Yağmur KAYA
Artı Gerçek- İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde, 11 Aralık tarihinde polisin ‘dur’ ihtarına uymayan şüphelilere açtığı ateş sonucu 18 yaşındaki Zuhal Ebrar Yıldız vurularak öldürülmüştü.
Bu olay, kolluğun silah kullanma yetkisiyle ilgili tartışmaları bir kez daha gündeme getirdi.
İzmir’de “dur” ihtarına uymadığı iddiasıyla aracının içinde polis tarafından vurularak öldürülen Baran Tursun adına kurulan ‘Baran Tursun Vakfı’nın; yargısız infaz edilenlerin yakınları, mağdurlar ve olay tanıklarıyla yapılan görüşmeler neticesinde hazırladığı ‘Yargısız infazlar’ başlıklı raporuna göre son 10 yılda, polisin öldürdüğü kişi sayısı 430.
Raporda, polisin infaz ettiği kişi sayısının en fazla Kürt şehirlerinde olduğuna da dikkat çekiliyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi raporuna göre ise son 10 yılda 64 çocuk, polis ve askerlerce öldürüldü.
Polis şiddeti ve yaşam hakkı ihlalleri ekseninde çalışmalar yürüten Baran Tursun Vakfı başkanı Mehmet Tursun ve Avukat Ümit Erdem ile konuya dair konuştuk.
Mehmet Tursun anlatıyor:
-Son bir ayda sadece İstanbul içinde polis 5 kişiyi vurdu. Polisi silah kullanımında cesaretlendiren etkenler nedir?
Cezasızlık ve idari mekanizmaların suçluyu koruma ve kollama tavırları, polislerin tereddüt etmeden silahını ateşlemesi ve açılan ateş sonucu yüzlerce sivilin ölümünü olağan hale getirdi.
Yargısız infazların gerçekleştiği bu nevi davalarda, yargı açıkça taraf olmuş durumda. Yargının bu tarafgir müsamahası sonucunda, Türkiye’de polisin sivillere yönelik yaşam hakkı ihlalleri arttı, 420’den fazla sivilin yaşam hakkı ihlali adeta teşvik edildi.
– İstanbul’da polisin vurduğu 5 kişiden 3’ü hayatını kaybetti, 1’i ise ağır yaralandı. Polisin silah kullanma yetkisi nereye kadardır, orantısız güç kullanımı nasıl yorumlanmalı? Bir de polisin silah kullanırken iddia ettiği durumlardan biri “dur ihtarına uymamak”. Bu durumun hukuki temeli nedir?
Dur İhtarına Uymamanın yaptırımı idari para cezasıdır. Fakat polis gücü, ‘dur ihtarına’ uymayanları genellikle ölümle cezalandırıyor. Halbuki dediğim gibi, dur ihtarına uymamanın yaptırımı idari para cezasıdır.
Baran Tursun Vakfı veri bankasına göre ölümle sonuçlanan 118 vaka, polisin dur ihtarına uymama sonucunda gerçekleşmiştir. Dur ihtarına uymamanın cezası ise 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu 47 Maddesinde düzenlenmiştir. [1]
– Polislerin sanık olduğu vakalarda delillerin meslektaşları tarafından karartıldığı, sürecin yavaş işlediği, ölenlerin yakınları tarafından ifade edildiği kadarıyla “ödül gibi cezalar” aldıkları biliniyor. Bunun ayrıntısına dair detay verebilir misiniz? Bu duruma karşı yargı nerede duruyor, STK’lar ne talep ediyor?
Polisin aşırı güç kullanması sonucu ölümle sonuçlanan bazı vakalarda, etkili ve tarafsız soruşturmalar yapılmamaktadır.
Birçok vakada öldürme olayına karışanlar, zanlı olarak yargılanması gerekenler, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında, delilleri toplama, tanıklık yapma, soruşturmayı yürütme gibi etkili görev yapmaları, delil yaratma ve delillerin karartılmasına zemin hazırlanmaktadır.
Bu şekilde kanuna aykırı olarak toplanan delillerle hesap verebilirlik ve adil yargılamanın önüne geçilmektedir.
İşkence, kötü muamele ve yaşama hakkı ihlalleri kapsamında görülen pek çok davada güvenlik güçlerinin soruşturma ve kovuşturma aşamasında görevlerine devam etmesi, yargı sürecini olumsuz etkilenmekte ve suçluların cezalandırılmasını zorlaştırmaktadır.
Yaşama hakkı ihlallerinden sorumlu olan veya sorumlu olabileceğinden şüphe edilen polisi yargılamak yerine terfi ettirilmesi adalet arayanların önünde engel teşkil etmektedir.
Öldürme olayının faili olan polis genellikle olay yerinde delilleri kendisi toplamakta veya olayın akışına göre delil üretmektedir. Zanlılar tarafından üretilen ve toplanan delillere göre Emniyet birimleri tarafından olayın Fezlekesi düzenlenmektedir.
Örneğin, İzmir’de Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle trafik kazası raporu düzenlenmesi, Ankara’da 20 yaşında ki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakılması, Antalya’da motosikletiyle gezerken öldürülen 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’in cesedinin yanına birkaç gram uyuşturucu bırakılması, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine silah bırakılması gibi delil yaratma fiilleri diğer vakalarda da yaygın bir şekilde görülmektedir.[2] Bu fiilleriyle amaçlanan şey; kendileri veya arkadaşlarının fail olduğu kötü muamele veya öldürme vakalarının esası olan delilleri gizlemek, aklama yönünde delil üretmektir.
Türkiye’de yaşam hakkı söz konusu olduğunda, gerek yargıda gerekse karar vericiler nezdinde “cezalandırmama kültürü” nün hakim olduğunu görmekteyiz. Bu tarafgir ve müsamaha, zanlı polislerin fiilen cezasız kalmalarını kolaylaştırıyor. Polisin aşırı ve orantısız güç kullanması sonucu meydana gelen yaşama hakkı ihlallerinde mahkûmiyetle sonuçlanan davaların oranının çok düşük olması, polisin soruşturmaların tarafı olduğu birçok olayda, delilleri toplaması, tanıklık yapması ve aktif görevlerinde kalmalarına izin verilmesi yaşama hakkı ihlallerini artırmıştır.
Davalının devletin güvenlik görevlisi olduğu durumlarda suçluları koruma mekanizmaları farklı etki ve yöntemlerle devreye girmektedir. Hukukun üstünlüğüne inandığını söyleyen idareciler, farklı etki ve yöntemler kullanarak cezasızlığa zemin hazırlamaktadır. İdari makamlar adaletin tesisine yardımcı olmak yerine, bir yanda öleni ve ağır insan hakları ihlaline maruz kalanları kötüleme ve aşağılamakta, öte yanda suça karışan polisin masumiyeti yönünde medya organlarında koruma ve kollama yönünde görüş bildirmekte ve hoşgörülü davranmaktadır.
Cezasızlık sürecine dair iş ve işlemler bir kişi ile sınırlı olmayıp, cezasızlık sonucunun oluşmasının çok farklı etkileri ve yöntemleri vardır. Suçluyu koruma ve kollama, soruşturma süreci, delil üretme, devlette yaşama hakkı algısı, devletin ali menfaati, devlet bekasının her şeyin üstünde tutan hakimin takdir yetkisi, sivil toplum kuruluşlarının etkisizliği gibi kavramlar, ya tek tek, ya birkaçı ile, ya da tüm bu kavramların bir araya gelmesiyle cezasızlığın koşulları oluşmaktadır.
AVUKAT ÜMİT ERDEM: SİLAH KULLANMAK YETKİSİ ALNININ ORTASINDAN VURMAK DEĞİL
Avukat Ümit Erdem, yasaya göre polislerin sadece kısıtlı durumlarda silah kullanma yetkisi bulunduğunu söylüyor:
“Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. Maddesi’nde açıkça düzenlenmiş. Yasada diyor ki, polis görevini yaparken bir direnişle karşılaşırsa bu direnişi kırmak için zor kullanma yetkisine sahiptir, diyor. Ama kademeli olarak önce bedeni zor kullanır, sonrasında maddi güç (jop, biber gazı…) kullanır, kanuni şartlar varsa silah kullanır. Çok açık ve yakın bir tehlike kendisine ve koruması gereken kişiye karşı bir yakın tehlike varsa o zaman silah kullanması gerekir. Yani meşru durum olması gerekiyor. Silah kullanma da bile sadece direnişi kırmak ölçüsünde kullanabilir. Doğrudan bu direndi, silah kullanayım değil. Havaya ateş açması ortalığı yatıştıracaksa silah kullanabilir. Silah kullanma yetkisi alnının ortasından vurmak değil.
Yine hakkında gözaltı, yakalama kararı gibi durumlar varsa silah kullanma yetkisi var ama buradaki sınırda kişiyi yakalayacak ölçüde silah kullanabilirsin diyor. Vurması gerekiyorsa sadece kaçmasını engelleyecek şekilde yani ayağından, kolundan ancak vurabilir. Burada hayati bölgelere dikkat etmesi gerekiyor. Dolayısıyla öldürecek boyutta silah kullanması usulsüz. Ve önceden ‘dur ateş ederim’ ihtarında bulunması gerekiyor. Buna rağmen olay devam ediyorsa önce havaya ateş etmesi gerekiyor. Daha sonra silahı kişiye doğrultup en az zarar verecek ve tehlikeyi bertaraf edecek şekilde kullanması gerekiyor.”
Eğer polis doğrudan bir ateş altında ise sadece karşısındakinin silahını düşürmek için o silahı çıkartabilir, diyen Erdem, yukarda yer verdiğimiz örneklerde böyle bir durumun olmadığını söyledi.
POLİS ÖNGÖREBİLMELİ
İktidara yakın medya kuruluşlarının Zuhal Ebrar Yıldız’ın polisin açtığı ateş sonucu ölmesini “Kaza kurşunu” şeklinde yayınlanmasına da değinen Erdem, “Aslında kavram önemli. Silah kullanmayı bilmeyen insanlar tartışmalı da olsa ‘kaza’ denebilir ama sonuçta polisler bu işin eğitimini alıyorlar. Silahı nasıl kullanacağını, ne zaman ateş edeceğini, ateş ederse sonuçlarının ne olacağı konusunda eğitim almış insanlar. Dolayısıyla polisin kaza kurşunu diye bir durumun kabul edilmemesi gerekir. Polis kalabalık içinde birine ateş ediyorsa merminin sekebileceği, başkasını vurabileceğini öngörmesi gerekiyor. Dolayısıyla polisin kazasından bahsetmek mümkün değil. Burada olası kasıtla hareket ederek ateş ettiğini kabul etmek gerekiyor” diye konuştu.
Erdem, polislerin mesleki eğitimlerinin yanı sıra psiko-sosyal eğitimleri de alması gerektiğinin altını çizdi: “Psikolojik durumları, aile durumları ile testlerden geçirilmeli, öfke kontrolü ile ilgili desteklenmeleri gerekiyor kiki bu tip şeylerin önüne geçebilelim.”
Artı Gerçek’e konuşan Ümit Erdem, 1934 yılında yayınlanan Vazife ve Salahiyet Kanunu ile polisin silah kullanma yetkisinin verildiğini belirterek, ara ara bu kanunda düzenlemeler yapıldığını söyledi.
Ancak Avukat Erdem, 1934 yılından günümüze Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda düzenlemeler yapıldığını belirtti: “Ama polisin silah kullanma yetkisi ile ilgili en son değişiklik 2007 yılında yapılmıştı. Dolayısıyla polisin daha fazla silah kullanabileceği yönünde bir yasal düzenleme, değişikliği yok. Şimdi eski yasa düzenlemesi yürürlükte ve burada da aslında hangi şartlarla siyah kullanımı diye düzenlenmiş durumda.”
“Polisin daha fazla silah kullanabileceği yönünde bir yasal düzenleme, değişikliği yok” diyen Erdem, esas meselenin polislerin “cesaretlendirilmesinden” dolayı kaynaklandığını kaydetti. Erdem, cümlesine ilişkin şu açıklamayı yaptı:
Ama aslında mesele burada polisin cesaretlendirilmesi. Şöyle yani mesela daha ne yani sırf bu olay bazında bakmayın. Toplumsal olaylara müdahalede de, polislerin mesela kalkanlarında numara olurdu ve dolayısıyla hangi polisin, hangi fiili işlediği ya da hangi birimin müdahale ettiği görülürdü. Ama onları da gördüğünüz gibi kaldırdılar artık. Yani kasklar takıldı kasklarda numara yok. Yüzleri kapalı, üniformalarında numaralar da yok ve bir kısım hatta sivil polislerle birlikte müdahale ediyorlar. Dolayısıyla siz de şiddete maruz kaldığınızda, şikayetçi olduğunuzda en kötü ihtimal yani zor kullanma yetkisini kötüye kullanıldığı yorumu olsa bile zor kullanan polis tespit edilememiştir diye korunuyor. Dolayısıyla burada ciddi bir aslında koruma söz konusu. Yani bunların kaslarındaki kıyafetlerindeki o sicil numaraları, kendini tanıtıcı işaretler kaldırıldı. Birinci problem bu.”
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “O uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir’ şeklinde sözlerini hatırlatan Erdem, “Yani en üst makamlardan gelen bu tür açıklamalar da aslında polisi fazlasıyla cesaretlendiriyor” dedi.
Yurttaşlara dönük kötü muamelede bulunan kolluk kuvvetlerinin yargı önünde cezasız kalmasının da polisi cesaretlendiren bir diğer etkenlerden biri olduğunun altını çizen Erdem, “Ceza verilmemesi, bu dosyaların kapatılması ya da çok açıksa bile bu dosyaların uzunca sürüp zaman aşımına gitmesi ve dolayısıyla fiili olarak cezasızlık uygulamaları nedeniyle de burada da bir cesaretlendirme hali var. Ve bütün bunlar birleştiğinde aslında polis öncesine göre daha rahat silah kullanabiliyor ve biz de bunun sonuçlarını yaşıyoruz” diye konuştu.
BAZI POLİSLERİN KASK VE KIYAFETLERİNDE NUMARA YOK: HUKUKÎ DEĞİL
Erdem, bazı polis gruplarının kask ve kıyafetlerinde numara bulunmadığını yineleyerek şunları söyledi: “Hukuki olmadığını öncelikle belirteyim. Bu suçlar bireysel. Biz aslında hep bu tip olaylarda öncelikle emri veren amirin yargılanması gerektiğini düşünüyoruz. Yani doğrulandı bu. Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. Maddesi de böyle diyor. Toplu davrandığında zor kullanma yetkisini amirleri kullanır deniyor. Dolayısıyla amirin müdahale et dediği anda müdahale etmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu birimlerin bu toplu şekilde hareket ettiklerinde hangi kişinin, yani hangi polisin, hangi fiili işlediği ya da hangisinin suça karıştığını tespit edilebilmesi için özellikle bu kaslarındaki veya kıyafetlerdeki tanıtıcı, ayırt edici numaralar önemli. Hatırlarsanız, Gezi olaylarında bunların numaraları vardı ama bir süre sonra bu su şişelerinin kağıtlarını ıslatıp kaslarının numaralarını kapatmışlardı. Öyle çok fazla fotoğraf var sosyal medyada. Yani polis aslında müdahale edeceğiz. Sert müdahale edeceği zamanlarda zaten bu kask numaralarını kapatıyordu.
Özellikle İstanbul Caddesi’nde ve Kadıköy’deki polis müdahalesine baktığınızda sivil giyimli ve dışardan polis olduğunu anlayamayacağımız şahıslar müdahale ediyor. Çok sıkıntılı bir durum. Size bir vatandaş mı serseri mi saldırıyor yoksa polis mi müdahale ediyor anlayamıyorsunuz.
Örneğin basın açıklaması yapacaksınız. Açıklamaya başladığınız zaman bir anda 5 kişi size saldırmaya başlıyor ama siz o 5 kişiye -saldırıya uğradığınızı düşünün- karşılık verdiğinizde bu sefer polise mukavemetten işlem yapılıyor. 500 kişi bile olsalar ayırt edilebilir bir şekilde ya kıyafetlerinde ya kasklarında numara olması gerekiyor ki hangi polisin fiili işlediği belli olsun. Çünkü avukatlar olarak bununla ilgili ciddi problemler yaşıyoruz. Fiili kim işlediğinin tespiti de imkansız hale geliyor. 20 polise 3 sene sonra dava açtığınızda 20 polisin 15’i Anadolu’nun değişik yerlerine dağılmış oluyor. Bunların dinlenmesi, ifadelerinin alınması işlemleri de çok uzun sürüyor.”
[1] Karayolları Trafik Kanunu Madde 47: Karayollarından faydalananlar aşağıdaki sıralamaya göre;
a) Trafiği düzenleme ve denetimle görevli trafik zabıtası veya özel kıyafetli veya işaret taşıyan diğer yetkili kişilerin uyarı (Dur) ve işaretlerine,
b) Trafik ışıklarına,
c) Trafik işaret levhaları, cihazları ve yer işaretlemeleri ile belirtilen veya gösterilen hususlara,
d) Trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olan ve yönetmelikte gösterilen diğer kural, yasak, zorunluluk veya yükümlülüklere, Uymak zorundadırlar.
(Değişik: 21/5/1997 – 4262/4 md.) Trafik zabıtası veya diğer yetkililerin dur işaretlerine, ışıklı trafik işaretlerinden kırmızı renkli olanına veya sesli işaretlere uymayan sürücüler
Karayolları Trafik Kanununa göre kolluğun sesli veya ışıklı dur işaretlerine uymamanın karşılığı polisin ölümle sonuçlanacak güç kullanması olmayıp, idari para cezası yaptırımına bağlanmıştır. Bu bağlamda anlaşılıyor ki, polisin dur ihtarına uymamanın idari para cezası yaptırımı 2022 yılı için 314,00 TL’dir.
Kanun maddesi ve polisin uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde, 314,00 TL idari para cezası yaptırımı gerektiren bir fiilden ötürü 108 kişinin yaşam hakkı ihlal edilmiştir.
SON BİR AYDA İSTANBUL’DA 5 VAKA
Zuhal Ebrar Yıldız- Beyoğlu, hayatını kaybetti
Mehmet A. (otopark görevlisi)- sivil polis, Cerrahpaşa, yüzünden yaralandı
İrem Esendemir – Beyoğlu, ağır yaralandı
Göktuğ Efe Yılmaz – Beyoğlu, hayatını kaybetti
Hacı Gelener – Fatih, hayatını kaybetti
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***