AP-TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Sergey Lagodinsky, Türkiye’de temel haklar ve demokrasi alanında somut gelişme olmadıkça, vize serbestisi gibi konularda ilerleme sağlanmayacağını söyledi.
Avrupa Parlamentosu-TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Sergey Lagodinsky, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üyelik hedefine ilişkin olarak Türkiye’nin stratejik kararsızlık göstermesinin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilere zarar vereceğini dile getirdi. İstanbul ziyareti sırasında DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Lagodinsky, “Türkiye’nin NATO üyesi olarak güvenebileceğimiz bir müttefik olması meselesi, net bir mesele olmalı” dedi. Gezi davası sürecini de yakından takip eden Yeşiller partili Alman siyasetçi Sergey Lagodinsky, “Bütün siyasi mahkumlar serbest bırakılmalı” ifadelerini kullandı.
Avrupa Parlamentosu-TBMM Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Sergey Lagodinsky’e DW Türkçe’den Burcu Karakaş’ın sorduğu sorular ve yanıtları şöyle:
İstanbul’da Temmuz ayında imzalanan Ukrayna ile Rusya arasındaki tahıl koridoru anlaşması, Türkiye açısından diplomatik zafer olarak görüldü. Anlaşma, Türkiye’nin Avrupa’daki algısını nasıl etkiledi?
Dünya için çözüm bulabildiğimiz her adımın iyi olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’nin dünya için faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Rusya’nın bu durumla ilgili bazı sorunları olduğunu biliyoruz. Putin tahıl anlaşmasının yoksul ülkelere fayda sağlamadığını iddia etti. Bunu söyleyecek bir meşruluğu olmadığı fikrindeyim. İşgal ettiği ve katliam yaptığı bir ülkeden gidecek gıdayı kimin alması gerektiğini eleştirmenin Putin’e kalmadığı kanaatindeyim. Anlaşmanın devam edeceğini umuyorum. 24 Şubat’ta başlayan durum, Türkiye’nin ve bölgenin stratejik rolünü değiştirdi. Türkiye’nin, Montrö Sözleşmesi’nin uygulanması, Ukrayna davasına destek vermesi ve Ukrayna’ya askeri ekipman sağlaması bir tarafta dururken, diğer tarafta Rusya ile arabuluculuk rolü üstlenmeye çalışması elbette bölge için önemli. Türk ortaklarımızı bu durumu fazla dikkatsizce kullanmamaları konusunda uyarmak isterim. Bizim açımızdan Türkiye müttefik ülke ve NATO üyesi bir ülke. Müttefik olarak çok fazla kararsızlık göstermesi ve siyasi manevra yapmak için istekli olması, durumu giderek zorlaştıracaktır. Bu dediğim, Türkiye’nin yaptırımlar konusundaki tutumunu da içeriyor. Yaptırımlar halen orada, işe yaraması için varlar. Bu yaptırımları baltalamaya yönelik herhangi bir girişim dostça bir hareket değildir. Türkiye’nin NATO üyesi olarak güvenebileceğimiz bir müttefik olması meselesi, net bir mesele olmalı. Farklı taraflar arasında manevra yapılırsa bu güven zedelenebilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olmayı hedeflediklerini açıkladı. Açıklamaya Avrupa Birliği’nden tepkiler geldi. Söz konusu üyelik hedefinin hayata geçmesi AB ile ilişkileri nasıl etkiler?
Dediğim gibi, güvenilirlik oldukça önemli. Türkiye’nin Şanghay Grubu’ndaki ülkelere daha fazla kur yapması, daha az güvenilirlik demek. Böyle bir durum olursa Türkiye, Şanghay Grubu üyesi tek NATO üyesi olacak. Otoriter ortaklarla aynı masada oturacak. Türkiye’nin stratejik kararsızlığa ne kadar gücü yeteceğinden emin değilim. Bu benim kişisel endişem. Bu stratejik kararsızlık, AB ile ikili ilişkiler açısından geri tepebilir.
2014 yılında Türkiye vatandaşlarının Schengen vize başvurularının yüzde 4’ü reddedilirken bu oran 2020 yılında yüzde 12,7’ye yükseldi ve giderek de artıyor. Ret oranlarındaki artışı neye bağlıyorsunuz?
Vize meselesini görev ve ödev olarak görüyorum. Türkiye ziyaretim sırasında vize şikayetlerini ben de duydum. Ziyaretimin sebebi de bu zaten: Dinlemek, öğrenmek ve sonrasında duyduklarımla ilgilenmek için buradayım. Söyleyebileceğim tek şey, sivil toplum üyeleri ile insan hakları savunucularından da başvurular gelirken vize sayılarının neden azaltılması gerektiğini anlayamadığım. Bildiğiniz üzere vizeler merkezi hükümetler tarafından veriliyor. Vize meselesinin endişe verici olduğunu düşünüyorum ve bu konuyla ilgileneceğim. Toplumumuzu Türkiye vatandaşlarına kapatmak için bir neden yok.
“Homofobik gündem, Türkiye’de hiçbir zaman öncelik olmadı”
İstanbul’da Pazar günü “Büyük Aile Buluşması” adı altında LGBTİ hareketi karşıtı bir eylem düzenlendi. Radikal İslamcıların siyaset ve toplumsal konular üzerindeki etkisi son dönemde artıyor. Bu durumdan endişe duyuyor musunuz?
Evet ve Avrupa Parlamentosu adına endişelerimizi çeşitli vesilelerle dile getirdik. Ziyaretim sırasında LGBTİ aktivistleriyle de bir araya geldim ve onların endişelerini de dinledim. Burası, “İstanbul Sözleşmesi”nin adını aldığı şehrin olduğu ülke. Bu ülke, somut ve gerçekçi tek bir neden olmadan sözleşmeden çekildi. Homofobik gündem, Türkiye toplumunun zihninde hiçbir zaman öncelik olmadı. LGBTİ karşıtı gündemin hükümet tarafından suni bir şekilde teşvik edilmesinin sorunlu olduğunu düşünüyorum çünkü bu teşvikin nerelere varabileceğini gördük. Putin’in Rusya’da özgürlükleri boğmaya yönelik ilk adımı LGBTİ’lere yönelikti çünkü bu kolay ve ucuz bir yol. Bana göre, Türkiye toplumu böyle bir tutum sergileyecek konumda değil. Bu şekilde düşündüğüm için zaten Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinin devamı için mücadele veriyorum.
“İkili ilişkilerde ilerleme demokrasi alanındaki gelişmeye bağlı”
Gezi davasını yakından takip eden bir isimsiniz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala kararı nedeniyle Türkiye’nin yaptırımlarla karşı karşıya kalma ihtimali hakkındaki görüşünüz nedir?
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu konuyu ele alacak. Türkiye’nin bu şekilde devam etmesi, Avrupa Konseyi tarafından yaptırıma maruz kalma durumunu riske atıyor. Hiçbir ülkenin böylesi önemli bir kurumun itibarına zarar vermesini göze alamayız, özellikle de bu dönemde. Dolayısıyla yaptırım ihtimalinin gerçeğe dönüşecek olmasından korkuyorum. Açık söylemek gerekirse, özellikle Kavala davası ile Gezi eylemlerinin neden bu noktaya getirildiğini anlayamıyorum. Davanın neden bu kadar uzatıldığını anlayamıyorum. İfade özgürlüğü, protesto özgürlüğü ve ayrıca Kavala’nın yaptığı gibi sivil toplumu destekleme özgürlüğü, her demokratik ülkenin olmazsa olmazıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını okudum. Özellikle Kavala davasını yakından biliyorum. Osman Kavala’nın ve Gezi tutuklularının suçlamalarına dair ortada somut delil yok.
AB’nin özellikle mülteci mutabakatı ve Ukrayna savaşı nedeniyle Türkiye’deki antidemokratik uygulamalara sessiz kaldığına dair eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birçok seviyede karşılıklı bağımlılığın olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Avrupa Birliği, Macaristan gibi üyesi olan ülkelerde yaşanan demokrasi ihlallerine dahi tatmin edici karşılık verecek kapasitede değil. Türkiye ise komşu ülke ve önemli bir stratejik pozisyonda. Aynı zamanda enerjinin merkezi ve NATO üyesi. Yani epey karmaşık bir mesele. Delegasyon başkanı olarak Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye ile ilişkilerimizde demokrasi ve insan haklarının temel alınması için çaba gösterdim. Parlamentoda bu konuda bir belirsizlik yok. Türkiye’de temel haklar ve demokrasi alanında somut gelişme olmadıkça, Gümrük Birliği ile ilgili projeler ya da vize serbestisinde ilerleme sağlanmayacağı açık. Benim açımdan mesele net. Avrupa Birliği’nin tüm bu meselelere rağmen Türkiye ile ilişkilerini kesmiyor olması, durumun ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Taleplerimizi savunuyoruz. Bütün siyasi mahkumlar serbest bırakılmalı. Kavala serbest bırakılmalı, Selahattin Demirtaş serbest bırakılmalı, belediye başkanları serbest kalmalı. Bunun mülteci anlaşması ile bir ilgisi yok. Türk ortaklarımız da bizim onlara bağımlı olduğumuz gibi onların da bize bağımlı olduğunu unutmamalı. İlişkilerin geri dönülemez biçimde zarar görecek noktaya gelmesi, Türkiye’nin geleceği için de zararlı olacaktır. O nedenle beraber hareket etmeli, bir yanda demokrasiye diğer yanda daha sıkı ilişkiler kurmaya doğru ilerlemeliyiz. Ancak biri olmadan diğeri olmaz.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – BURCU KARAKAŞ
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***