Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye-Kediler, Köpekler, Kargalar
Hemen her gün, sokakta, caddede veya yaşadığımız mahalde bir hayvanla karşılaşıyoruz. İnsanların hunharca muamelesi karşısında yaralanmış, kör edilmiş, tekmelenmiş, uzuvları kesilmiş hayvanlara da rastlıyoruz zaman zaman. Gazetelerde ve sosyal medyada, hayvan katliamlarını, işkencelerini okuduğumuzda irkiliyor, insanoğlu ve insankızının ruh ikliminin ne denli dehşetengiz olabileceğini hayvanların akıbeti üzerinden okuyoruz. Ancak hayvanlara yapılan işkenceler üzerine ne kadar esef duyarsak duyalım, çoğu zaman kendimizle hesaplaşmaya girmiyor, hayvanları korumak üzerine yeterince sorumlu davranıp davranmadığımızı sorgulamıyoruz.
Oysa insanın içindeki safi kötülüğe dair bir tür turnusoldur hayvanlar. Onun içindeki, merhameti, sevgiyi, öfkeyi, gaddarlığı, sapkınlığı ya da kötülük istencini ortaya çıkabilir, bir insanın bir hayvanlarla olan mesaisi. İnsan denen varlık kendini gizleyebilecek sosyal meşkeler takabilirken başka insanlarla iletişime geçtiğinde, ki en kötücül olanı bile eğilimlerini koruyabilirken kibarlık kalkanıyla başka nazarlardan, hayvanlara karşı maskesizdir çoğunlukla. Hayvanlara eziyetin ve kötü davranmanın bir bedeli -çoğunlukla- yoktur. Güçlünün güçsüze zulmünün asırlar boyu süregelen hikayesinin tezahürüdür insanın hayvanlara yaptığı bütün kötücül edimler.
Diğer yandan bir kap yemek ya da su yahut sadece ilgi bekleyen bir hayvan kimi zaman onun merhametinin, iyiliğinin ve şefkatinin ortaya çıkması, “insan” olmanın kıvancını duyması için ala bir fırsat da olabilir. Ama şunu unutmayalım ki, hayvanlara karşı her birimiz sorumluyuz; kafeslere tıkıp seyir objesi haline getirenler de, sofralarımızı zenginleştirmesi için mezbahalarda adeta katledilmelerine razı gelenler de, hayvan katliamları karşısında kayıtsız haldekiler de… Unutmayalım ki, cehennemin taşlarını kötüler değil, kötülüğe göz yumanlar da döşer çoğunlukla.
Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye, işte bu minvalde bizlerin hayvanlarla olan imtihanının tarihini soruşturuyor. İnsanların hayvanlara kötü davranmaya iten nedenlerin ne olduğunu soruşturarak başlıyor anlatı; ve bunun yalnızca küçük hayvanları avlayan ve büyük hayvanlardan tarafından avlanan atalarımızdan genetik olarak bize geçmiş bir intikam kodu olabileceğinden bahsediyor. Antik çağlardan bu yana filozofların ortaya attığı ve dini söylemin sahip çıktığı, doğanın ve bütün kainatın insanlık için var olduğu ve ona hizmete amade olduğu “eşref-i mahlukat” fikrinin de buna yol açmış olabileceği hakkında fikir yürütüyor. Ve bu kısa girizgahtan sonra Osmanlı topraklarına çeviriyor merceğini. Osmanlı tarihinde münferit vakalar olarak arz edilen hayvan katliamlarının hiç de öyle olmadığını, toplu katliamlar yapıldığını belirtiyor.
Osmanlı’da sürgün müessesine oldukça rağbet edilirdi. Toplumun huzurunu bozan suçlularÜ, serseriler, marjinaller ve de hayvanlar oldukları yerden uzaklaştırılır, sürgün, kimi zaman da tecrit edilirdi. Üstelik kimi zaman “medenileşme” adı altında yapılır, sürgün nesnesi zararlı olsun ya da olmasın, sokak ve caddelerin görüntüsüne zarar getiriyor algısı yaratılarak toplatılır, sürgün, ne yazık ki bazen imha edilir ve sokaklar ve caddeler “arılaştırılırdı”. Kargalar, kediler ve köpekler de mahallelerden uzaklaştırılan canlıların başında yer alırdı. Yöneticiler bu hayvanlara insan sağlığı ve huzurunu tehdit ediyormuşçasına adeta savaş açar, yaptıkları uygulamaların ahalide merhamet ve ya isyan uyandırmasını önlemeye çalışırlardı. Bilhassa II. Mahmut döneminden sonra hayvanlara karşı sistemli bir politika güdülmüştür. Bu bakış, Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı seçkinler ve yöneticiler tarafından sürdürülmüştür.
“Dünyayı mevcut halinden biraz daha güzel kılan ne var diye sorsak eminim dikkate değer bir kesim buna hayvanlar diye cevap verirdi. Bu kısım insanlar, muhtemeldir ki evrenin tüm canlılarıyla birlikte güzel olduğunun farkında olanlardı. Ancak kabul edelim ki çoğunluk için hayvanların varlığını anlamlı kılan, insanın mutlak faydasıydı. Nitekim Salah Birsel’in tarihten referans alarak söylediği gibi “hayvan sevgisi insan yaşamında pek bir yer” tutmuyordu. Bu yüzden gün geçtikçe her köşe başında hayvanlar daha da sömürülüyor ve himayeye muhtaç hale geliyor. Buna karşılık hayvanların çektiği acılara, uğradıkları katliamlara oranla bir karşıtlık inşa edilemiyor.”
Ömer Obuz, Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye isimli çalışmasında 19. Yüzyılın başından erken Cumhuriyet’e değin, bir imha politikası ile yaklaşılan hayvanların, ama bilhassa kedi, köpek ve kargaların maruz kaldıkları muameleyi mercek altına alıyor ve Osmanlı toplumunun hayvan meselesi üzerine şefkat ve nefret ekseninde karnesini meydana getiriyor.
Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Hayvan Katliamları ve Himaye, Ömer Obuz, İletişim Yayıncılık, sf. 208, 2022
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***