Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlallerini protesto etmek için 8 Ocak pazar günü Brüksel’de, Avrupa Birliği kurumlarının bulunduğu Schuman Meydanı’ndaydık. Nerdeyse yarım yüzyıldır Türkiye dahil dünyanın dört bir yanındaki devlet terörü uygulamalarına karşı sayısız protesto gösterilerine ya şahsen katılmış ya da sosyal medyadan izleyerek yansıtmaya çalışmıştım.
Avrupa Türk Gazeteciler Birliği’nin organize ettiği bu önemli etkinliğe, ne yazık ki, doğrudan kendi mesleklerini ilgilendirdiği halde, Belçika’daki Türk gazetecilerinden çok, insan hakları ihlallerine karşı her daim tavır koymuş çeşitli mesleklerden bir avuç insan katılmıştı.
Etkinliği organize eden ATBG yöneticileri Recai Aksu ve Erdinç Utku’nun yanı sıra başarılı olması için önemli katkıda bulunan gazeteci-sanatçı Kenan Erer’in sosyal medyadaki paylaşımı dramatik durumu çok iyi özetliyordu:
“Brüksel’de medya işiyle meşgul bir avuç insan var, bunlardan bir kısmı 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü vesilesiyle Schuman Meydanı’nda gösteri yaptı (ben de oradaydım), bir kısmı pastanede pasta börekli altın günü yaptı, bir kısmı da sırça köşkünde viski yudumladı, fıkra bu kadar…”
Avrupa’daki medyanın hali pürmelali üzerine, tam da ertesi gün, 9 Ocak’ta, Almanya’daki siyasal sürgünlerden Ganime Gülmez, şahsen katılıp desteklediği Lützerath Direnişi’yle ilgili bilgi verdiği mesajında şöyle diyordu:
“Pandemi sonrası Köln’de, Berlin’de ve de benim yaşadığım şehirde binlerin katıldığı eylemlerde bir Afganistanlı dahi kalkıp konuşma yapıyor… Türkiyeli hiçbir kurum yok… Şu Lützerath’a giden Nijeryalı gazeteci 70’ine merdiven dayadı. Ülkesindeki selleri bildiriyor ve basın ondan haber alıp kamuoyuna duyuruyor. Ya bizimkiler? Ya bizdeki İkizdere, Akkuyu? İçler acısı…”
Gerçekten de, Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde, Aachen ve Düsseldorf arasındaki Lützerath köyünün uluslararası güç sahibi maden şirketlerinin çıkar hesapları uğruna yok edilmesine karşı başlayan çevreci direniş, sadece Almanya’nın değil, dünya medyasının da gündeminde…
Alman polisi sadece direnişçilere karşı değil, aynı zamanda direnişi yansıtan gazetecilere karşı da hunharca bir saldırıya geçmiş bulunuyor.
Lützerath direnişi üzerine Ganime Gülmez’in verdiği bilgileri bizim sosyal medyada yansıtırken Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki Türkçe medyayı da dikkatle izledim… Bu konudaki haberlere ancak bu saldırılardan, özellikle de İsveçli çevre aktivisti Greta Thunberg’in önceki gün Lützerath’a gelerek eylemcilere destek vermesinden sonra yer verilmeye başlandı.
İsveç’in direnişçi en genç kuşağının temsilcisi olan Greta Thunberg’in adı daha 15 yaşındayken, 2018’de tek başına yaptığı “İklim için okul grevi”nden bu yana sadece kendi ülkesinde değil, dünyanın dört bir yanındaki çevreci direniş etkinliklerinde ön plana çıkıyor.
Greta Thunberg’in iki tanınmış ressam tarafından yapılmış dev bir portresi çevre direnişçiliğinin sembolü olarak 2019’da İstanbul’un duvarlarından birini süslüyordu… Ancak aynı yıl, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu beş ülkeyi “yaşamı tehdit eden iklim değişikliğine neden oldukları” için Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’ne şikayet etmesi üzerine Greta Thunberg de islamo-faşist iktidar ve medyadaki destekçileri tarafından “Türk düşmanı” ilan edilmekte gecikmedi.
Dahası, Ankara’nın terörist olarak nitelendirdiği kişi ve örgütlere destek verdiği iddiasıyla İsveç ve Finlandiya’ya siyasi baskı uygulamaya başlaması üzerine Greta Thunberg’in, “Fridays for Future” aktivistlerinin ellerinde Kürdistan bayrağı ve Kürtçe “Jin, Jîyan, Azadî” sloganı yazılı bir pankartla çekilmiş bir fotoğrafını #BijiKurdistan etiketi ekleyerek tweet’lemesi ve “İklim İçin Okul Grevi” kampanyasının 217. haftasında İsveççe “Türkiye’ye Silah İhracatını Durdurun” yazılı pankart açması Ankara’yı ve Avrupa’daki destekçilerini çileden çıkarttı.
GRETA THUNBERG ÖZGÜRLÜKÇÜ VE BARIŞÇI İSVEÇ KİBRİTLERİ’NDENDİR
Tüm yeni icatlara rağmen günlük yaşamımızda hâlâ vazgeçilmez bir yeri olan kibrit, aslında Alman İngiliz mucitlerin bir buluşu olmakla birlikte, güvenli bir araç olma özelliğine 1855’te İsveçli bir mucit tarafından kavuşturulmuş…
Bunu sürgünümüzün daha ilk günlerinde, bize Türkiye’den çıkması gereken yoldaşlarımız için Avrupa pasaportlarında fotoğraf değiştirip yeni soğuk damga uygulamayı öğreten İsveç’teki mücadele arkadaşlarımızdan ünlü heykeltraş İlhan Koman’dan öğrenmiştim.
İsveç Kibritleri ifadesini ise, ünlü Fransız yazarı Robert Sabatier’nin o ismi taşıyan ünlü romanının Türkçe olarak 2006’da Türkiye’de yayınlanmasından sonra…
70’li yıllarda gerek ülkemizde, gerekse dünyada özgürlük, insan hakları ve eşitlik mücadelesine İsveç’ten katkıda bulunan yakın dostlarımız Barbro Karabuda, Güneş Karabuda, İlhan Koman, Arslan Mengüç, Mehmet Emin Bozarslan, İsveç Yazarlar Birliği başkanı Per Wästberg, Amnesty International başkanı Thomas Hammarberg benim için ışık taşıyan İsveç Kibritleri’dir…
Bittabi, İsveç Kibritleri’ni Fransızca’dan Türkçe’ye çeviren, üstelik daha Türkiye’de iken ünlü sol düşünür Ernest Mandel’in iki ciltlik Marksist Ekonomi Elkitabı’nı çevirerek Ant kitapları arasında yayınlamamızı sağlamış olan Orhan Suda da, yıllardır İsveç’te sürgün bulunan ve Tayyip’in NATO şantajı yaparak Türkiye’ye iadesini dayattığı kadim dostum ve meslektaşım Ragıp Zarakolu da…
İSVEÇ ADI HEP AYDINLIK, HEP IŞIK MI ÇAĞRIŞTIRIYOR
Ya yıllardır Avrupa Birliği üyesi olmakla birlikte NATO’ya mesafeli durmuş olan ülkelerini Ukrayna Krizi’ni bahane ederek apar topar bu savaş örgütüne yamamaya kalkışan İsveçliler?
Daha önce de yazmıştım.
70’li yıllarda Olof Palme’nin yönetimindeki İsveç, sadece özgürlüklerin ve insan haklarını ödünsüz savunmanın değil, aynı zamanda hâlâ sömürge statüsünde ya da Türkiye gibi faşist diktatörlük zulmü altında bulunan ülkelerin direnişçileriyle dayanışmanın da onurunu taşıyan sayılı ülkelerin en başında gelmekteydi.
Olof Palme, bakanlık ve başbakanlık yaptığı dönemlerde Güney Afrika’daki apartheid rejimine, ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşa, Avrupa’ya Pershing füzeleri yerleştirmesine ve NATO’nun tehditlerine hep karşı çıkmıştı… Öyle ki, Vietnam konusundaki protesto gösterilerine bizzat katıldığı için ABD yönetimi İsveç’le diplomatik ilişkileri kesmeye kalkışmıştı.
Dahası, Olof Palme’nin hümanist tutumu sayesindedir ki, İsveç Avrupa ülkeleri arasında siyasal sürgünlere mücadelelerini özgürce sürdürme olanağı tanıyan örnek bir ülke olmuştu.
Kaderin cilvesi, üzerinden nerdeyse yarım yüzyıl geçtikten sonra o İsveç, ABD’nin emperyalist projelerine hizmet verebilmek için NATO’ya katılmaya kalkışıyor, ancak bu kez ülkede bulunan Türkiye çıkışlı siyasal sürgünleri sınır dışı etmediği takdirde TBMM’nin bu üyelik talebini onaylamayacağı şantajıyla karşı karşıya kalıyor.
Bu şantaj karşısında Tayyip’in onayını alabilmek için Başbakan Ulf Kristersson Ankara’ya koşturup aman diliyor, teslimiyetin ilk nişanesi olarak da Kürt sürgünlerden Mahmut Tat Türkiye’ye iade ediliyor.
Savaş sarmalına katılan İsveç bu yıl AB’nin de başını çekiyor
Bu süreç içerisinde daha vahim bir gelişme… İsveç, 1 Ocak 2023’ten beri, Avrupa Birliği Konseyi dönem başkanlığını Çek Cumhuriyeti’nden devralmış bulunuyor.
Başbakan Kristersson, 14 Aralık 2022 tarihinde açıklamış olduğu “İsveç Dönem Başkanlığı’nın öncelikleri ve çalışma programı”‘nda NATO’ya bağımlılığı güçlendirmeyi öngören şu vaatlerde bulunmuştu:
“İsveç, Rusya’ya olan coğrafi yakınlığı hem de NATO ile ilişkisi konusundaki tartışmalar nedeniyle Rusya’nın Ukrayna’daki savaşından en fazla etkilenen ülkelerden birisi oldu. Son 200 yıldır askerî olarak tarafsız ve bağlantısız kalan İsveç, ülke içinde yaşanan uzun ve hararetli tartışmaların ardından Mayıs 2022’de NATO üyeliği için başvuruda bulundu. Bu girişimle savunma ve güvenlik politikasında ciddi bir dönüşüm geçiren İsveç, dönem başkanlığı boyunca güvenliği bir öncelik olarak belirleyerek, Birliğin ve AB vatandaşlarının güvenliğini sağlamlaştırmayı hedefliyor. Bunun için de AB’nin ortaklarıyla mevcut güvenlik işbirliklerinin daha güçlü bir zemine oturtulması ve daha sağlam bir ortak Avrupa güvenlik ve savunma politikasının oluşturulmasını amaçlıyor. Ayrıca, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığına karşı AB ortak tavrının ve eylemlerinin devam etmesini ve Stratejik Pusula ve diğer girişimlerin de hızlı bir şekilde uygulamaya geçirilmesini planlıyor. Ukrayna savaşı dışında, sınır ötesi organize suçlarla mücadele ve iç/dış tehditlerden korunma için sunulacak meşru taleplere yanıt vermeyi hedefliyor.”
Bu teslimiyetçi açılımın ilk uygulaması olarak da, 10 Ocak 2023’te “NATO ile Avrupa Birliği arasında Rusya ve Çin’e karşı işbirliğinin artırılmasını, Ukrayna’ya desteğin sürdürülmesini, iki taraf arasındaki işbirliğinin bir sonraki seviyeye taşınmasını” amaçlayan bir ortak bildiri Brüksel’deki NATO Karargahı’nda NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel tarafından törenle imzalandı.
Bildiride NATO-AB işbirliği için sadece Rusya’nın değil, Çin’in de bir tehdit oluşturduğu belirtilerek, ABD ile bağların güçlendirilmesi gerektiği özellikle vurgulandı.
İmza töreninin ardından yaptığı konuşmada AB Komisyonu Başkanı von der Leyen, Ukrayna’daki savaşın başlamasından bu yana AB ile NATO arasındaki işbirliğinin zaten geliştiğini belirterek “Bu 20 yıllık ortaklığı ve işbirliğini derinleştirmeliyiz, çünkü Avrupa güvenliği tehdit altındadır. Bu durum İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği arzusunda yansıtılmıştır. İki ülkenin NATO’ya katılmalarını sabırsızlıkla bekliyoruz” dedi.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, İsveç ve Finlandiya’nın da katılımıyla, NATO’nun “Avrupa topraklarının yüzde 96’sını koruyacağını” belirterek, Türkiye’nin vetosu konusunda da şunları söyledi:
“Finlandiya’nın ve İsveç’in NATO üyelik sürecinin tamamlanacağına ve Türkiye dahil tüm ülkelerin onaylayacağına güveniyorum. Haziran ayında Madrid zirvesinde Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasında bir memorandum imzalanmıştı. Bu anlaşma çerçevesinde, Türkiye’ye silah ihracatı kısıtlaması kaldırıldı. Terörle mücadele konusunda ise çalışma sürüyor. Türkiye’nin meşru güvenlik kaygıları var. Hiçbir NATO ülkesi Türkiye kadar terör saldırılarına maruz kalmıyor. Üstelik, şunu anlamalıyız ki, Finlandiya ve İsveç’in durumu eskisinden çok farklı. NATO bölgede varlığını büyüttü. Bu iki ülke bakanları ve büyükelçileri NATO toplantılarına, komitelere, NATO yapılanmalarına daha fazla katılıyor. Elbette, Türkiye ve Macaristan parlamentolarının katılım sürecini onaylaması önemli. Ama bunun olacağından eminim.”
İsveç’in NATO’ya üyeliği gündeme girer girmez Ankara derhal şantaja baş vurarak ilk ağızda 33 siyasal sürgünün iadesini talep etmişti. Bunlardan sadece Kürt siyasal mülteci Mahmut Tat tutuklanarak Türkiye’ye gönderilmişti.
Ankara ile Stockholm arasında pazarlıklar sürüp giderken Türkiye’de iktidar yanlısı medya iadesi istenenlerin sayısının önce 45’e, ardından 73’e yükseltildiğini açıkladı.
Ancak mevcut iktidarın NATO’ya teslimiyetine ve Tayyip’e yalvar yakar olmasına rağmen İsveç adaleti siyasal sürgünlerin iadesi şantajlarına boyun eğmiyor.
İsveç Yüksek Mahkemesi 19 Aralık’ta aldığı bir kararla, mevcut iktidarın “terörden arananlar” listesinde bulunan Zaman Gazetesi genel yayın yönetmeni Bülent Keneş’in Türkiye’ye iadesini reddetti.
Evet, bir yanda AB, NATO, ABD ve onlara teslimiyet içindeki bir İsveç hükümeti var, ama onların karşısında da İsveç adaleti var…
Daha da önemlisi İsveç’in demokratik güçleri var… AB-NATO savaş sarmalına direnen İsveç Kibritleri var…
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek’e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***