YORUM | AHMET KURUCAN
5 günlük sohbetlerle dolu bir program için Hollanda’nın Amsterdam kentindeydim. Eskimeyen dostluklara sahip olduğum nice eski dostlarımla görüştüm. Sarmaş dolaş olduk birbirimizi görünce. Mazi denilen derelerin çağlayanlar, şelalaler misali akan sularının altında yunduk yıkandık tıpkı eski günlerdeki gibi. Görüşemediğimiz süre içinde yaşadıklarını anlattılar. Silivri’den girdik, Meriç’ten çıktık. Atina’dan uçağa bindik, Hollanda’da ârâm eyledik. Eski dostlar bir tarafa, nice yeni dostlar edindim. Bir yemek yeme, bir çay-kahve içme ve kısa bir şehir turu yapma süresi içinde kurduğumuz dostluklar bizleri “bir ruhta iki ceset, iki cesette bir ruh” vecizesinin canlı delili yaptı. Kureyş kabilesinin fahri üyesi bile oldum, kapı gibi sertifikamı da aldım, daha ne olsun:))) Sağolasın kabile liderimiz Hüseyin Ağabey. Minnettarım.
İzlenimlerime geçeyim. İlk izlenimim, insanımız kendi gerçekliği ile yüzleşmiş ve hatta barışmış. Kimse alınmasın, ben de dahil gerçeğin insanı rahatsız eden dünyasında yaşamaktansa yalanın, te’vilin, tefsirin, tevriyenin, umursamazlığın oluşturmuş olduğu konfor bölgesinde yaşamayı tercih edenlerimiz vardı aramızda. Çok değil daha iki-üç yıl önce aynı gerçekliğe uzaktan uzağa ürkek ve çekingen tavırlarla temas ediyorduk bazılarımız. İnkar, ret, şüphe, kabul ve onay safhaları içinde kimimiz inkardaydı, kimimiz ret ya da şüphede. Ama şimdi gördüğüm manzara kabul ve onayı da aşmış, yeni bir ülkede yeni bir hayat inşa etme yolunda mesafe alınmış. Her şeyini kaybetmiş bir insana hayatını yeniden inşa etmesi için lazım olan inancı, azmi, kararlılığı yeniden kazanmış ve ümit rüzgarlarının kendilerini sürüklediği okyanusun hem enginliğine hem de derinliğine doğru kulaç atmaya başlamışlar. İşte bu durum her türlü takdirin üzerinde.
İkincisi, yıllar önce insanlığa hizmet bağlamında çıkmış olduğu yolculukta kabullenmiş olduğu değerlerin hala daha ter ü taze, hala daha fonksiyonel ve yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen hala daha ümit vadettiği inancı içindeler. İstisnaları elbette vardır ama genel hava bu istikametteydi. Haramilerin bütün mal varlığını gasp ettiği birisi canıgönülden ve alabildiğine samimi bir ses tonu ile “İyi ki bu süreçte zalimin yanında değilim” dedi bana çokları gibi. Yıllarca eşinden çocuklarından ayrı kalmış, hapishane dahil nice sıkıntılar çekmiş bir başkası, “Aile birleşimi oldu ya, eşim ve çocuklarımla bir ve beraberim ya, gerisi kolay. Atlatırız Allah’ın izniyle yaşadıklarımızı” dedi. Hollanda’da kamp hayatı daha yenice sona ermiş, yeni eve çıkmış ve bugüne gelinceye kadar çocuklarından ayrı kalma başta nice zorluklar yaşamış bir başkası daha çaplı bir şey söyledi: “Hizmetin alabildiğine güçlü olduğu dönemlerde Hizmet hareketi içinde yer alma sıradan bir hadiseydi bana göre. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar Hizmetin bir ferdi olmak belki iradi olarak benim tercihim bile değildi. Ama ya şimdi? Şimdi ne makam ne mansıp ne şöhret ne para ne menfaat. Bunların hiçbiri yok. Aksine çile var, ıstırap var, gözyaşı var ve ben şimdi irademle buradayım. Her şey ama her şey benim tercihim. Tesettür benim tercihim. Meriç benim tercihim. Hollanda benim tercihim. Dil öğrenmek benim tercihim. Bu arkadaşlarla beraber olmak benim tercihim.”
Bu tercihte yukarıda yazdığım gibi söz konusu değerlerin geçerliliğini korumasının yanında sağır sultanın duyduğu tahammülfersâ zulümlerin de etkili bir rol oynadığına inanıyorum. Haklılığın gücü diyebilirsiniz buna. Ya da vicdan mahkemesinin verdiği beraat kararının etkisi. ‘Ne yanlışım vardı? Ne suçum vardı? Yaşadıklarımı hak edecek ne yapmıştım?’ diyor insan kurduğu o mahkemede hakime ve savcıya bülentâvâz sesiyle.
Üçüncü izlenimim, dar veya geniş çaplı sohbet ortamlarında kadınlarımızın ve genç kızlarımızın sorularıyla, katkılarıyla, eleştirileriyle, duruşları ile ortaya koyduğu performans beni çok etkiledi. Ninemin, annemin ve eşimin nesli değil kızımın nesli ile bile mukayase edemeyeceğim ölçüde gördüğüm özgüven beni çok mutlu etti. Sahte özgüven patlamasından bahsetmiyorum; aksine altı dolu, düşüncelerini temellendirebilecek eğitim alt yapısına sahipler, ana dillerinin ötesinde en az iki yabancı dili rahatlıkla konuşabilen ve benim gibi artık ununu elemiş eleğini duvara asmış insanlara gelecek adına ümit veren genç kızlar ve kadınlardı bunların hemen hepsi.
Malum erkek egemen bakış açısının ağırlıklı rol oynadığı dünün ve kısmen de bugünün dünyasında bizim kadınlarımız hak ettikleri muameleye tabi tutulmamaktadır. Ehliyet, liyakat, meritokrasi söylemlerini dillerinden düşürmeyen insanlar bazen önyargılarının esiri bazen de kurulu sistemin bir parçası olarak muamelede bulunmaktadırlar kadınlarımıza. Fakat bütün bu hak ihlallerine karşı hem seslendirdikleri düşünceleri hem de verdikleri ve verecekleri mücadelelerle ümit vadeden bir nesil geliyor. Benim gördüğüm işte bu neslin küçük bir örneği, duyduğum da onların ayak sesleri. İnşallah yanılmayız.
Sakın ola ki güzellemeler yapıyor, halk tabiriyle gaz veriyor demeyin bana. Kimsenin buna ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Bilenler bilir, hayat felsefesi ve yaşam tarzının merkezine rasyonel düşünceyi koyan bir insanım ben. 15 Temmuz sonrası Hizmet özelinde “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ya daha iyi olacak ya da daha kötü olacak. Onu daha iyi veya daha kötü yapacak olan biz ve bizlerin yapacağı tercihler, göstereceği çabalar olacak” demiştim. Aradan geçen 6 yıl sonrasında Amsterdam’da gördüklerim inşallah uzun vadede de olsa gidişatın daha iyiye doğru olacağı yönündeki izler.
İzlenimlerim bitmedi. Bir yazı daha kaleme alacağım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***