Muğla’da Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan termik santrallerinin bulunduğu ve yöre halkının ‘şeytan üçgeni’ diye tanımladığı bölgenin ortasında açılan ve yine yöre halkının ‘cehennem çukuru’ diye tarif ettiği 15 km’lik çukur, en son Işıkdere Köyü’nü yuttuktan sonra Akbelen Ormanı’nın sınırına dayanmış durumda.
Milas ilçesindeki İkizköy sakinlerinin, 780 dönümlük Akbelen Ormanı kömür madeni olmasın diye ‘yaz/kış’ demeden, ‘gece/gündüz’ tutuğu nöbet 557 günü geride bıraktı.
Bakanlığın maden sahası olması için Limak Holding’e ait Yeniköy Kemerköy Termik Santrali’ne (YK Enerji) tahsis ettiği Akbelen Ormanı’nda, mahkeme ‘yürütmeyi durma kararı’nı 2 Aralık 2022’de kaldırmıştı.
Köylüler lehine karar veren ilk iki bilirkişi raporunu görmezden gelen mahkeme bu kararını, ‘Akbelen Ormanı’nın kesilip bölgeden kömür çıkarmanın sakıncası olmadığını’ söyleyen üçüncü bilirkişi raporuna dayandırdı.
Hukuki süreç henüz tamamlanmasa da bu kararla şirketin ormana girmesinin bir anlamda önü açılmış oldu. Mahkeme kararının ardından orman üzerindeki şirket tehdidi yeniden gündeme gelirken, İkizköylülerin iki yıla yaklaşan nöbetleri son 1 aydır daha da önemli hale geldi.
“Varımızı yoğumuzu ortaya koyuyoruz. Adalet yoksa meşru direniş var. Ağaçlarımıza sarılıyoruz” diyen İkizköylüler, Limak’ın ormana girme tehdidine karşı her an tetikte…
LİMAK 20 BİN ZEYTİN AĞACINI YOK ETTİ, 45 BİNİ DAHA TEHLİKEDE
İkizköy Çevre Komitesi’nin, LİMAK Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir’in geçtiğimiz hafta Davos Zirvesi’nde yaptığı ‘Çeşitliliğin coğrafyası’ başlıklı konuşmasına verdiği yanıt ise özetle şöyle:
“İkizköy’ün Işıkdere mahallesi ve tarım arazileri 2017’de kamulaştırılarak LİMAK’a kömür madeni işletsin diye devredildikten sonra 20 bin zeytin ağacı yok edildi. Şimdi, ‘kömür madeni genişlesin’ diye 45 bin zeytin ağacı daha tehlikede. Zeytin, İkizköy’ün, Milas’ın, Anadolu’nun en önemli biyoçeşitlilik açısından çok zengin ekosistemlerinden biri, çok önemli bir ekonomik değeri. LİMAK, maden işletecek diye sadece İkizköy ve çevresinde yüzlerce aile, zeytinsiz, işsiz, geleceksiz kalacak. LİMAK zenginleşirken, maden ve termik santral işlettiği İkizköy ve çevresindeki yöre halkı fakirleşecek. Siz, İkizköy’ü termik santral ve kömür madeni çalışmalarınızda ‘kapsamak’tan vazgeçin. Böylece doğanın ve yüzlerce yıllık kültürün ‘çeşitliliği’ bütün görkemi ve yaşamsallığı ile var olmaya devam etsin.”
İKİZKÖYLÜ NEJLA IŞIK: ‘TERMİK SANTRELLER İYİDİR’ DENEREK BÜYÜTÜLDÜK
“Ne olursa olsun ormanımızı vermeyeceğiz. Akbelen’i ve Akbelen’le yaşayan 38 bin zeytinimizi savunacağız. Çünkü bu bir yaşam mücadelesi!” diyen İkizköylülerin yurttaşlara, doğa ve yaşam savunucularına yaptıkları destek ve dayanışma çağrıları ise karşılıksız kalmadı.
Yaşam alanı Akbelen ‘i savunan İkizköylü, iki çocuk annesi, tarım ve hayvancılıkla uğraşan Nejla Işık büyüyen dayanışmayı ve nöbet alanını “Akbelen’de maviyle yeşilin arasında kuş sesleri içinde, hiç tanımadığınız insanların sizi bağrına bastığı bir direniş var. İkizköylülerin her desteğe gelenle mutlu olup, her gidenle ağladığı ama Akbelen ailesinin kocaman olduğu, büyüdüğü bir nöbet alanı burası” diyerek özetliyor.
TA Kİ YILAN GELİP BİZİ SOKMAYA ÇALIŞANA KADAR
79 doğumlu Işık’ın, tüm bir kuşağın olduğu gibi kendi çocukluğu ve gençliği de ‘termik santrallerin iyi olduğu’ propagandasıyla geçmiş ta ki, kendi tabiriyle ‘yılan gelip kendilerini sokmaya çalışana’ kadar:
“Çocukluğum gençliğim hep bu santrallerle geçti. ‘Biz, bu termik santrallere mecburmuşuz’ hali kazındı hep beynimize. ‘Termik santraller tüm ülke için gerekli ve iyi bir şey’ denerek büyüdük, öyle yetiştik. Ama görmedik en başta sağlığımızdan olduğumuzu, o yıkımın geri dönüşü olmadığını fark etmedik. Nasıl ki geldi bizi yılan sokmaya çalıştı bizler o zaman mücadelenin içine girdik. Türkiye’nin her tarafında olan talanı da aslında o zaman duyduk. Aslında uykudaymışız, boş yaşıyormuşuz. Akbelen mücedelesi o kadar çok şey kattı ki bize. Akbelen ormanı sadece bize değil herkese nefes oluyor ve oradaki ağacın ağızı yok ‘beni kesme’ diyebilsin, ayağı yok kaçabilsin. Bütün termik santaraller kapatılsın istiyoruz. HES’e de RES’e de JES’e de hepsine karşıyız. Başa köyler, başka ormanlar, başka canlılar da yok edilmesin diye.”
ŞİRKET-MUHTAR SUÇ ORTAKLIĞIYLA KANDIRILAN KÖYLÜLER
Bölgede başlangıçta satılan tarım arazilerinin şirketlerin muhtarlarla yaptığı işbirliği sonucu satıldığını söyleyen Işık, bu ‘suç ortaklığı’nın işleyişini şöyle aktarıyor:
“Muhtarlar köylülere doğru bilgi aktarmadı, köylüleri yanılttı. Şirketin gelip köylüyle muhatap olması gereken yerde, muhtarlar geldi. ‘Bunu yapmak zorundayız. Ne yaparsak yapalım buna karşı çıkamayacağız. Şimdi şirkete satmazsanız, devlet gelip daha ucuza kamulaştıracak’ diyerek ve bir kişinin yanına 10 defa giderek sonunda imzasını aldılar. Bu şekilde 7-8 köy yok oldu, hala var 8-9 köy yok olacak. Bizler bunun önünde 4 senedir engeliz. Aytaç yengemizin bir lafı var. ‘Ölmek var dönmek yok’ diyor. Biz de Arif hocamla birlikte diyoruz ki, ‘Ölmek yok, yaşamak var yaşatmak var.’ Biz bu yola yaşatmak için, köylerimizin haritadan silinmesin diye, çocuklarımıza yaşanabilir güzel, termemiz bir gelecek bırakmak için çıktık.”
DEMET PARLAR: TOPLUMSAL DESTEK ŞİMDİ DAHA ÖNEMLİ
Limak’ın maden çukuru gelip Akbelen Ormanı’nı yutmasın diye İkizköylülere desteğe gidenlerden biri de Demet Parlar. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararını kaldırmasının ardından, İkizköylülere verilecek toplumsal desteğin daha da önemli hale geldiğini hatırlatan Parlar, “Olabildiğince oraya gitmeliyiz, çoğalarak var olmalıyız ki bu talan durdurulabilsin çünkü şirketin oradaki faaliyeti artmış durumda. Kepçeler, kamyonlar, atılan dinamitler –dinamitleri bir deprem gibi hissediyorsunuz-…“ diyor.
KANSER, AKCİĞER HASTALIKLARI, ZORUNLU GÖÇ VE UCUZ İŞGÜCÜ OLMAK…
Aynı zamanda tıp doktoru olan Parlar, termik santral ve maden sahalarının halk sağlığına doğrudan etkilerini şöyle özetliyor:
“Çünkü kömürlü termik santraller önce havayı, suyu kirletiyor sonra toprağı yok ediyor ve dolayısıyla sağlıklı gıdaya/suya erişim de imkansız hale geliyor. Bunlardan mahrum olmak demek, sağlıklı bir yaşamdan da mahrum olmak demek… Ayrıca psikolojiyi de çok olumsuz etkiliyor çünkü o bölgedeki insanlar zorunlu göçe maruz bırakılıyor ve Muğla’ya Milas’a betonun içine gitmek zorunda kalıyorlar. Tarlalarında çalışırken, doğanın içinde olma şansına sahipken fabrikalarda ucuz iş gücüne dönüştürülüyorlar. Bu tam bir sağlıksızlık hali ve bu konuda yapılmış ciddi bilimsel çalışmalar var. Termik santrallerin bulunduğu bölgelerde yaşam süresinin nasıl düştüğüne, bölgedeki kanser ve akciğer hastalıklarının nasıl arttığına dair… Bilindiği gibi termik santraller, karbon salınımı açısından çok ciddi risk oluşturuyor.”
BAHADIR ALTAN: LİMAK, KÖMÜR TAŞIMA MALİYETİNE KATLANMAMAK İÇİN ORMANI KATLETMEK İSTİYOR
İkizköylülerin sayısız destekçilerinden biri de Bahadır Altan… “Limak, şu anda Soma dahil dışarıdan kamyonlarla santrale kömür taşıyor ve kömürün bu şekilde taşınıyor olması şirkete ek bir maliyet getiriyor “ diyerek Limak’ın daha çok kar için giriştiği kapitalist hırsa dikkat çekiyor: “Santral için kömür lazımsa bunu gemiyle de getiren santral Türkiye’de var, Yumurtalık mesela. Orada kömür yok ve gemilerle getiriliyor. Limak ise Akbelen’de böyle bir maliyeti istemediği için ormanı katletmek istiyor. Çok ucuza mal edilip çok pahalıya satılan bir enerji söz konusu ve Limak’ın da iştahını kabartan tam olarak bu. Buradaki maden sahasının başka hiçbir nedeni yok. Buna karşılık Limak’ın Başkanı, Davos’ta ‘şu kadar ağaç diktik’ gibi hamasi nutuklarla burada yaptıkları katliamı gizlemeye çalıyor ama Akbelen’deki durum o kadar net görülüyor ki, gizlenecek tarafı yok. 780 dönümlük bir ormandan söz ediyoruz.”
Ormanın maden sahası yapılmasının Bodrum’dan Milas’a Ören’e kadar su havzalarını yok edecek bir katliam olduğunu, tarım ve hayvancılıkla geçinen köylüler içinse tam bir yıkım olacağını anlatan Altan, AB’nin Türkiye’de tescil ettiği tek zeytinyağının Milas’ta üretildiğini hatırlatıyor:
114 KÖY ZEYTİNCİLİKTEN GEÇİNİYOR VE AB’NİN TESCİLLEDİĞİ TEK ZEYTİNYAĞI
“Bölgede zeytincilikten geçinen 114 köy var. AB’nin Türkiye’de tescil ettiği tek zeytinyağı Milas’ta üretiliyor. Konuyla ilgili akademisyenlerin yaptığı çalışmalar çarpıcı şeyler söylüyor. Mesela; termik santrale yapılan yatırımın 10’da biri bölgedeki zeytinyağı üretimini daha iyi yapmaya harcansa –toplamasından sıkımına kadar- bölge bunun 10 katı gelir elde edecek.”
“Bence, bir ekolojik Gezi’nin kıvılcım yeri Akbelen’dir” diyen Altan, Akbelen savunmasının neden belirleyici olduğunu/olacağını ise söyle aktarıyor: “Akbelen aşılırsa, şirketlerin bu konuda bir sınırı kalmayacak. Limak burada durdurulabilirse de çok önemli bir içtihat olmuş olacak. Pek çok yerde mücadele var ama buradaki gibi kararlı bir köylü birlikteliği görmüş değilim, bizleri oraya çeken de köylülerin bu karalılığıdır.”
ZÜLEYHA GÜLÜM: EKOLOJİ MÜCADELESİ, KAPİTALİZME GERİ ADIM ATTIRABİLİYOR
Limak’a karşı İkizköylülerin yanında yer alan bir başka destekçi de HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm… “Bütün kapitalist hükümetler gibi AKP-MHP’de – çok daha abartılmış haliyle- sermayeden yana, sermayeyi büyüten politikalar yürütüyor. Akbelen’de, Kazdağları’nda, Hasankeyf’te, Şırnak’ta ve Karadeniz’deki durumlar benzer. Bunların hepsinde aynı politikayı görüyoruz, doğanın katledildiği, sermayenin büyütüldüğü bir politika bu” diyen Gülüm, tüm bu tabloya karşı mücadele edenlere dikkat çekiyor:
“Bugün artık doğa katledildiğinde geriye hiçbir şeyin kıymetinin kalmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Ekoloji mücadelesi, dünyada ve Türkiye’de ciddi anlamda büyümüş durumda ve bu mücadele dönem dönem kapitalizme geri adım da attırıyor.”
HALK, DEVLETİN KİMDEN YANA OLDUĞUNU ARTIK BİLİYOR
AKP-MHP iktidarının sermaye uğruna doğayı talan politikalarının toplum tarafından görüldüğünü ve bunun sandıkta iktidar aleyhine sonuçları olacağını söyleyen Gülüm, Karadeniz örneğini veriyor:
“AKP-MHP’nin daha çok oy aldığı yerlerde de doğanın katliamı sürüyor. Karadeniz, buralardan biri… Ve yaşam alanları talan edilen insanlar göç etmek zorunda kalıyor, geçim kaynaklarından yoksun kalıyor, bin bir türlü hastalıkla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Yükselen sesleri duyuyoruz işte. Hayatlarında hiçbir direnişe katılmamış köylüler yaşam alanlarını, doğalarını, zeytinlerini, kurdunu/kuşunu, ağaçlarını savunuyor. Ve çok şaşırıyorlar aslında; “Nasıl olur da devlet bize karşı gelebilir, jandarma bize saldırır” diye. Sermaye ve halk karşı karşıya geldiğinde devletin kimden yana olduğunu kendi deneyimlerinden artık biliyorlar.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***