Dünyanın cevabı en net sorusunu yıllardır ülkede akıl almaz şekilde kutuplaşma üzerinden tartışıyoruz. İste birey, ister aile, ister şirket, isterse de kamu bütçesi olsun; eğer ortada sürekli artan bir zarar varsa; bunun tartışılacak bir yanı olur mu?
Fakat bir medya operasyonunun ardından gerçekleşmiş algı yönetimi sayesinde, insanlar kendi gerçeklerine bile yabancılaşmış halde, siyasi görüşleri üzerinden bu meselenin üzerinde tepinip duruyorlar.
Şu çok net bir gerçek ki zararına bir ekonomi yürütüyoruz ve bunun ‘kime göre’ diye bir kavramın ardına sığınılarak tartışılacak bir yanı yok. Zira son derece somut, rakamlara dayalı, gözle görülen, yaşayarak hissedilen ve maliyeti ödenen bir durum söz konusu. Yani ortada sübjektif ya da öznel bir durum yok.
Milyarlarca dolarlık özelleştirme yapılmış, anormal ölçüde borçlanılmış, üretimsizleşilmiş, kalan değerler bir fonun içine atılmış, buradan gelen paranın da, fona girdikten sonra oluşan zararın da kimse hesabını soramıyor. Herkes kulislerde gerçekleri konuşuyor ama ortaya çıkınca methiyeler düzüyor.
Oysa günün sonunda ihracat yapabilmek için ithalatı kaçınılmaz kılan, ithal edilen ürünlerin yüzde 73’ü ara malından oluşan, kilogramı 1,3 dolardan mal satan, teknolojiyi kullanan ama satın alan, dünya ekonomisi içerisindeki ağırlığını bir türlü yüzde 1’e ulaştıramayan bir yapının sorgulanacak tarafı yok.
IMF’ye olan borcun kapatılmasından söz ediliyor, ortadaki 450 milyar dolar borcu nereden kaynaklandığı sorgulanmıyor. Dünyanın bizi kıskandığından bahsediliyor; ama yurtdışındaki varlıklarımızın yükümlülüklerimizi karşılamadığı konuşulmuyor.
Son açıklanan veriye göre uluslararası yatırım pozisyonu açığımız 364,8 milyar dolar. Bırakın istatistikleri iktisadi bir kenara bunun Türkçe tercümesi ekonominin 365 milyar dolar zararda olduğu net bir biçimde anlatıyor.
2021 bütçesi TBMM Başkanlığı’na sunuldu. 245 milyar TL açık öngörülüyor. Yani bugün itibariyle gerçekleşen açıktan 100 milyar TL daha fazla. Geçmiş performansa bakılırsa bu hedefin de tutturulamayacağı kat be kat aşılacağı kesin.
Ama ortada bir başarı söylemi sürüp gidiyor. Şu bir gerçek ki siyaset Türkiye’nin çok gerisinde kaldı ve ihtiyaçlara cevap veremiyor. Fakat kimse de bunu gerçek anlamda sorgulamıyor.
Bir iş insanı grubuna şunu sordum. Meclis’te 600 milletvekili var. Bunun partiler üstü bir biçimde yüzde 10’unu kenara koyun. Mutlaka her partide nitelikli insan vardır. Geri kalan 540’ından herhangi birine şirketinizde müdürlük verir misiniz? Ortak yanıt ‘hayır’dı.
İşte zaten bütün mesele bu. Bir siyasi kısırlık içerisinde savrulup gidiyoruz. Şirket teslim edemediğimiz insanların, siyasi kimlikleri nedeniyle kamuyu yönetmesine izin verirseniz, zararı sistematik kılarsınız.
Şu çok net ki, Türkiye ekonomisi iyi yönetilmiyor. Tartışmalı rakamlar bile zararı net bir biçimde ortaya koyarken, ama ile başlayıp bahaneler üretiliyor. Oysa bir ekonomi zarar edebilir mi?
Bir plan doğrultusundaysa ve yaptığı üretken yatırımlardan dolayı bir süreye ihtiyacı varsa ve günün sonunda ortaya çıkacak katma değer zararı tamamen kapatıp, kazanca getirecekse yatırım maliyeti budur.
Sürekli zararını büyüten bir şirket, hatta esnaf, Maliye nezdinde şüpheli görülürken, aynı durum kamu bütçesi için gerçekleştiğinde neden normal karşılanıyor? Bence bu soruyu kendinize sorun. Çünkü çözüm, bu sorunun doğru yanıtından geçiyor.