YORUM | MAHMUT AKPINAR
Siyasal partiler ülkeyi yönetme iddiasındaki kuruluşlardır. Büyük, küçük, sağ, sol bütün siyasi partiler iktidarı hedefler. Siyasi partiler iktidarda ülkeyi yönetir, muhalefette hükümeti, kurumları denetler. Partiler, siyasal hareketler ülkedeki siyasal kültürü, siyasi bilinci, katılımcılığı yansıtan örneklerdir. Parti içi demokrasinin, meşveretin, katılımcılığın olduğu partiler iktidar olursa ülkede demokrasi, katılımcılık doğal olarak güçlenir. Partiler aynı zamanda lider yetiştiren okullardır. Katılımcı, rekabete açık partiler çağa, sorunlara göre kendisini günceller, güçlü liderler üretir.
Partiler lider odaklı ise, koltuğa oturan kalkmak bilmiyorsa, lideri eleştirmek “davaya ihanet!” görülüyorsa, siyasi parti verimli ve rasyonel yönetilmekten çıkar, zamanla kokuşur, yozlaşır. Böylesi partilerin etkin olduğu ülkede demokrasi, çoğulculuk, katılımcılık oturmaz. Muhalefet, sorgulamak “ihraç sebebi” haline gelir. Lider kültü olan partilerde muhalif olmanın faturası dayak yemekten, ayağa sıkılmaya kadar varır. Siyasetin böyle işlediği ülkelerde parlak beyinler, sorumluluk sahibi kimseler siyasete ilgi duymaz. Partiler ilkelerden, düşüncelerden, projelerden uzaklaşır, lideri çevreleyen yalakalarla, kifayetsiz yağcılarla dolar. Üretken insanlara siyasette yer kalmaz.
Bir siyasal hareketin nasıl kirlenip, siyasetçilerin nasıl yüzsüzlere dönüşebileceğine dair örnekleri epeydir AKP’den gözlemliyoruz. AKP, yaklaşık 10 yıldır Erdoğan’ın her şeye hakim olduğu, kurulların çalışmadığı, tek kriterin Erdoğan’a yakınlık ve yağcılık olduğu duruma evrildi. 15 Temmuz’un sunduğu “Allah’ın lütfu” ortamla Erdoğan yargıyı, medyayı, TBMM’yi bertaraf edip ülkede tek adam haline geldi. Şimdilerde toplum bu felaketten en az hasarla nasıl kurtuluruz diye düşünüyor.
Sinan Ateş cinayeti bazı partilerin çete gibi çalıştığını, parti içi mücadelede bile silah, şiddet kullandığını ortaya koydu. Öteden bu tarafa lidere itiraz edenin şiddete maruz kalması MHP’de karşılaşılan bir durumdu. Ama bu defa şiddetin dozunun kendi dava arkadaşlarını planlı ve hedefli öldürmeye vardığı anlaşılıyor. Eski Ülkü Ocakları başkanının öldürülmesi bize bir partinin nasıl kirli ilişkiler ağı içine saplandığını gösterdi. Konu elbette sadece MHP değil. Mesele, şiddeti dışlayarak, müzakere yöntemleriyle, hukuk çerçevesinde problem çözmesi gereken siyasi partilerin adam öldüren kanlı yapılara, uyuşturucu dağıtım merkezlerine, kirli rantların pay edildiği karargahlara, yağma düzeninin odağına dönüşmeleri. 17/25 soruşturmalarından, SBK dosyalarından, Sedat Peker’in anlattıklarından AKP’nin kirli ilişkiler ağında olduğunu, cinayetlere yol verdiğini, yargıyı tehdit aracı olarak kullandığını biliyorduk. Ama uzun süredir ilk defa bir parti, parti içi meselesini kanla halletme ve bir mensubunu yok etme yöntemini tercih etti. Bu hal Türkiye’nin sürüklendiği karanlığı gösteriyor.
Parti içi demokrasinin olmadığı, kurumların çalışmadığı, tek adamların yönettiği partilerin ne kadar tehlikeli olabildiğini son 10 yılda acı şekilde tecrübe ettik. Böylesi siyasetten temiz ülke çıkmaz. Bu kadar şiddete yatkın, tahammülsüz, kendi çocuklarını dahi öldüren siyasetten adalet beklenmez. Mafyanın sokaklara egemen olduğu, siyasetçilerin, güvenlik birimlerinin suç şebekeleriyle iç içe olduğu ülkede can güvenliği, huzur olmaz. Öldürülenin kim ve hangi partiden olduğuna bakmaksızın bu kirli ve kanlı siyasete itiraz etmeliyiz. Hiçbir lider (siyasi, dini..) yasaların üstünde ve insan hayatını yok sayabilecek kadar güçlü ve sorumsuz ol(a)mamalı.
Maalesef Türkiye’de siyasal partiler bile sivil değil, halkın değil. Öteden bu tarafa partiler ve liderler üzerinde karanlık odakların, bazı kurumların tahakkümü var. Tarihimiz, siyaseti dıştan şekillendirmeyi amaçlayan, aydınlatılmamış siyasi cinayetlerle dolu. Türkiye’de parti üyelerinin, delegelerin veya parti teşkilatlarının denetlediği, şekillendirdiği siyasal parti yok denecek kadar az. Kuruluşta taahhütler olsa da zamanla partiler liderin dilediğini ihraç ettiği, dilediğini pasifize ettiği yapılara dönüşüyor.
Türkiye’nin bugünkü hali bir sonuç. Demokrasi önce siyasi partilerde kaybediliyor. Erdoğan, diğer diktatörler gibi önce partisinde mutlak hakimiyet kurdu, sonra tüm ülke üzerinde. Demokrasi siyasi partilerde başlar. Bir düzelme olacaksa siyasi partiler kanunu parti içi demokrasiye, rekabete uygun şekilde değiştirilmeli. En başta siyasetçiler hukuka, demokrasiye inanmalı, müzakereye, muhalefete saygılı olmalı. Parti içi muhalefete, fikri mücadeleye tahammül edemeyen liderler/partiler topluma demokrasiyi, katılımcılığı nasıl yayacak? Toplum, aydınlar güçlü şekilde parti içi demokrasi talep etmeli. Partililer parti organlarının, kurulların hukuka uygun, demokratik çalışmasını denetlemeli. Seçmenler, delegeler parti yönetimlerini buna zorlamalı. Aksi halde (AKP ve MHP örneklerinde gördüğümüz üzere) siyasal partiler yozlaşmanın, talanın vasıtası oluyor. Siyasi mücadele kanlı, ilkesiz, hukuksuz bir vahşete dönüşüyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***