit’in hükümdarlığının son yıllarında gerçekleşen bir vaka da Çerkez İttihad ve Teavün Cemiyeti’nin gayretleriyle Deli Fuat Paşa’nın aracı yapılarak Çerkez kızlarının Saray’dan çıkarılmasının sağlanmasıdır. Ancak anlatımlara göre dışarıdaki hayattan korkan kızların bir kısmı, Yıldız’ın loş odalarında kalmayı tercih etmişlerdir.
Sultan Reşad tahta çıktığında da “Çerkez köle ve cariyelerin satışının da zenci kölelerin satışının yasaklanması gibi” yasaklanması için bir karar alınmış ve iki yıl sonra da Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak Kafkasya’dan yapılan ve çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu beyaz kadın köle ticaretine son verilmiştir.
Sonuç olarak kölelik, bir taraftan ekonomik nedenler, diğer taraftan hâkim olan zihniyetin etkisiyle çok yaygın olmasa da bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı ülkesinde de yüzyıllar boyunca yaşanan bir olgu olarak karşımıza çıkmakta ve yasaklara rağmen devletin yıkılışına kadar devam ettiği görülmektedir.
***
Kaynaklar: B. Tahiroğlu, “Osmanlı İmparatorluğunda Kölelik”, İÜHFM, XLV-XLVII/1-4, 1982; İ. Parlatır, “Osmanlı Sosyal Hayatında Kölelik”, Belleten, C. XLVII, S. 187, 1983; M. Hamidullah, M. A. Aydın, “Kölelik”, N. Engin, “Osmanlılarda Kölelik”, TDV İA, C. 26; H. Sahillioğlu, “Bursa’da Dokumacı Köleler”, TTK Atatürk Konferansları VIII, 1983; Z. G. Yağcı, “Köle Kaynağı Bakımından Kafkasya’nın Önemi”, Yeni Türkiye, 2015, S. 71; H. Erdem, “Karadeniz’de Beyaz Köle Ticareti”, 150. Yılında Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması, İstanbul, 2006.