Hilal TOK
Elif TURGUT
İstanbul
Kriz, salgın, işsizlik… Hali hazırda memleketin en önemli sorunu olan yoksulluk gün geçtikçe derinleşmeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in Kadın ve Kalkınma Programı’nın son raporuna göre 2019 ile 2021 arasında yüzde 2,7 azalması beklenen yoksulluk oranı şu anda salgın ve etkileri nedeniyle yüzde 9,1’lik bir artışa doğru gidiyor. Aynı rapora göre 2021 yılına kadar 47 milyonu kadın ve kız çocuğu olmak üzere 96 milyon insanın aşırı yoksulluğa sürükleneceği ifade ediliyor. Dünya Bankası ise salgınının 2021’e kadar 150 milyona yakın insanı aşırı yoksulluğa sürükleyeceğini öngörüyor. Türkiye’deki durum da bu tablodan bağımsız değil. Milyonlarca asgari ücretli 7 bin 973 TL olan yoksulluk sınırının kat be kat altında ücretle yaşamaya çalışıyor. Yoksulluk içinde kendine yaşamak için çözüm yolları arayan kadınlar arasında yevmiyeli çalışarak, ev eksenli çalışan, kötü çalışma koşullarına ve koronaya rağmen hayatını riske atarak fabrika yolunu tutan, korkunç koşullarda çalışmalarına rağmen günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak kadar düşük ücrete tamah etmek zorunda kalan, pazardan eli boş dönen milyonlarca kadın da yoksulluk için çözüm yolları arıyor.
Serpil de büyük bir yoksulluğun içinde çocuklarıyla ayakta kalmak için her yolu deneyen, nihayetinde bu yoksulluktan çıkmak için “eskortluk” yapmaya başlayan bir kadın. Meselesi, kızlarını açlık içinde büyütmemek. Açlık çekmenin ne demek olduğunu çok iyi bilen çocuklarının bu “bilgisini” silip atmaya çalışıyor.
Serpil’in hikayesi son zamanlarda yoksul mahallelerde sayısı hızla artan ama hikayesini yüksek sesle dile getirmekten çekinen yüzlerce kadının yaşadıklarının da bir örneği aslında. Serpil anlatıyor; hikayesini yüksek sesle dile getirirken, bilinir olmasını isterken isyan hissediliyor sesinde. Ailesinden, akrabalarından, yakınlarından kendisine yöneltilen ya da yöneltilecek olan tüm kınamalara, eleştirilere, kötü sözlere karşı hikayesini koyuyor ortaya: “Kimse karşıma gelip ‘sen bu işi yapıyorsun’ diye tepki gösteremiyor çünkü kimsenin hem umurumda değil hem de zaten beni 16 yaşında ilk satan babamdı, beni zorla evlendirerek, başından atarak resmen sattı. Sahip çıkmayan bir aile zaten karşıma gelip söyleyemez bir şey…”
15 YAŞINDA EVLENDİRİLDİ 16’SINDA ANNE OLDU
Serpil, 32 yaşında genç bir kadın. 16, 15, ve 10 yaşlarında üç kız çocuğu onunla birlikte yaşıyor kısa bir süredir. Serpil çocuk yaşta istemediği bir adamla evlendirilen, yoksulluğun en ağır hallerini yaşayan ve bu yoksulluktan çıkmak için tek çareyi ise bu işte bulan bir kadın: “Bazen isyan ediyorum; ne babadan yana yüzüm güldü ne anadan ne kocadan. Ama ben tek başıma ayakta duracağım. Buysa da yolu bunu yapacağım, kızlarımı açlık içinde büyütmeyeceğim.”
Serpil’in hikayesini başa saralım. Serpil, 3 kardeşin ortancasıydı, kendisi 6 yaşındayken babası ve annesi ayrıldı. Babasıyla yaşamaya başlayan çocuklardan en küçüğü yurda verildi. Ablası ve Serpil ise erken yaşta evlendirildi. O süreci Serpil şöyle anlatıyor: “Babam yeniden evlendi. İkinci eşinden de 3 çocuğu oldu. 15 yaşımda beni 32 yaşında olan ve daha önce iki evlilik yapan bir adamla evlendirdi. Çocuklarımın babasıyla yani. Evliliğin ilk yılında doğum yaptım. Sonra hemen ardından bir çocuk daha. Eşim bize bakamadığı için beni kendi köyüne gönderdi. Ben eşimi hiç sevmedim, zaten çocuktum. Annen yok, baban yok. Sevgi nedir bilmiyorsun, 18 yaşında ben annesine babasına baktım köyde, annesi felçti, iki bebek kucağımda. Kaynım da oradayken beni taciz etmeye başladı. Ben bunu kocama ne zaman anlatmaya çalışsam bana ‘Sen yanlış anlıyorsundur, o sana sarkıntılık yapmıyordur’ dedi. Her gün gece 3’te gelip kapımı tıklatıp eşiğe para bırakıyordu. Seneler böyle geçti, karanlık elektriği bile olmayan bir odada kaldım çocuklarımla.”
“‘EKMEK ALMAYA KOMŞULARA GİDİYORDUM”
Daha sonrasında İstanbul’a eşinin yanına geldiğini söyleyen Serpil, burada da zorlukların sürdüğünü, bunun her gün daha da büyüyen yoksullukla daha da beter hale geldiğini anlatıyor: “Sonra tekrar İstanbul’a geldim ama burada da yaşadığımız yoksulluk çok beterdi. Kocam doğru düzgün çalışmıyordu. Çocuklar küçücükken dolap bomboş oluyordu. En küçük çocuğumu doğru düzgün emziremedim bile, karnımı doyuramıyordum ki sütüm gelsin. Evde yumurta olmuyordu, komşuya gidip istiyordum. Ekmek olmuyordu yüzüm kızara kızara komşuya ‘eşim gelirken ekmek almayı unutmuş’ diyor ekmek istiyordum. Bana ‘Eşin hadi unutuyor, giderken eve para da mı bırakmıyor’ dediklerinde ağırıma gidiyordu. Hamileyken bile hastanede rehin kaldım. Yıllardır görüşmediğim annemi arayıp beni kurtarmasını istedim, öyle çıkabildim hastaneden. Tüpümüz yoktu, sütüm gelmediği için bebeğe çorba yapmaya komşuya gidiyordum. Tel şehriye çorbasının suyunu veriyordum küçük kızıma. Komşudan kaynar tencereyle dönerken merdivenlerden kaydım, koluma döküldü. Bak yanık izi hala duruyor… ”
YOKLUKTAN YOKLUĞA BİR YOL…
“Çocuklarım tehlikedeydi, risk altındaydı, açlık içindeydi” diyen Serpil, en sonunda bir de kocası tarafından aldatılınca evi terk ettiğini, ancak çocukları yanına bir süre alamadığını söylüyor. “İlk önce bir tekstil atölyesine girdim. O kadar çalışıyordum, bir de paramı vermiyorlardı. Sürekli geciktiriyorlardı. Yokluktan yokluğa düştüm” diye yaşadıklarından bahsederken babalarının yanında kalan çocukların yoksulluk içinde nasıl yaşadığını öfke ve aceleyle anlatıyor: “Çocuklara resmen komşular acıyıp bakıyordu. Çocuklara yardım bağlattık. Servis parası, küçüğe bakıcı parası. 3 senede bakıcı sadece 23 gün para alabilmiş, kocam çocukları okula göndermeyip o parayı kendi harcamış.”
Ailesinin ve çevresinin “çocukları babalarına ver” sözlerine, “çocukları da kendin gibi yapacaksın” iğnelemelerine cevap veriyor Serpil: “Ben ne iş yaparsam yapayım çocuklarımı kendim büyütmek istiyorum. Ben çalıştığım işten uzak tutuyorum çocuklarımı, onlara hissettirmiyorum. Eğer benim çocuklarım açsa, sefalet çekiyorsa ben elimden gelen her şeyi yaparım. Bu yüzden de bu işi yapıyorum. Benim yaşadıklarımı yaşamasınlar diye, tekrar o açlığa dönmesinler diye bu işi yapıyorum. Eşimden boşanalı 5 sene oldu. Ben şimdi kimsenin kapısını tıklayıp dilenmiyorum. Babamın kapısını bile tıklatmadım daha. Yaptığım işe laf ediyor babam, ama ilk o beni sattı daha 16 yaşımda tanımadığım bir erkeğe…”
“BAŞKA ŞANSIMIZ OLMADI BİZİM”
Geleceğe dair kendisiyle ilgili hiçbir hayalinin olmadığını söylüyor Serpil, “Benim geleceğim yok. Geleceğim kızlarım. Umarım çocuklarım aklı başında olur. Küçük çocuğum okumayı çok seviyor onun için elimden geleni yapacağım. Çocuklarım pisliğe bulaşmadan bir hayat kursunlar. Ben çeyizsiz evlendim onların çeyizinden hiçbir şey eksik etmeyeceğim, biz sokaklarda büyüdük annem babam bize sahip çıkmadı, biz kötü yola düşmeyelim diye bizi erken yaşta evlendirdiler. Diğer kardeşlerim de benim gibi bir hayat yaşadı. En sonunda hepsi boşanıp benimle aynı işi yapmaya başladı. Ayakta kalmak için başka şansımız olmadı bizim.”
KİMSEYE MUHTAÇ OLMAMAK İÇİN…
Yaşadıkları nedeniyle en çok ailesini suçluyor Serpil, kendine yetebilecek bir hayat kuramamanın önündeki engellerden birinin de düşük ücretli işler olduğunu anlatıyor: “Bazen ağlayıp anneme ses kayıtları atıyorum, dinleyip dinleyip kapatıyor. Bu nasıl vicdansızlık, insan ‘Kızım sen zor durumda mısın?’ bile demez mi? Hep böyleydim, hep sahipsizdim. Girdiğim işlerde kendime bir düzen kurup çocuklarımı yanıma alacak ücret bile geçmiyordu elime. Yanımda olmadı kimse. Tek başımaydım. Kendi kaderimi çocuklarımın da yaşamasını istemiyorum. Küçük yaşta anne oldum, annesiz kaldım. Ben çocuklarıma bez alabileyim diye ev sahibimin bakıma muhtaç eşinin bezini değiştiriyordum. Şimdi kimseye muhtaç değilim…”
“ÇOCUKLARIMI KORUMAK İÇİN HER YOLU DENİYORUM”
Eşinin kendisini rahatsız etmeye devam ettiğini söyleyen Serpil bir savunma haliyle derdini anlatmaya çalışıyor: “Eşim beni tehdit ediyor. ‘Ben çocuklarımı yurda vereceğim. Sen bu işlerle uğraşıyorsun’ diye… Ben dışarıda ne iş yaparsam yapayım seni ilgilendirmez diyorum, hakimi, savcıyı da ilgilendirmez. Araştırsınlar, evime giren çıkan var mı… İşe gidiyorum eve geliyorum, günde kaç defa kontrol ediyorum çocuklarımı çalıştığım işten uzak tutuyorum. Bir yurtta büyümesini istemiyorum çocuklarımın, onların anneleri var. Ben dışarıda ne yaşarsam yaşayayım çocuklarıma çok güzel bakabiliyorum, çocuklarımla ilgileniyorum. Kızlarım senelerdir onun yanında okula gidemedi. Çocuklarımdan uzak kaldığım dönemde ben taa Gebze’den gelip onları sokaktan toplayıp okula gönderiyor, dolaplarına bir şeyler koyuyor, evi temizleyip dönüyordum. Şimdi düzenimi oturttum, çocuklarım da açlık çekmiyor. Kızlarımı sokakta müşterim olan biri görmesin diye taa İstanbul’un öte ucuna götürüp gezdiriyorum. Burada sokağa salmıyorum.” (EKMEK VE GÜL)