“Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm…”
Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali
Tuhaf şeyler oluyor bazen hayatta.
Sadece bazen ama.
Belki de bazen tuhaf şeyler olmuyor, olağan şeyler oluyor hep ama bize tuhaf geliyor. Bu bizim tuhaflaştığımız anlamına mı geliyor, emin değilim.
“Sana ihtiyacım yok ki benim! İnsan yalnız da mutsuz olabilir çünkü!”
Tuhaf cümleler yankılanıyor kafamın içinde, çok sert çarpıyor duvarlarına!
“Her şeyi! Her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı!”
Hiç aklımda olmamasına rağmen, onu çağırmamış olmama rağmen Sabahattin Ali konuşuyor benimle gecenin bir yarısı!
“Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.” diyor! Daha fazlasını diyor, daha bir sürü şey diyor, susmuyor!
Hayırdır Sabahattin Ali beycim? Ne oldu ziyarete geldiniz beni? Ne oldu da romanınızdan yaptığınız alıntıları fırlatıp duruyorsunuz kafama, gözüme!
“İnsanlara ne kadar muhtaç olursam, onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyor… İnanmamak, inanamamak… Bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum.”
Peki, gitmeyeceksiniz siz, sohbet edelim öyleyse — isteseler canınızı vereceğiniz çoğu insanı hayatınızdan çıkardınız. Biliyorum. Çünkü yokluklarına üzülmek, yaptıklarına üzülmekten daha kolay. Onu da biliyorum…
Çok iyi biliyorum, bu yüzden, tekne limanda güvendedir ama teknenin amacı bu değildir, gibi laflar etmeyeceğim. Biliyorum ben sizin ne anlattığınızı.
Tuhaf olan Sabahattin Ali’nin “benle gece gece konuşması” değil, tuhaf olan sabahında sahaftan gelen telefon.
“İstediğiniz kitap elimde, bir iki saat buralardayım, gelip alır mısınız?”
Kitap mı istemişim ben? İstemişim demek ki, deli mi sahaf arasın beni sabahın köründe!
2020’nin Nisan ayında Ermenice bir edebiyat bloğunda Ermenistanlıların Kürk Mantolu Madonna eserini tartıştığını görüp şaşırmıştım, Rusça okuduklarını sanmış, daha sonra 1974’de Kürk Mantolu Madonna’nın Ermenice’ye “Մուշտակով տիրամայրը/ Mushtakov Tiramayr”ı adı ile tercüme edildiğini öğrenmiş, Yerevan’ın sahaflarına musallat olmuştum. Bulamamış, telefonumu bırakmıştım.
Gece boşuna “rahatsız etmemiş” Sabahattin bey beni.
Yüzümü yıkayıp çıktım evden. Sahaf David ile buluştum, kitabı aldım, sohbet ettik.
“Çok zaman geçti, unutmuştum…” dedim. “Her şeyin bir zamanı var” dedi David. Edebiyat Fakültesinde öğrenciymiş, Sabahattin beyi hem Ermenice hem Rusça okumuş, çok sevmiş.
Türkçe’sini okuyabilseydin daha çok severdim, dedim. Ben onun yüreğini sevdim, dedi.
Türkçü Nihal Atsız’ın, Ali’yi hedef göstermelerini konuştuk… Ali’nin açtığı karşı davaya yönelik protestoları… Sabahattin Ali’nin kitaplarının yakıldığı, ırkçı söylemlerin havada uçuştuğu, “Türkçülüğü yaraladığı”nı düşünenlerin başarıya ulaşacak cezalandırma planlarının kurulmaya başladığı günleri konuştuk…
Türkiye’nin bugününü konuştuk. Hikâyenin değişmediğini anlattım ona, “vatan düşmanlarının”, “yabancı uşaklarının” nasıl da kolay hedefe konulduğunu…
David, Nihal Atsız’ın hedef göstermesinin ardından Ali’nin yurt dışına kaçarken, kendisine mihmandar olan kişi tarafından öldürüldüğünü bilmiyordu, duyunca şaşırdı.
Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını aşarak Avrupa’ya ulaşmayı planlamıştı. Kendisine yasal yollardan pasaport verilmediği için kaçak yollarla gidecekti. Kaçış için kendisine yardım ve rehberlik edecek Ali Ertekin eski bir subaydı ve silah çalmak suçundan ordudan ihraç edilmişti.
Yıllar sonra, Nokta dergisindeki bir röportajında yol boyunca Sabahattin Ali’yle tartıştıklarını, Ali’yi kitap okuduğu sırada elindeki bir sopayla kafasına defalarca vurarak öldürdüğünü, öldürmesine gerekçe olarak da millî hislerini tahrik ettiğini öne sürmüştü…
Daha sonraki yıllarda, Ali Ertekin’in Millî İstihbarat Teşkilatı mensubu olduğu da iddia edildi.
David ile romandan da konuştuk. “Severek ayrılmayı anlatıyor yazar” dedi David, “Oysa severek ayrılmaz insanlar…”
Neden diye sormadan kendi cevapladı: “ Terk ederken, seni sevenin kalbi kırılmasın diye öyle dersin, kibarlıktır o, biraz da vicdan azabı ama sevgi değil…”
Mutlu mu olmalıydım kitabı bulduğum için? Kırmızı, sarı, kahverengi ağaçların yere düşen yapraklar arasında yürüdüm sahaflar parkında. Sabahattin Ali bey benle tekrar konuşur diye bekledim. Gelmedi.
Gelse idi şayet, “Taş çiçek açmıyor, suyu boşa harcamasak mı?” diyecektim. Diyemedim.
Uzun uzun yürüdüm Yerevan’ın sokaklarında kışa çeyrek kala, güneşin renklerini izledim.
Güneşin en güzel renkleri doğarken ve batarken ortaya çıkıyordu, bizim gibi biraz… İnsanın halleri de bir şeyler başlarken ve biterken güzeldi…
“Hiçbir zaman kafamdaki kadar harikulade şeyler olamayacağını idrak etmemiştim.” diyordu Sabahattin Ali bey Kürk Mantolu Madonna’da.
Kendi istediklerini söyleyip gitmişti, bir daha belki de hiç soru soramayacaktım ona…
ALİN OZİNİAN
20 Kasım 2022 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***