Bizim mi korunmaya ihtiyacımız var yoksa devletin mi bizi korumaya ihtiyacı?
Türkiye’de Hristiyan olmak kolay değil.
Hani Yahudi , Alevi veya Ezidi olmak daha mı kolay? Hiç sanmam. Ama Hristiyanlık Türkiye’de ‘düşmanlık‘ ve ‘misyonerlik’ kelimeleriyle yıllarca beslenince, artık tehditin günlük yaşamında normal hale geldiği bir azınlık toplumu yaratıyor.
Malatya’da Kurtuluş Kilisesi’ne yapılan aleni tehditin haberini duymuşsunuzudur. Kilisenin temsilcisi Vedat Serin’e gelen T.A., kendisi ve kilisenin Ankara Temsilcisi İhsan Özbek’i öldürmeleri karşılığında ‘Size ne istersiniz veririz’ denildiğini anlatıyor.
Kim bu kişi?
Yine işin arkasında ülkü ocakları ve JİTEM var. Biz uydurmuyoruz, kilise temsilcisi Serin’e gelip kendisi ile ilgili uyarılarda bulunan T.A söylüyor bunları. Zirve katliamı sanığı E. Günaydın’ın babasına bile gitmişler. Yani alan çalışması yapmışlar.
T24’ten Gökçer Tahincioğlu haberi yapmasa bir dosya daha gizlilik kararı konulup rafa kalkacaktı. Detayları onun haberinden de tekrar okuyabilirsiniz:
Hoş, Tahincioğlu’nun haberinden sonra sosyal medyada konu yayılınca, dosyaya ‘gizlilik kararı’ konuldu. Ama ben size bugün dosyanın içeriği ile ilgili değil de devletin bu konuda aldığı enteresan ve göstermelik önlemleri yazacağım.
Gizlilik kararı, kime gizli?
Bir kere dosyaya gizlilik kararı verilince, sanık ve şikayetçinin avukatı da verilen ifadeleri göremiyor. Yani Malatya Kurtuluş Kilisesi’ne gidip Türkiye Cumhuriyeti’nin Hristiyan bir vatandaşı Vedat Serin’e üstü kapalı tehditlerde bulunan, ve öldürülebileceğini söyleyenlerin örgütsel bağlantıları ve sorulan sorulara verdikleri yanıtlar kamuoyundan saklandığı kadar taraflardan da saklanıyor.
İşte bu noktada taraflardan birinin ölümle tehdit edilen kişi olduğu düşünüldüğünde, aslında tehdite maruz kalana, kendini savunabileceği bir alan yaratmaktan çok, potansiyel katlin korunduğunu düşündürücü hareketler bunlar.
Neden mi?
Mesela, kişi belirli bir siyasi örgütle bağlantılı ise şikayetçi, veya Hristiyan mağdur kendisini o kesimlerden uzak tutmakla biraz olsa saldırı ihtimalini azaltabilir. Ama bilgi alamaz iseniz sadece emniyetin dediğine inanmak zorunda kalırsınız.
Ki ayni kolluk güçleri sizi bir vatandaş olarak dua ettiğiniz Tanrı’yı ayırt etmeden, kimliğinizdeki din hanenize bakmadan korumak zorunda. Ama belli ki T.A’dan pek belli haberdar olan devletin ‘derin’leri veya ‘gizli’leri olay bu noktaya gelene kadar bir girişimde bulunmamışlar.
Daha önceki deneyimlerimize dayanarak aslında suikastların geliyorum dedikten sonra işlendiğini, bu yüzden de devletin ve vatandaşı koruma görevindekilerin bu ülkede gereğini yapmadıkları çok açık.
Gelelim ikinci noktaya.
Koruma…
Malatya Kilisesi’ne gelen bu tehditin haberleşmesinin hemen ardından kiliseye fiziki koruma verilmiş. Malatya Valiliği’nin açıklamasına göre artık kapıda polis araçları var ve Vedat Serin’e kişisel koruma tayin edildiği söyleniyor.
Aynı tehditin bir diğer adresi Ankara Kurtuluş Kilisesi Pastörü İhsan Özbek. Özbek, benim ARTI TV’deki Gamurç (köprü) programında bu korumanın nasıl çalıştığını anlatırken aslında kimin kimden korunduğu ve nasıl bir fişlemenin de çalıştığını anlatıyordu. (Programın tamamı için)
İhsan Özbek Türkiye’de farklı şehirlerde 35 kilisesi bulunan yapının Ankara Temsilcisi. Aynı zamanda Malatya’da kiliseye gelenlerin “adresini biliyoruz” deyip öldürmekle görevlendirilmek istendikleri kişilerden biri. Yani adı suikast listesinde.
Özbek için bu ilk değil. Her yıl birçok yazılı ve sözlü tehdit aldıklarını, kilise binalarının saldırılara maruz kaldığını belirten Özbek, 2008 yılında kendisine yapılan bir saldırıdan bu yana koruma ile yaşamak zorunda.
“Türkiye’de Hristiyan olmak kolay değil!” diyor. Kendisini korumak için görevlendirdikleri deneyimli görevli ile neredeyse 15 yıldır birlikte yaşıyor. Tabi bu koruma kararları iki yönlü.
Amaç gözetlemek mi? Fişlemek mi?
Yoksa korumak mı?
Ayrıştırmanız biraz zor olabilir.
Anlatayım.
Kiliseye verilen korumalar veya kapıya dikilen araçlar, dışarıdan gelecek bir saldırı için caydırıcı görev görse de kiliseye dua etmeye gelecek olan cemaati korku içinde bırakmaya yeter de artar bile.
Zaten güvercin tedirginliği yaşayan Türkiye’deki birçok Hristiyan’dan, Malatya’da yapayalnız olduğu için daha çok korkan protestan cemaati için durum daha da vahim.
Kamerayla fişleniyorlar
Protestan cemaatinin üyelerinin çoğunun ismi Türk ismidir. Zaten Malatya gibi bir yerde Ermeni de olsan Türkçe ismin vardır. İstanbul’da bile vardı, var. Koruma ile görevli kişiler ‘görev gereği’ kiliseye giriş çıkışları ve hatta etkinlikleri, kamera ile kayıt altına alabiliyorlar, kiliseye gelen giden herkes deşifre oluyor. Ve bu kişilerin Hristiyan olduğu konusunda, onların kimliği hakkında hiçbir bilgisi olmayan komşuları dahil bilgilendiriyor.
Düşünün komşunuza bir polisin gidip “Komşunuz bir Hristiyan, biliyor musunuz?” denildiğini. Bu insanların komşularıyla ilişkilerinin eskisi gibi olmasını tabii ki bekleyemezsiniz. Birbirlerine anayasal çerçevede saygılı iki komşunun dini, bugüne kadar belki de önemli bir unsur olmamışken bu deklarasyonu yapan polis onları birbirine düşürmek için ilk tohumu atmış oluyor.
Müslüman komşunun bir sonraki cümlesinin “Onlar da Hristiyan ama olsun” olması kuvvetle muhtemel.
Bir kişinin dini tercihini kendisinin açıklaması ile polisin bunu karşısındakine anlatması arasında fark var. Polis bunu söyleyince karşısındakine otomatik olarak “tehdit bu” duygusunu iletir. Öte yandan da anayasal haklar açısından Hristiyan vatandaşın kişisel verilerin korunması konusundaki hakkı çiğnenmiş oluyor.
Peki ne oluyor sonra?
Ne komşu, komşu oluyor, ne de arkadaş, arkadaş kalıyor.
Uzun vadede bu şekilde deşifre olmuş Malatyalı bir ailenin şehirde kalması veya kendisine yaşam alanı bulabilmesi neredeyse imkansız.
Siyasi ortam da buna izin vermez.
Komşu, iş arkadaşlarına söyler, Hristiyan vatandaş işinden olur.
Kahvedekilere söyler, çaydan mahrum kalır, belki okeye dördüncü olamaz artık…
Şaka değil gerçek bunlar.
Bakın benden bir Malatya anısı.
Kayısının fiyatını ben arttırdım
2015’da İMC TV için seçim turlar yapıyoruz. Malatya’dayım. Haziran ve Kasım seçimleri öncesinde şehire gittim. Çok canlı bir yer olan kayısı pazarından canlı yayın yaptım. Kameraman arkadaşım Vedat.
AKP’li çok etrafta. Haziran’da çok ılımlı bir ortam vardı, mikrofonu tanıyan çok, insanlar birlikten vs konuşuyorlar. Kasım öncesi ise inanılmaz gergin, mikrofonu gören toplandı. Çoğunlukla yaşlı AKP’liler. Bu kez dinlemek ve insan gibi cümleler kurmak yerine bağırıp çağırıyorlar. Ekonomiden şikayet ederken, Demirtaş’ı kötülüyorlar. Dinliyoruz. Birden canlı yayında sakallı bir amca: “Sen Müslüman değil misin? Demirtaş’ın sözleri seni rencide etmiyor mu?” diye bana soruyor. Demirtaş’ın dindarlığını sorgulamaya çalışıyor çevresindekilere. Ama ters tepiyor: “Amca ben Müslüman değilim? Ama ben buraya senin görüşünü öğrenmek için geldim, benimkini anlatmak için değil” der demez arkadan başka bir ses: “Zaten siz arttırıyorsunuz fiyatları, sizin yüzünüzden kayısı üreticisi darda” diye bağırdı ve kameraman arkadaşım Vedat’ı aldıkları gibi attılar kayısı pazarından dışarıya. Ben elimde sesi açık mikrofon, etrafım çevrelenmiş bir şekilde buldum kendimi. Arkadaşlar yayından çıktı mı yoksa bu durum yayına yansıdı mı hatırlamıyorum, sormadım da. Ama korktum tabi.
Aradan bir el omuzuma geldi: “Sen çok konuşma artık gel çıkarayım seni, ben Aleviyim ses etme”.
İşte ortam bu.
2015’ten bugüne pek de değişen bir şey yok gibi. Ama burada anlatmaya çalıştığım iktidarın ve insanları birbirlerine kışkırtmak isteyenlerin birkaç ay içerisinde bizleri dostluktan, düşmanlığa nasıl evirdiğidir.
Yani aslında kimsenin Malatya’da komşusunun Hristiyan olmasından bir rahatsızlık duymaması mümkündür. Ama siz baskın güç olarak “bak bu Hristiyan” (farklı) derseniz artık yaşam alanı bırakmazsınız o topluluğa.
Yavaş yavaş erir içindeki korku büyüdükçe.
Pastör İhsan Özbek’e sordum “Korkmuyor musunuz?”
“Bir toplumda kimseden kahraman olmasını bekleyemezsiniz. Zaten kimsenin kahraman olmasının gerekmediği bir toplum yaratmaktır amaç. Ama gerektiğinde biz buradayız.”
Zirve Katliamı’nın memleketi Malatya’da şimdi bu dosya ile ilgili ne oluyor henüz bilmiyoruz. JİTEM’in kışkırtması ile işleri iyi gitmesi sağlanan mahalledeki ülkücü gençlerin kışkırtıldığı iddiası açıklanmaya muhtaç halde bekliyor.
Ülkü ocakları, MHP, JİTEM ve diğerleri bu tehditlerle ne kadar ilişkili?
MİT bu tehditleri ne zamandan beri takip ediyor?
Takip ediyor mu?
Takip edecek mi?
Soru çok.
Vedat Serin ihbarında can güvenliğinden kaygı duyduğunu söylemişti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***