YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Politik bir yazı değil bu. Olmamalı da zaten.
Bugün İstanbul’da, İstiklal’de bir büyük patlama haberiyle sarsıldı Türkiye. Kısa videolarda, muhtemelen insanların güzel anlarını kaydetmek için farklı açılardan çektikleri amatör görüntülerle doldu sosyal medya platformları. O mutlu anlarının dehşete dönüştüğünü gözlerimizle gördük. Onların korkularını hissettik, çaresizliklerine tanık olduk. Uzakta görünen turuncu bulutun bir alev topu olduğunu, içindekileri ve çevresindekileri parçalayarak etrafa savurduğunu düşündü belki videoyu izleyen herkes. Sonra sirenler, bağrışmalar, koşuşturma, kaos. İlk gelen haberlere göre dokuz insan hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı. Fazla bir netlik yok haberlerde. Bunun nedeni rejimin getirdiği haber yasağı. Buna paralel olarak interneti kapattılar. Toplumun haber kaynaklarını damarlarından kestiler.
Bu görüntüler şoke edici olsa da, maalesef alışılmadık değildiler. Daha öncesinde de defalarca tanık olunan saldırılardan biriydi.
Türkiye on yıllardır terörün hedefinde. Ve bu saldırılar maalesef nadir diyemeyeceğimiz aralıklarla gerçekleşiyor. Ülke canlarını yitiriyor ve en az onun kadar acı olmak üzere, umudunu! Barış ve huzur sanırım herkesçe paylaşılan ortak değerler. Kim olursa olsun ailesi ve sevdikleri için, kendisi için, kenti ve ülkesi için barış ve huzur ister. Türkiye’de barış ve huzur yok. Sürekli acı çeken, acı çekmenin bir bayrak yarışı gibi adeta elden ele teslim edildiği bir ortamda varoluş savaşı veriyor insanlar.
Her toplumdaki kadar birbirinden farklı Türkiye insanları, maalesef her toplumdaki kadar bir arada yaşama ortamı oluşturabilmiş mi, emin değilim. Farklılıkların bireysel bazda kaldığı, asgari ortaklıklarda anlaşılmış, ortak değerleri olan ve onların kıymetini bilen, farklılıklarını değil, ortaklıklarını temel alan, bir arada var olma isteğiyle dolu bir toplum olmasını isterdim Türkiye’nin. Ama değil. Geleceğe dair ortak projelerinin, işbirliği yapabilecek iradelerinin olmasını, birbirlerine asgari saygı duymalarını, hatta – neden olmasın – belki de birbirlerini sevmelerini isterdim. Birbirleriyle empati yapabilmelerini, birbirlerine karşı merhametli olmalarını, birbirlerini korumalarını, “biz” duygusu çevresinde birleşmelerini de! Bunlar var diyebilenimiz var mıdır hala, tereddüt etmeksizin?
Dedim ya, politik bir yazı değil bu.
Yaşamın merkezinde olmamalıdır politika. Bazen nefes almak için politikanın dışına çıkılabilmeli. Bazen sadece yaraları sarmak önemlidir. En çok kanayan yara hangisiyse ona pansuman yapmak! Bugün İstanbul’da o patlamanın sarstığı güzel Beyoğlu’nda insanlar, insancıklar acı çektiler, parçalandılar, can çekiştiler, öldüler, yaralandılar. Babalar ve anneler çocuklarını kaybetti. Çocuklar babalarını ve annelerini. İnsanlar kardeşleri gelsin diye bekledi. Ya da sevdikleri biri; ama gelmediler. Politik bir yazı olmasın kesinlikle bu yazı. O sevdiğini kaybedenlerin hepimizin kardeşi olduğunu anlamamıza yarayacak bir yazı olsun istiyorum. Kendimizi o çocuğunu, annesini-babasını, sevdiğini, arkadaşını kaybeden birinin yerine koyalım diyorum. Oradaki ambulans şoförünün ya da ilk yardım görevlisinin, polis memurunun ya da dükkan sahibinin, turistin veya alışveriş yapmaya çıkmış bir teyzenin, ya da 3 yaşındaki Ecrin kızın annesinin, nenesinin, dedesinin, varsa eğer bir ağabeyinin veya ablasının yerine koyalım kendimizi bir an.
O küçük kız kimdir bilmem. Bilmem gerekmiyor zaten. O an belki de hayatındaki en özel günlerden birini yaşıyordu. Belki bir balon almayı veya gözüne kestirdiği bir oyuncak bebeğin hayalini kuruyordu. Ya da etrafa bakıyor, ileride hatırlayacağı birkaç 3 yaş anısından birini zihnine kaydediyordu. Belki de şarkı söylüyor, ya da elinden tutan babasına bir soru soruyordu. Ecrin sahi o an ne düşünüyordu?
O büyük patlama olur olmaz, ortalık yangın yerine döndü. Hiç sevmesem de aslında kullanmayı, tabiri caizse can pazarı oluverdi o sokak. Kim bilir ben hayatımda kaç kez geçmişimdir oradan. Belki de on-yirmi yıl önce o ortadaki çiçekliklerden birine dayanıp bir arkadaşımı beklemiş, bir simit yemişimdir. O parke kaldırımlara basmışımdır, oradaki dükkânlara ve mağazalara girmişimdir belki de. Videoları izlerken aklımın yanında kalbimin de sürekli devrede olması bundan mı acaba? Ben de belki Ecrin kız gibi babamın elinden tutarak İstiklal’de yürüdüm onlarca kez. O videolarda gördüğüm dehşeti bu kadar üzülerek hissetmemin nedeni bu mu? Bundan dolayı mı ki Ecrin ve babasının ölmesi bu kadar dokundu bana?
Politik olmasın bu yazı. Hepimizi birleştiren bir şey olsun. Ama nedir o? Çünkü biliyorum ki politikayla birleşemiyoruz, biz olamıyoruz bir türlü. İyi de eğer bu olayda bile birleşemiyorsak, acaba biz, biz olmayı gerçekten hak ediyoruz denebilir mi?
Bu kadar politize olmuş, kutuplaşmış, birbirinin kuyusunu kazan, karşılıklı insan olduklarını unutan, nefretin sevgiye galip geldiği bir toplumda, politik olmayan bir yazı yazmak olanaklı mıdır ki hala? İçinde ölen bir küçük kız ve babası bile olsa, yine de yazılanların yanlış anlaşıldığı veya bilerek saptırıldığı bir itici rasyonellik ve diğerlerine üstün gelme hissi normal mi karşılanmalıdır? Eğer artık ölümlerimize yasta dahi birleşmek olanaklı değilse, 3 yaşındaki bir meleğe üzülürken bile aşamıyorsak nefretin kalın ve soğuk duvarlarını, “ne yapıyoruz yahu biz” demeyelim mi?
Patlama olur olmaz siyasetle bağları kuruldu hemen. Yorumlar, stratejiler ve geçmiş deneyimler ışığında kim bunu yaptı, amaç ne, seçimler, güç ve iktidar… Hastanede yatan yaralıların ve çevrede kulaklarının zarı patlayan, bayılan, travmatize olan ve öylece toplu taşımaya binip evine giden insanların, kopuk kol-bacakları toplayan ve hayatının en kötü gününü geçiren görevlilerin, dükkânlarının önünde sıçramış kanları temizleyen esnafın neler hissettiğini düşündük mü? Onlar sorumlu muydu bu olan bitenlerden diye mi sorduk yoksa önce? Bu yazı politik bir yazı olmayacağına göre, ben bunların cevaplarını yazamam, yazmamalıyım. Fakat şunu söylemeden geçmem imkânsız: Kayıplarının matemini bile beraber tutamazsa bir toplum, ona toplum demek mümkün mü?
Daha önce de birçok kez oldu, biliyorum. Ama ben alışamadım hiç, alışmak da istemiyorum. Aklımda babasıyla ölen o Ecrin kız, keşke bu herkesi birleştirse bir günlüğüne en azından diyorum.
Politikadan bunaldık. Rejim ve gaddarlık, zulüm, baskılar, haksızlıklar, hukuksuzluk, insan hakları ihlalleri – bırakalım bir günlüğüne ne olur politikayı falan. Bizi biz yapan şeyler vardı, hatırlıyor musunuz? En çok da acıma duygumuz, merhametimiz. Yaşlı teyzeleri karşıdan karşıya geçiren gençler, çocuklara bedava çizgi roman ve çikolata veren bakkallar, inşaattaki çeşmelerden mahallenin futbolcu çocuklarına su veren ameleler, dükkânların önünde tavla oynayan ama farklı partilere oy verdikleri için sürekli birbirlerine takılan amcalar… Bayramlarda barışan küskünler, dedikodu yapsa da sıkışınca yan dairesindekine para veren komşular, milli maçlardan sonra yolda çevirdiği kamyonun kasasına doluşup birbiriyle sarmaş dolaş olan gençler… Bugün acaba sadece bunları mı hatırlasak? Acaba sadece kaybettiklerimize üzülüp, acısı olanların acılarına mı ortak olmaya çalışsak? Aklımıza Ecrin’i getirip sessizce bir iki dakika onu mu düşünsek? Kendi başımıza gelenleri bir günlüğüne de olsa, ya da olmadı, birkaç saatliğine en azından, unutsak ve yas tutsak? Şiddeti ve terörü lanetlesek, ama ve fakat demeden hem de.
Politik bir yazı değil bu. Tüm ülkenin başı sağ olsun. Türkiye’ye geçmiş olsun. Yaşamını yitiren insanların ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bu acıyı olmamış kılamayız, evet, ama onu bir günlüğüne de olsa birleşmek ve bütünleşmek için fırsat kabul edebiliriz. Sanırım büyüyebilse Ecrin de bunu isterdi.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***