Yazıya başlamadan önce haberlere göz atıyordum…
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 3 Şubat 2022 tarihinde hazırladığı iddianameye rastladım…
İddianameye göre narkotik polisinin 21 Kasım 2021’de düzenlediği operasyonda, AKP’li Yüreğir Belediyesi’ne ait cenaze aracındaki dört tabutun içinde net 5 kilo 810 gram esrar ele geçirilmiş…
Geçen haftaki “Bolero” başlıklı yazım aklıma geldi:
“Burada da haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, uyuşturucu giderek hızını artırarak tekrarlanan bir halde sürüp gidiyor.
Hep aynı adaletsizlik, her dönemde şiddetini biraz da daha artırarak yükseliyor.
Çalınan hep aynı korkunç melodi… Her turda biraz daha kabarıyor.”
Gerçekten de Genel Merkez’de çalışan “pudracı” dan sonra bu kez de cenaze arabasında uyuşturucu taşımak, Siyasal İslam sosuna batırılmış baskıcı rejim açısından tam bir kabarma…
Küresel Organize Suç Endeksi’nde Türkiye 193 ülke içinde 12’nci sırada…
Avrupa’da ise bir numara….
xxx
Kabarma her yerde, her alanda karşımıza çıkıyor.
Çanakkale’de olta ile tutulan lüferin kilosunun 350 liradan satılması da palamudun tanesinin 100 liraya fırlaması da…
Sürekli artan fiyatlar da çıldırmış bir Bolero sarmalında…
xxx
Türkiye Cumhuriyeti demokratikleşmediği için askeri vesayetten sivil siyasete geçiş yaptık…
Ancak askeri vesayet dönemi reflekslerinde de son zamanlarda kabarma var…
Millî Savunma Bakanlığı’nın Selahattin Demirtaş’a açtığı tazminat davası dilekçesini Millî Savunma Bakanlığı antetli, “acele” ibareli ve bir hukukçu general imzalı ön yazıyla mahkemeye hitaben bildirmesi de bu kabarmanın örneklerinden.
Hukuk devletinde yeri olmayan, Anayasa’nın eşitlik ve adil yargılanma ilkesinin düpedüz ihlali olan geleneksel tavırlarda da bir şiddetlenme yaşanıyor belli ki…
xxx
Bugün 6’lı masa “Parlamenter Sisteme Geçiş İçin Anayasa Değişiklik” önerilerini açıklayacak…
Tabii ki çok değerli ve önemli bir gelişme…
Ama çürüyen bu rejimin yeniden inşası için içerdiği doz benim için daha önemli…
Çünkü sadece AKP’nin iktidardan gitmesi değil yeni bir yapının kurulması hayati önem taşıyor bu ülke için.
xxx
Gündemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık’ta açıklayacağı “vizyon belgesi” de var.
Kemal Bey “Türkiye’nin ikinci yüzyılında Dördüncü Devrim’i kaçırmayalım” diye çırpınıyor…
Ama partidaşları ve 6’lı masadaki ortakları bu isteği ne kadar paylaşıyor, onu bilemiyoruz.
xxx
Bundan tam 10 yıl önce, 24 Eylül 2012 tarihinde CNN’de sabah ekonomi programına katıldığım sırada bir anda tüm televizyonlar Trabzon’da Oruç Reis gemisinde manevra elbiseleriyle basın toplantısı yapan dönemin Genelkurmay Başkanı’na bağlanmıştı.
Genelkurmay Başkanı aynı şimdiki vesayet rejimi gibi parmak sallayarak bizlere nerede durmamız gerektiğinin ayarını veriyordu…
İnsanlar değişiyor, kıyafetler değişiyor ama birilerinin sürekli bu topluma “ayar vermesi” hiç değişmiyor.
Hep “parmak sallayan” birileri var.
Asıl değişmesi gereken bu yapı bence… Kimsenin topluma parmak sallayamayacağı, korkutamayacağı, ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini sınırlar koyarak belirleyemeyeceği… Tehdit edemeyeceği bir anayasal düzenin kurulması…
xxx
Generalin parmak salladığı o gün, dünyadaki değişimi ve Türkiye’nin nasıl bir çağa ayak uydurması gerektiğini, özlediğim ve hayal ettiğim ama güme giden program nedeniyle anlatamadığım Türkiye vizyonunu, ertesi gün “Kuantum General” başlıklı yazıda özetlemiştim:
“Fizik değişince iktisat da değişir…
Atomun işleyişini çözen Newton fiziğinden, atom altı parçacıklarının hareket yasalarını çözen kuantuma…
Siyah-beyaz karşıtlığına dayalı klasik matematikten, griyi hesaplamaya sıvanan fuzi mantık matematiğine…
Teknolojiyi veri kabul eden Solow Büyüme Modeli’nden, teknolojik gelişmenin hızını istediğimiz gibi ayarlayacağımız kabulüne dayalı Paul Romer Büyüme Modeli’ne…
Tarıma, emeğe, sermayeye ve girişimciye dayalı sanayi döneminden inovasyona endeksli bilgi çağına…
Klasik arz-talep eğrisinden, bu ilişkiyi tamamen ters yüz eden bilgi ekonomisine…”
xxx
Cenaze arabalarıyla taşınır hale gelen uyuşturucudan 350 liraya fırlayan lüfere, general talimatıyla açılan davaya…
Geçmişin hastalıklarını, şimdi daha da sancılı bir şekilde yaşıyoruz.
Sancının şiddeti arttı ama hastalık aynı hastalık…
Çağa bir türlü ayak uyduramayan, baskıcı rejim “hastalığının” sıkıntısını yaşayıp duruyoruz bu ülkede.
xxx
Freni kopan bu korkunç rejimden parlamenter rejime dönme çabaları çok önemli elbette.
Ama Türkiye’nin çağdan kopmasını engelleyecek bir kalkınma vizyonunu hayata geçirmek daha da önemli.…
Bilimi, hukuku, sanatı içselleştiren bir toplumun temellerini atmak, gelecek nesillerin güvencesini sağlamak, çağa ayak uydurmak, toplumun ve siyasetin önündeki hedefler olarak gözüküyor.
xxxx
Bunlar yapılmadığında…
Sadece iktidarlar değiştiğinde…
Aynı hastalık sürüyor…
Sancının şiddeti de korkunç bir bolero gibi her turda biraz daha yükselerek toplumu perişan ediyor.
Mehmet Altan: İlk imzası 15 yaşında yayınlandı.20 yıl Sabah,6 yılda Star gazetelerinde baş yazarlık ve yazarlık, televizyon programcılığı ve yorumculuk yaptı. 30 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yaptı.1993 yılından beri profesör. Yayınlanmış 40 civarında kitabı var.15 Temmuz sonrası Anayasa’nın 19.,26. ve 28. maddeleri yok sayılarak tutuklandı.21 ay cezaevinde kaldı. AYM,AİHM ve Yargıtay kararları ile hak ihlaline uğradığı saptandı. 29 Ekim 2016 tarihinden beri KHK’lı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***