HABER-ANALİZ | MEHMET ÖZDEMİR, LONDRA, TR724
İngiltere, günlerdir 8 Eylül’de hayatını kaybeden Kraliçe II. Elizabeth’in yasını tutuyor. Monarşi karşıtı bazı bireysel eylemlerin dışında halkın geneli Kraliyet ailesinin üzüntüsünü paylaşıyor. 7’den 70’e herkes parklara, meydanlara çiçekler, değişik semboller ve sevgilerini gösteren yazılı mesajlar bırakıyor. Ülke bir yandan da pazartesi günkü cenaze töreni için bütün dünyadan gelecek üst seviyedeki misafirlere hazırlanıyor.
İngiltere Parlamentosu’nun yanındaki tarihi Westminster Hall’de bulunan Kraliçe’nin naaşı da ziyaretçi akınına uğruyor. Binlerce insan Kraliçe’ye saygısını gösterebilmek için 14 saat sırada bekledi. İngilizlerin efsane futbolcularından David Beckham da sıradaydı ve BBC’ye röportaj verirken 12 saattir beklediğini söyledi. Beckham o sırada henüz Westminster Hall’e girememişti. Cuma günü öğle saatlerinde ziyaretçi kuyruğu 8 km’yi geçtiği için sıraya girişler 6 saatliğine durduruldu.
Dünya basını ise şu sıralar birçok insanın cevabını aradığı bir soruyu tartışıyor: Nasıl oluyor da 21. yüzyılda monarşi hala ayakta kalabiliyor? Dahası böylesine bir ilgiye mazhar olabiliyor? Time dergisi, Kraliçe’nin öldüğü gün internet sitesine koyduğu haberde benzer bir sorunun cevabını verirken 1952 yılında II. Elizabeth tahta çıktığında yaptığı kapak dosyasını referans gösteriyor.
‘Size kalbimi ve adanmışlığımı verebilirim’
Lily Rothman imzalı haberde o tarihte cevabın bizzat genç Kraliçe tarafından verildiği belirtilerek İngiliz Milletler Topluluğu’na işaret ediliyor. Kraliçe’ye göre, tacına gösterilen saygı onlarca bağımsız ülkeyi birbirine bağlıyordu. Bugün Birleşik Krallık hükümdarının başkanlığını yaptığı İngiliz Milletler Topluluğu’nun 56 üye ülkesi ve 2,4 milyar nüfusu bulunuyor. Geçmişi sömürge dönemine dayanan bu birliktelikte bir iki sorun dışında ciddi çatlaklar görünmüyor.
ABD merkezli dergi, bir yıl sonra da (1953) Kraliçe Elizabeth’i ‘yılın kadını’ seçecek ve dünyanın farklı ülkelerinde askeri darbeler, siyasi çalkantılar yaşanırken onun kendine bağlı ülkelerde birliği sağladığını ifade edecekti. Bu konuda Türkiye’yi tipik bir örnek olarak gösterebiliriz. Zira, II. Elizabeth’in 70 yıllık taht hayatı boyunca Türkiye 2 darbe yaşadı, 4 muhtıra ve 6 darbe girişimi gördü.
Time, bu haftaki (15 Eylül) sayısında da benzer konuyu işlemeye devam etti ve hükümdarın son derece sembolik görevlerine, arada yükselen çatlak seslere rağmen İngiliz monarşisini ortadan kaldırmanın çok kolay görünmediğini yazdı. Yasmeen Serhan, haberinde İngiliz şair Tennyson’un “İngiltere taçlı bir cumhuriyettir.” sözünü hatırlattıktan sonra II. Elizabeth’in 1957’deki unutulmayan ilk televizyon (Noel) konuşmasına atıf yaptı. Kraliçe, kendisinin yasa yapmadığını veya adaleti yönetmediğini belirterek, “Ama size kalbimi ve bu eski adalara, halklarımızın kardeşliğine olan adanmışlığımı verebilirim.” diyordu.
Anayasanın iki unsuru: Asiller ve ehiller
Serhan, kendi yorumunda, Kraliyet ailesinin muazzam serveti ve mirastan vergi ödemeyi muaf tutan finansal düzenlemelerin ayrıcalıklı konumlarına gölge düşürdüğünü, buna karşın ‘siyasi güç eksikliği ve tarafsızlığın’ monarşinin uzun ömrünü açıklamaya yardımcı olduğunu belirtiyor. ‘Gösteriş, gelenek ve tarih anlayışı’ gibi unsurların monarşinin çekiciliğinde rol oynadığını kaydediyor.
‘Gösteriş, gelenek’ gibi kavramların Birleşik Krallık ve monarşi için ne anlama geldiğinin ipuçlarını II. Elizabeth’i anlatan ‘The Crown’ isimli Netflix dizisinde görmek mümkün. Dizide Prenses Elizabeth saltanata hazırlanırken ünlü Eton Koleji’nden de özel dersler alıyor. Anayasa dersini anlatan dekan yardımcısı, meşhur entelektüel-gazeteci Walter Bagehot’un 1867’de yazdığı ve siyaset bilimi klasiği kabul edilen İngiliz Anayasası kitabından, “Bir anayasanın iki unsuru vardır: Ehiller ve asiller.” alıntısını yaptıktan sonra “Monarşi bunlardan hangisidir?” diye soruyor. Elizabeth, “Asiller mi?” sorusuyla doğru cevabı verir.
Bunun üzerine hoca yorumunu şöyle yapar: “Ehil olanın siyaset oluşturma ve uygulama gücü vardır ve seçmenlere hesap verir. Asillerse ehil olanlara ehemmiyet ve meşruiyet tanımakla birlikte sadece Tanrı’ya hesap verir. İki kurum, taht ve hükümet, yani asiller ve ehil olanların doğru biçimde çalışabilmesi ancak birbirini desteklemeye ve güvenmeye bağlıdır.”
Churchill: Görüyorum ki artık yönetime hazırsınız
Elizabeth, çocukluğunda öğrendiği bu denge ile monarşinin gücünü tahttaki ilk yıllarında genç bir Kraliçe iken karşısında kendini çok zayıf gördüğü ‘kurt siyasetçi’ Başbakan Winston Churchill’e fırça atarcasına hatırlatmak durumunda kalacaktır. Churchill, Kraliçe’ye cevaben “Görüyorum ki majesteleri artık ülkeyi yönetmeye hazır.” der ve çekilme vaktinin geldiğini ifade eder. Çünkü o güne kadar ileri yaşı ve yoğun hastalığı sebebiyle yapılan istifa baskılarına direnir.
Efsane siyasetçinin, İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerine yapacağı ilk ziyaret öncesi genç Kraliçe’ye verdiği tavsiye de çok ilginç. “Gerçek Elizabeth’i görmelerine asla izin verme” diyen Churchill, insanların ona baktığında ‘tacın ağırlığını’ değil, sadece ‘ebedi olanı’ görmeleri gerektiğini hatırlatıyor.
Elbette halkın siyaset kurumu ile Saray arasındaki denge ve güç ayrımını bu derinlikte anlayıp benimsediği söylenemez. Fakat Birleşik Krallık’ta monarşiye hala yüzde 60’tan fazla destek çıkmasının bir sebebi Kraliyetin bin yıllık geçmişinden kaynaklanan ihtişamı olduğu söylenebilir. Yüksek masraflarına rağmen görkemli Kraliyet törenleri tam da bu sebepten pek eleştirilmez bilakis gurur kaynağı kabul edilir. Hatta, birinci derece Kraliyet ailesi mensuplarının sebep olduğu skandallar bile zamanla bu görkemin parıltıları arasında sönümlenip gidiyor.
‘İngiliz isimli bir moderniste güvenebilir miyim bilmiyorum!’
Monarşiyi ayakta tutan önemli etkenlerden biri olarak İngilizlerin geleneği korumaya meyilli yapıları gösterilebilir. Adada işleyen bir sistem veya çalışan cihaza kolay kolay dokunulmaz. Mesela birçok ülke araçlarda sağda bulunan direksiyonu sola alırken İngilizler değiştirmedi. Caddelerdeki posta kutuları yaygın olarak kullanılmaya devam ediyor. Antika eşya pazarının canlı ve yoğun olması ya da her köşede ‘ikinci el’ dükkanlarının bulunması gibi daha pek çok örnek gösterilebilir. Bir başka ifadeyle bir şeyin zararı yoksa ondan kurtulmak veya değiştirmek İngilizlerin aklına gelmez. Dolayısıyla şimdiye kadar belirgin bir zararından söz edilmeyen monarşiyi değiştirmek de pek akla gelmiyor.
İngilizlerin değişime veya yeniliğe karşı olan direncinin ‘kibirden’ kaynaklandığı da iddia edilir. ‘The Crown’ dizisi bu konuyla ilgili imalı bir anlatımı yine ‘yaşlı kurt’ Churchill üzerinden yapar. Churchill, evinin bahçesinde resim yaparken eşi Clementine müjdeli bir haber verir. Lordlar ve Avam Kamarası, 80’inci yaş günü hediyesi olarak dönemin ünlü modernist ressamlarından Graham Sutherland’a Churchill’in portresini çizdirme kararı almıştır. Bu habere pek sevinmeyen Churchill, “Adını hiç duymadım!” dediği ressamın hem İngiliz hem de yenilikçi olmasına takılır ve “İngiliz isimli bir moderniste güvenebilir miyim bilmiyorum!” der.
70 milyondan fazla turist ‘monarşi’ yüzünden geliyor
Eşinden kendisine bir Alman yenilikçi veya bir İtalyan ismi söylemesini isteyen Churchill, “Onlar, en baştan başlamak zorunda kalanlar. Bir İngiliz neyi değiştirmek istesin ki!” ifadesini kullanır. İlk bakışta İngiliz kibrini yansıttığı görülen bu sözlerden ‘yeniliğe kapalı’ gibi bir eleştiri anlamı çıkarmak da mümkün. Çünkü Churchill uzun süre poz verdiği ve bitene kadar görmediği portreyi kendini ‘çok yaşlı’ gösterdiği gerekçesiyle beğenmez ve reddeder. Tablo arada bir sergilenmek üzere aileden istense de kabul etmezler. Çünkü yıllar sonra ortaya çıkacağı üzere Clementine, eşinin moralini bozan o portreyi yakmıştı.
Bütün bunların yanında monarşi İngiltere için bir reklam ve turizm kaynağı olarak görülüyor. Prens ve prenseslerin kıyafetlerinden nişan, düğün merasimlerine kadar hemen her şey dünyanın gündemine girmeyi başarıyor. Sırf bu etkinin cezbettiği turist sayısının ise 70 milyonu geçtiği ifade ediliyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***