Burada, 2015 yılında Türk Kültüründe Erkeklik Konseptleri başlığıyla Almanca yayımlanan bir yazımdan bazı bölümleri aktarmak istiyorum. Erkeklik bizim sandığımız gibi doğal bir durum değil, karmaşık bir sosyalleşme sürecinde üretilen kültürel bir inşadır. Aslında doğal olduğu sanılan ve erkeklik organından yola çıkarak kurgulanan homojen bir erkeklik yoktur; aksine en küçük gruplarda (aile, sülale, köy) bile erkeklikler vardır. Yani erkeklik çeşitlilik gösterir. Erkeklik konseptlerini araştıran ve kendisi de ameliyatla cinsiyet değiştiren, bu bağlamda iki cinsi de tanıyan Avustralyalı sosyolog R. W. Connell, erkekliğin insanlar arasındaki ilişkide kültürel olarak aktif şekilde üretildiğini yazar (Die Wissenschaft von der Männlichkeit, 2015, s. 21-23).
Birçok sosyal bilimde (psikanaliz, etnoloji, sosyoloji) erkek kimliğinin problemli (unsicher, güvensiz) olduğuna vurgu vardır. Bunun nedenini psikanalist Ralph R. Greenson, “bir erkek çocuğun erkek olabilmesi için birincil özdeşleşmesinden, yani annesinden vazgeçip, onun yerine babasıyla özdeşleşme zorunluluğu”yla açıklar (Die Beendigung der Identifizierung mit der Mutter und ihre besondere Bedeutung für den Jungen, 2009, s. 151). Psikanalist Frank Dammasch’a göre, erkek cinsiyet güvensizliğini gidermek için cinsiyet rolüne sıkı sıkıya sarılır: “Erkek erkek gibi davranarak erkek olduğuna inanır” (Die Angst des Jungen vor der Weiblichkeit, 2009, s. 19). Bu anlamda “erkek gibi” davranır, “erkek gibi” giyinir, “erkek oyunları” oynar, agresiftir, agresif rekabet eder, fallik oyuncaklar seçer. Yetişkinlikte de silahlarla fetişist bir ilişki kurmanın bir geleneği ve erkeklik tanımıyla bir ilişkisi vardır. Bir başka psikanalist Martin Teising ise erkek rolünün fallik narsisist tanımlanıp yaşandığını, dişi olanın değersizleştirilip ayrıştırılarak “ötekine” yansıtıldığını yazar (Der Konflikt zwischen Laios und Ödipus, s.104).
Bütün bunlar erkeğe narsistik bir stabilize sunmaz. Bunun asıl nedeni erkeğin erkek olabilmek için imkânsızı denemesi, bunu başaramayınca da başarmış gibi davranmasıdır. İmkânsız olan ise anneyle olan birinci özdeşleşmeyi bütünüyle “erkek olma” yolunda yok etmeyi denemektir. Bu özdeşleşme kişiliğin çekirdeğini oluşturur. Daha sonra erkek olmak için dişiye benzememeyi seçen erkek, anneyle olan özdeşleşmeleri hayatından silmek, “sapına kadar” erkek olmak ister. İşte bu “sap”, bir kadındır ve o kadın annedir. Anneden, dişiden uzaklaşmak imkânsızdır. Erkek olmak anneden kaçmamak, dişice olanı erkeklik tasarımına entegre etmek ve bunun keyfine varmak, bunu bir olumsuzluk gibi görmemekle mümkündür.
FEMİNİZASYON VE FEMİNENLİĞİN İNKARI
Orduda yaygın olan, erkeklerin kadınlardan katı bir şekilde ayrılması, katı cinsiyet rolü klişelerinin teşvikidir. Cinsiyet rollerinin bölünmesi yoluyla, zayıf, yumuşak ve hassas olmak dişilik le ilişkilendirilirken, başkalarına ve kendine karşı sertlik, erillikle ilişkilendirilir. Bu bölünme, erkeklerin kendi içlerindeki çaresizlik, korku veya üzüntü duygularını kabul etmelerini zorlaştırır ve böylece kendi yaşamlarına ve başkalarının yaşamlarına karşı kayıtsız kalma isteğini teşvik eder.
Ordunun önerdiği erkeklik aynı zamanda alaycı bir tutumla dişilik sayılan öğelerden gizlice beslendiğinden, yapay bir erkeklik sayılır (Pseudomännlichkeit). Askere gidenler Mehmet olmazlar Mehmetçik olurlar ve böylece Mehmet çocuklaştırılır (küçültülür mesela kitap değil de kitapçık gibi), sevimli ve sevecenleştirilir. Askerlik eğitimi alan genç dolaylı olarak bir tür feminizasyona maruz kalıyor. Özellikle erkeksi olduğu düşünülen askerler de eğitimleri sırasında erkekliklerinden bir ölçüde yoksun bırakılıyorlar. Erdheim şunları söylüyor: “Kışla duvarlarının ardında, asker önce toplumumuzda âdet olduğu gibi kadın rolünü oynamayı öğrenmelidir; yatağı düzeltmeyi, ortalığı toplamayı ve temizliği büyük bir hassasiyetle uygular” (Brockhaus, 1997, s. 72). Orduda erkeklik üzerine yapılan aşırı vurgu, gizlice teşvik ettiği “kadınsı” özelliklerin inkârına dayanır. Askerlerden talep edilen özveri, bağlılık, boyun eğme ya da görevi sadakatle yerine getirme konusunda isteklilik, geleneksel olarak erilden çok dişille ilişkilendirilmiştir.
Düşmana karşı ifade edilen saldırganlık, askeri teşkilatlarda içsel olarak körüklenen saldırganlıkla da yakından ilişkilidir. Genellikle aşağılayıcı olan askeri eğitim ve üstlerin emirleri, kaçınılmaz olarak üstlere karşı nefreti besler. Saldırganlık üstlere yöneltilemeyeceği için düşmana kaydırılmalıdır. Askeri konuşlanma, çoğunlukla arkadaşlarla olan ilişkiyle bağlantılı çeşitli yoğun bedensel deneyimler yaratır. Bu, eşcinsel dürtüleri kışkırtır: “Beklendiği gibi, aynı cinsiyetten fiziksel faaliyetlerde bulunmaya yönelik bilinçsiz arzular, ordu ortamında yüzeye çıkar” (Eissler, 1982, s. 20). Bu eşcinsel dürtüler ordularda genellikle aşırı derecede tabudur, bu da onların eşcinsel eğilimlerinin gizli gücüne işaret eder. Bu gizli ve belirginleşmeyen eşcinsellik sadistçe olana kayar: Düşman erkeklere, onlara üstünlük sağlama, onların bedenine taciz ve içlerine sembolik olarak girmek (bıçak sokmak, attığı merminin düşman askerin vücuduna girmesi) ve böylece bu eşcinselliği düşman askerlerinin bedeninde yok etmeyi denemek.
Askerde erkeklere bir hiçmiş gibi davranılır, değersiz ilan edilir. Sadece askeri eğitim yoluyla bir “şey” olabilirler. Bu anlamda askerlik, insan için sembolik bir yeniden doğuştur. Bu kadar erkek olma çabası istenilen etkiyi gösteremez: En başarılı yöntem bile erkeklik hususunda tüm düşmanlıklarla baş etmeye yeterli güvence sunamaz, çünkü “en büyük düşmanlık, erkeğin bakış açısından, kadından gelmektedir.” Kadının dişiliği ve cinselliği bir anlamda düşman gibi görünür (Pohl, Männliche Sexualität und ihre Krisen, 2010, s. 7).
Orduda askerler yiyecekleri yemekhaneden alırlar ve hepsi de eşit pay alır. Komutanlar ve devlet, yiyecek verme yoluyla tanrısal varlıklar olarak idealleştirilir, emziren anne ve yiyecek sağlayan baba konumunu alırlar. Herkes aynı yiyeceği aldığından ve yine herkes kişiliksizleştiğinden, bu askerler arasındaki rekabeti en aza indirir. Komutan tarafından da istismar edilmelerine rağmen, bağımlılık ve idealleştirme paranoyak korkuları savuşturmaya hizmet eder. Hâlâ ortaya çıkabilecek korkular düşmanlara yansıtılır. Askerler devamlı şu söylentiyi anlatır: Cinsel güçlerini azaltmak için yiyeceğe süspansiyon ilaçları karıştırılıyor. Paranoyak korkuların bir kısmı da burada ele alınmaktadır. Süt zehirli ama askerleri cinselliklerinden korumak için (Der Ödipuskomplex und primitive Objektbeziehung, s. 75).
ASKERLİK VE NAMUSUN, ŞEREFİN TRANSFORMASYONU
Askerler Rambo gibi fotoğraflar çektiriyorlar. Kahramanlık fantezisinin fotoğrafları. Silahlarını siliyorlar, yağlıyorlar, fotoğraf çektiriyorlar, silaha sarılıyorlar. Silah erotik bir obje, bir fetiş. Ellerindeki silahlar sanki falluslarının devamı gibi. Erkekler silahlarıyla yatarlar; baş uçlarındadır bazen. Silahlar bir erkeklik şovunun parçasıdır. Ama daha dikkatli bakıldığında, erotik olan aynı zamanda çok çocuksudur da: Silahına sarılan asker annesine sığınmış, annesinin eline sıkıca yapışan küçük bir çocuk gibidir aynı zamanda. Odaya asılan bu fotoğraflar yücelik fantezisidir ama bu fotoğraflar birer maske, birer örtüdür: Askerlikte aşağılanmış olmayı örterler. Askerlikte boyun eğenler ve aşağılananlar, filmi kahramanlık söylencesine dönüştürürler ve böylece aşağılanmanın travmatik etkisini relative ederler.
Asker aşağılanır. Bunun nedeni onun tüm direncini kırmak ve bir transformasyonu sağlamaktır. Normal koşullarda “anasına, avradına, bacısına” küfür edilen Türk erkeği namusunu korumak amacıyla bu cinsel küfürlere tepki gösterir. Erkeğin görevi kadını, namusu ve haneyi düşmana karşı korumaktır. Anasına küfür edilen asker karşı çıkmaz, çıkamaz. Asker, namusu ve ailesi aşağılanır. Daha sonra ama ona transformasyondan geçmiş başka bir kutsal ve namus koruması için sunulur: Anavatan, evi yerine yurt, aile yerine “devlet baba.” Aile, namus konsepti transforme edilir ve böylece asker bu değerler için savaşmaya, ölmeye ve öldürmeye ikna edilir. Tüm kişiliğine saldırılan ve “hiç” haline getirilen asker bu transformasyondan sonra artık vatanı koruyacak, kahraman olacak hale getirilir: Emirlere uyarak hiçlikten kahramanlığa ve daha birçok şeyliğe terfi eder. Aşağılamalar diğer askerlerin önünde yapılarak onur kırma kamusallaştırılır, bir sır olmaktan çıkarılır. Bunun bir diğer anlamı şudur: Bu travmatik an gizlenemez, bireysel yöntemlerle giderilemez hale dönüştürülür ve böylece asker kendisine sunulan konsepti kabul etmek zorunda bırakılır, yani vatan için savaşmalıdır.
Hiçlik yaratılırken askerin sadece insan olma özelliklerine saldırılmaz, canlı olma özellikleri bile ağır tahrip edilir: “Hazır ol!” talimatında her asker yağmura, kara, soğuğa ve sıcağa rağmen put gibi, yani canı yokmuş gibi durmak zorundadır. İşte insanları buraya getirdikten sonra askere yeni can, yeni bir kişilik, yeni bir kimlik, yeni bir aile (millet) sunulur. Yeniden doğum gerçekleşir. Acemilik kimliği de resmen terk edilir, usta olurlar. Ustalar da yaşadıklarını kendilerinden sonrakilere yaşatırlar. Burada acemilikteki öfke bir şekilde dışa vurulur. Böylece acemi birliğinin mağdurları ve garibanları usta birliğinin failleri olurlar. Bu mağdurluk-zalimlik döngüsü savaş dönemlerine bir ön hazırlıktır aynı zamanda. Böylece bir süreklilik de sağlanır. Süreklilik olumlu ya da olumsuz olsun bir stabilite de sunar. Böylece “aynı gerçekliği yaşamanın getirdiği ortak bir kültür oluşturma” da gerçekleşir. İşte duvara asılan fotoğrafta bu yeniden doğan kahraman asker vardır.
ORDU HOMOEROTİK ORTAMLAR YARATIR
Askerlik homoerotik bir ortamdır. Askerlik sırasında, ihtiyaçtan dolayı çok yakın bir bağ ortaya çıkabilir. Kadınların ve ailelerin izolasyonu, ordudaki erkekleri birbirleriyle güçlü ilişkiler geliştirmeye iter. Erkek erkeğe bedensel yakınlık da çoktur. Erkeklik muhabbeti de “silah arkadaşlığı” söylemiyle kutsanır ve yüceltilir. Aynı zamanda askerlik erkeklerin kendi aralarında sözsel cinselliğin sürekli olduğu bir yerdir. Cinsel küfürler çok yaygındır. Olması gerektiğinden daha yoğun bir cinsellik vardır ama kadın yoktur. Uzaktaki, olmayan kadınlar üzerine kurulan erkek fantezi anlatıları da cinselliği yoğun hale getirir. Cinsel küfürlerin ve cinsellik anlatılarının yoğun olduğu homoerotik ortamda yaşarlar (aynı odada uyurlar, toplu halde yıkanırlar) ama ibneliğe çok karşıdırlar. İbnelik sürekli aşağılanır, birbirlerini ibnelikle itham ederler.
Homoerotizmin yoğunluğunda, homoerotik arzular ve homoerotik korkuların çatışmasını sıkça yaşarlar. Bazen homoseksüel ilişkiler de yaşanır ve bazı askerler “kadın” işlevinde kullanılırlar. Bu erotik gerilimler fallik sembollere aktarılır; silah fetişizmi ve kendi grubunu yüceltmek gibi. Agresif cinsellik de düşmana kanalize edilir. İşte bu oluşan cinsel gerilim homofobiden ötürü depolanır ve daha sonrası için saklanır. Anlatılarda bu cinsel yoğunluk düşmana yönelik fantezi olarak, savaş anında da düşmana reel şekilde yansıtılır. Kadınlara tecavüzün olmadığı savaş yoktur. Erkekler biriken öfkelerini (öldürmek bile yetmez) kadınlara yansıtırlar. Toplu tecavüzler savaş realitesidir. Ama anlatılarda tecavüzcüler düşmanlardır sürekli. Her millet düşmanını tecavüzcü, katil ve acımasız ilan ede
Askerle üst komutan arasındaki ilişki yüceltmek ve özdeşleşmek biçimindedir. Asker bir dönem sonra sıkı bir aidiyet duygusu, yeni bir bağlanma biçimi (silah arkadaşlığı) geliştirir. Askerin komutanı yüceltilir ama ulaşılmazdır. Bir general askerin askerliği süresince, onun günlük hayatındaki normal bir kişi değildir. Bu asimetrik durum askerde komutanın gözüne girme, onun takdirini toplama, ona layık olma motivasyonu doğurur. Komutan askeri tanımaz bile. Askerin narsistik çabası ve komutanın ulaşılmaz olması yer yer tutkuya dönüşür. İşte bu tutku Führer/komutan için ölümü göze almayı, böylece komutanın takdirini kazanmayı seçer.
Disiplin, karmaşık kişilik değişiklikleri elde etmek için kullanılır. Foucault, burada “bedensel faaliyetlerin titiz bir şekilde kontrol edilmesini ve güçlerinin kalıcı olarak boyun eğdirilmesini mümkün kılan ve onları uysal/yararlı kılan yöntemleri” tanır (Überwachen und Strafen, 1992, s. 175). Benzer şekilde Foucault, ordunun bedeni iktidarın bir nesnesi ve hedefi olarak nasıl keşfettiğini anlatırken, dikkatin odağında manipüle edilmesinden, biçimlendirilmesinden, terbiye edilmesinden ve boyun eğdirilmesinden söz eder (s. 174).
Kendi evinde kendini yuvasında hissetmeyen, babasının yanında bacak bacak üstüne atamayan, babasıyla çatışamayan, kısacası saygı konsepti üzerinden iğdiş edilen bir gencin evde oluşan öfkesini başkalarına yıktığını sıkça gözlemleriz. Çok saygılı olduğunu iddia eden Türklerin hiç olmayacak nedenlerle kavga etmeleri biraz da bu durumla ilişkilidir. Babasına saygılı biri erkek kahvesinde kabadayıdır, korkusuzdur. Askerde de asker saygılı, itaatli ve boyun eğendir. Aynı asker düşmanına Azrail’dir ama. Yani asker yaşadığı realitenin doğurduğu öfkeyi tutar, depolar ve düşmana kusar. Savaşta anlamsız, saçma, gereksiz bir şiddetle sıkça karşılaşırız. Anlamı yoktur. Ama bu biriktirilmiş öfkenin eğlencesidir. Sadistçe yaşanan bir hazdır.
SAVAŞ VE CİNSELLİK
Psikanaliz, bir insanı anlamak ve yaşamını psikanalitik bir hikâyeye dönüştürmek için o insanın psikoseksüel gelişimini incelemeyi önerir. Aynı şekilde, bir kültürü anlamak için o kültürdeki psikoseksüaliteyi anlamak gerekir; bu durumda o kültüre dair önemli ipuçları elde edilebilir. Savaşı anlamak için de psikoseksüel dinamiklere bakmak zorunludur.
Savaş bilinen en sapık eylemdir, çünkü en radikal sapıklığa, yani insan öldürmeye izin verir. Savaş ve cinsel sapıklık terimleri ilişkilendirilerek dile ve bilince yansır, sapıklığa yön verir: “Ülkemize tacizde bulundular; sınırlarımızı ihlal/taciz ettiler; taciz ateşinde bulundular; pilotlarımız hava sahamızı taciz eden filan ülke pilotlarıyla dalaştı…” Savaşın kendisi bir taciz ve tecavüz olmasına rağmen öfke dinmez ve gazetelerde bazen toplu tecavüz haberleri okuruz. Her savaşta düşmanın tacizci ve tecavüzcü yanı anlatılır. Bazen halkın savaşa destek vermesi için propaganda amaçlı anlatılır bu hikâyeler. Ama her savaşta reel taciz ve tecavüz vardır. Çünkü tecavüz aynı zamanda en iğrenç aşağılama biçimidir.
Savaş insanı duygularından farkına vardırmadan uzaklaştırır. Bu durum dolaylı olarak sapıklıklara yol açar. Savaşın erotize edilmesine dair bir metin yayınlayan Michael Lukas Moeller, bir tavuğun kesilmesinin bir roketin fırlatılmasından daha yoğun duygusal problemler yarattığından söz eder (Der Krieg, die Lust, der Frieden, die Macht, 1995, s. 85). Moeller’e göre savaşın erotize edilmesi ve savaş seviciliği, insanların tarafı olduğu gruba olan sevgiyle başlar. Bu sevgi düşmanın yok edilmesine kadar varır. Savaş ve savaş söylemi kolektif kimlikleri daha katı ve abartılı hale dönüştürür. İnsanın insanı öldürmesi, yok etmesi kanibalizmdir ama yok edilen düşman olduğu için ve düşman da insandan sayılmadığı için bu kanibalizm görülmez. Farkına varmayız ama savaş savaşanı vampirleştirir: Kanın akması, “kanını içsem doymam”lar da bu tür vampirce söylemler değil midir?
ASKER HAKİKİ ERKEKTİR
Askerlik, cinsiyetler arasında çok belirgin bir ayrım yapar. Savaşmak erkek işidir, “karılara” göre değildir. Yiğitlik, savaş ve mertlik erkeksi özelliklerdir. Suriyeliler “karı gibi”dir, vatanları için savaşmamış birer “hain ve korkak”tırlar. Sahilde nargile içen “alçaklar”dır bunlar. Askerde kadınlardan uzaklaşılırken erkek erkeğe ilişki, erkek dostluğu ve yoldaşlığı yüceltilir; hakiki dostluk silah arkadaşları arasında olabilir çünkü. İnsanlar birbirlerine canını emanet eder.
Buradaki cinsellik erkek erkeğe bir ilişkide karşılık bulurken, aynı zamanda erotizm şiddete transforme edilerek düşmana saldırganlık olarak aktarılır. Elinizdeki silahın mermilerini, şarjörünü düşman askere/erkeğe boşaltırsınız. Bu cümle cinsel metafordur aynı zamanda ve bir mastürbasyonu anlatır. Şiddet erotize edilir: Kiev tren garında sevgilisine sımsıkıca sarılan, onu savaş alanının dışına yolcu ederken gözleri nemlenen ve ondan ayrılmakta zorlanan erkek… Birkaç saat sonra ise asker olarak o kişinin yüzünde hiçbir insani tepki yok: kaskatı, kahraman ve korkusuz! Aynı eller ve kollar şimdi uzun namlulu silaha sarılıyor. Sevgilisine sarılan adamın yeni sevgilisi silahı ve bu silahla aldatıyor garda ayrıldığı sevgilisini.
İşte savaş hali, bir dönem sonra realitenin ortadan kalkması ve savaş realitesinin yaşamın her alanına hakim olması anlamına da geliyor. Askere bir yandan “hakiki erkek” olduğu duygusu aşılanırken aynı zamanda dişileştirilir. Ataerkinin cinsiyetler arası rol ve görev dağılımından ötürü hayatı boyunca “karı işi” diye yapmadığı işleri yapmak zorunda kalır. Soğan soymak, masayı temizlemek, komutana su getirmek ve yatağını toplamak gibi. Patriarkal bir erkeğin “karılık” saydığı işleri yapmak, erkeği dişileştirmek, aynı zamanda erkekliğe de aşırı vurgu yaparak bu dişiliği yokumsamaktır.
SON BİR ÇAĞRIŞIM
Sosyal bilimlerin sözünün bittiği bir yer var: Gücü elinde tutan bir Führer “Kötü olacağım!” ya da “Savaşacağım” der ve kötülük yaparsa bu durum insanı çaresiz bırakıyor. Birileri “Soykırımlar yok!” der, hatta “Oh canıma değsin!” derse, bu önce sonsuz bir çaresizlik de yaratıyor. İşte burada umudu çalışmak gerek!
Robert Greenleaf’in geliştirdiği bir kavram var: Hizmet ederek yönetmek (Servant Leadership). Bu model bize yönetenlerin başka bir yönetimin üzerine düşünmemiz gerektiğini önerir…
SON.
Şahap Eraslan: 1980’de cunta öncesi Almanya’ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin’de çalışıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***