CİHAN AYDIN
Avukat, eski Diyarbakır Baro Başkanı)
“Ben bir BDP’li kadın milletvekiline çok kızıyordum, çok beddua ediyordum. Halen milletvekili bu insan ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, şimdi artık ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki o kadar kendisini zorlamışlar ki ben de aklıma gelse dağa çıkardım”.
Bu sözler Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde (2012’de) Bülent Arınç tarafından Gültan Kışanak için söylenmişti. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde maruz kaldığı ağır işkenceleri duymuş ve ona binaen söylemiş. Yıllardır bu ülkede siyaset yapan ve devletin önemli kademelerinde görev yapan Arınç, o dönem milletvekili olan Sayın Kışanak’a yönelik insanlık dışı işkence ve uygulamaları sonradan duyması da bir garip ama empati iyileştirir, buna da şükür. Zaten yazının konusu Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yaşananlar değil. Bülent Arınç hiç değil.
Gültan Kışanak 23. dönem Diyarbakır, 24. dönem Siirt milletvekilliği yapmış, 2014 yerel seçimlerinde %55 oy alarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiştir. 30 Ekim 2016’da tutuklanmış, ertesi gün yani 1 Kasım 2016’da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne Etimesgut Kaymakamı kayyum olarak atanmış, tutuklanan Kışanak, Diyarbakır’a 1348 Km uzaklıktaki Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’ne gönderilmiştir. Böylece 5 No’lu’dan 1 No’lu’ya terfi etmiştir. Diyarbakır’da yapılması gereken yargılama, “Diyarbakır güvenli olmadığı için” güvenlik gerekçesiyle Malatya’ya taşınmıştır. Yüzde 55 oy ile belediye başkanı seçildiğin şehirde belediye başkanı olamazsın, yargılanamazsın, hapishanesinde bile yatamazsın. Ama yazının konusu kayyumlar da değil.
KÜRTLERE ÖZEL YENİ HUKUK SİSTEMİ
Konumuz Gültan Kışanak şahsında Kürt siyasetçilere uygulanan ‘Canım Öyle İstedi Hukuku’ (kısaca CÖH diyeceğim). Bu “yeni” hukuk sistemini Günther Jakobs’un düşman ceza hukuku kuramı ile açıklayanlar var, Ernest Fraenkel’in ikili devlet tezi ile açıklayanlar da. Bazıları buna Kürt Ceza Kanunu da diyor, engizisyon ile paralellik kuranlar da var. Ben kısaca CÖH demeyi tercih ediyorum.
CÖH’ün kuralları hiçbir yerde yazmaz, çünkü yazılı kuralları yoktur. Konjonktüreldir, keyfidir, öngörülemez. Anayasa ve yasalarla korunan temel haklar umurunda değildir. AYM ve AİHM içtihatlarından, tabi ki evrensel hukuk ilkelerinden nefret eder. Yerli ve millidir.
Patenti AKP/MHP konsorsiyumuna ait bu sistemin binlerce mağdurundan biri de Gültan Kışanak. 2016’da tutuklanan Kışanak, Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan taşımalı yargılamada, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ile birlikte 2012’den başlayarak tutuklandığı güne kadar yapmış olduğu açıklamalar alt alta sıralanarak “örgüt yöneticiliği” suçlamasıyla yargılanıyor.
Newroz’da, 8 Mart’ta, 25 Kasım’da, seçim çalışmalarında yaptığı konuşmalar, verdiği demeçler, sosyal medya paylaşımları, taziye ziyaretleri, kadın cinayetleri ile ilgili açıklamaları, demokratik ve katılımcı belediyecilik konularındaki fikirleri, yani 4 yıl boyunca söylediği her söz bir suç delili olarak dosyaya konuldu. Çünkü dokunulmazlık kalkmıştı, çözüm süreci bitmişti.
Kışanak hakkındaki iddialar, 2012 öncesine gidemiyordu. Çünkü 2 Temmuz 2012 tarihinde resmi gazetede yayımlanan 6352 sayılı kanuna göre, “31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; hiçbir şart aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine, dava aşamasındaysa davaların ertelenmesine, eğer kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmü varsa infazının ertelenmesine karar verilir”.
Kanuna göre erteleme süresi 3 yıldır. 3 yıl içerisinde basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle yeni bir “suç” işlemezse ertelenen bu soruşturmalar hakkında takipsizlik, davalar hakkında da düşme kararı verilmesi de kanunun emredici hükmü. Kanun emretmiş ama kimin umurunda.
SORUŞTURMA TOZLU RAFLARDAN İNDİRİLİYOR
İşte CÖH bir kez daha devreye giriyor. Gültan Kışanak hakkında 2011 tarihinde Siirt Kurtalan’da seçim çalışmaları sırasında yaptığı bir konuşma nedeniyle soruşturma başlatılır. Ancak o dönem dokunulmazlığı olduğu için soruşturma tozlu raflarda bekler. Dokunulmazlığının kalkmasıyla birlikte hemen ifadeye çağrılır. İfadesi alındıktan sonra 2014 yılında yukarıda bahsettiğim kanun nedeniyle hakkında “dava açılmasının ertelenmesi” kararı verilir. 3 yıl boyunca bir daha konuşmaması, konuşursa da hakkında bir mahkumiyet kararı verilmemesi gerekir. Aksi durumda bu karar kaldırılarak yargılanacaktır.
Gültan Kışanak cesaretle konuşmaya, itiraz etmeye devam eder. Hakkında davalar da açılır. Ancak 3 yıllık erteleme süresi boyunca hakkında bir mahkumiyet kararı verilmediği için bu soruşturmanın bir daha açılmamak üzere kapanması kanun gereğidir. Ama hangi kanun?
Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı, erteleme süresi 2017 yılında dolan ve bir daha açılmamak üzere kapatılması gereken soruşturmayı, CÖH hükümleri gereğince, ölüyü diriltircesine “dava açılmasının ertelenmesi” kararını kaldırarak (hiçbir gerekçe sunmadan) soruşturma dosyasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderir. Malum 2017’de kanunda değişiklik yapılarak milletvekilleri hakkındaki soruşturma ve davaların artık Ankara’da görüleceğine karar verilmiştir.
Kendisine gönderilen dosyayı inceleyen Ankara savcısı, Mart 2021 tarihinde Gültan Kışanak hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Kararına 15 günlük itiraz süresi olduğunu da yazar. Bu kararı veren aynı savcı, takipsizlik kararını verdikten 13 ay sonra, Nisan 2022’de, kendi verdiği kararın kaldırılması için sulh ceza mahkemesine başvurur.
Mahkeme bu itirazı reddeder. Ama savcı bu konuda bayağı ısrarcıdır. Üst mahkemeye başvurur ve kararın kaldırılmasını sağlar. Sonrasında hemen davasını da açar. 2011 yılında yapılan bir konuşma nedeniyle tüm hukuk kuralları ve kanun hükümleri çiğnenerek, Gültan Kışanak hakkında bir dava daha açılmıştır.
Yeri gelmişken CÖH’e göre kanunlardaki sürelerin bir önemi yoktur, süreler sadece vatandaşlar için getirilmiştir. Kaçırırlarsa vay hallerine. CÖH, 15 günlük itiraz süresini 13 ay sonra da kullanabilir.
Bitmedi. Yine sene 2011, Gültan Kışanak Şırnak Uludere’de yaptığı bir konuşma nedeniyle hakkında o dönemde soruşturma başlatılmış; yine biraz önceki soruşturmada izlenen prosedür izlenmiş, Kışanak’ın ifadesi alınmış, 2014 yılında dava açılmasının ertelenmesine karar verilmiş, 3 yıllık erteleme süresi 2017’de dolmuştur. Gizli bir el yine dosyaya müdahale eder. Dosyayı didik didik ederler. Aranan gedik bulunmuştur. 2014 yılında verilen erteleme kararı Kışanak’a tebliğ edilmediği gerekçesiyle, erteleme kararı kaldırılarak 2020 yılında yeni bir erteleme kararı verilir. Artık yeni erteleme süresi 2023’tür. Yüzüncü yıla hazırlık herhalde. Dosya yine hızlıca Ankara savcılığına ulaştırılır. Savcı da CÖH hükümleri gereğince bir dava daha açıverir.
Mesele birazcık teknik olduğu için herkesin anlayacağı bir dille söylemek gerekirse 2011 yılındaki suçlamalar nedeniyle Kışanak hakkında 2014 yılında erteleme kararı verilmiş, her iki soruşturmanın kanunda öngörülen üç yıl erteleme süreleri 2017 yılında dolmuştur. Bu dosyalar geri dönüşüm için SEKA’ya gönderilmesi gerekirken, birdenbire mahkeme koridorlarında yeniden tedavüle girmiştir.
KANUN DEVLETİ BİLE DEĞİLİZ ARTIK
Gültan Kışanak, 6 yıldır tutuklu olmasına rağmen iki buçuk yıllık belediye başkanlığı dönemine ilişkin soruşturma ve dava açmaya devam ediyorlar. Müfettişler, kayyumların yolsuzluklarını araştırmayı bir kenara bırakıp, her Diyarbakır’a geldiklerinde çantalarında Kışanak ile ilgili bir soruşturmayla Ankara’ya geri dönüyorlar.
Merhamet sahibi hukukçuların saçlarını başlarını yolduğunu tahmin ediyorum. Merhamet ve vicdanlarını yitirenlerin de, vardır bir bit yeniği dediklerini duyuyor gibiyim. Ama emin olun ne bit var, ne de yeniği. Olan tek şey, yurttaşlara hukuk diye dayatılan zorbalık.
Hukuk devleti çoktan tedavülden kalktı, kanun devleti bile değiliz artık. Galiba hakim ve savcılar kanunları ayakbağı olarak görüyor. Hukuka ve kanuna sadık kalanları bekleyen ise terörizm suçlamasıyla görevden azil, sürgün veya tenzili rütbe.
İnsan bu kadar zorbalığa tanıklık edince aklına bin bir türlü şey geliyor. Benim de aklıma bir meslektaşımdan duyduğum Hammurabi Kanunları geldi. Milattan önce 1700’lü yıllarda (yaklaşık 3800 yıl önce) Babil Karalı Hammurabi tarafından taşlara oyulan kanunlarına göre; “davaya bakan ve bu dava ile ilgili hüküm veren yargıç, verdiği kararda bir hata ortaya çıkması ve hatanın kendisinden kaynaklandığının anlaşılması halinde, onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on katını ödemeye mahkum edilir, bu tutumu halka ilan edilir ve bir daha yargıçlık yapmamak üzere meslekten men edilir”.
Mevzuata böyle bir hüküm eklense Türkiye’de kaç hakim, savcı kürsüde kalır acaba?
Merak ediyorum, yazının başında Gültan Kışanak’ın 12 Eylül’de 5 No’lu Cezaevi’nde uğradığı işkence ve zulmü öğrendiğinde empati kuran Bülent Arınç, 2022’de maruz kaldığı bu zulme ne der acaba?
Devam edecek…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***