“İnsanlar genellikle birbirlerinden nefret ederler çünkü birbirlerinden korkarlar; birbirlerinden korkarlar çünkü birbirlerini tanımazlar; birbirlerini tanımazlar çünkü iletişim kurmazlar; iletişim kurmazlar çünkü sınıflara ayrılmışlardır.”
Martin Luther King
Bu haftaki yazımı kutuplaştırarak ayrımcılıkların ciddi bir boyuta ulaştığı bir dönemde buna karşı tek reçete olan diyalog kurmak ve koşulları üzerine yazacağım.
Diyalog kelimesi eski Yunanca’dan bizlere miras kalmış. Bu kalan mirası ne yazık ki bu coğrafyada çok verimli olarak kullanamamışız. Neticesinde hep ötekiler ve güçlüler olarak ayrışmaya ya da ayrıştırılmaya devam ediyoruz. Kutuplaşmışız ve toplumlar, halklar arasında farklar oluşmuş.
Geçen hafta yöneticisi olduğum Beraberce Derneği’nin atölyesine katıldım. Dernekte Almanya-Türkiye Göçün Belleği üzerine arkadaşlarımız bir organizasyon yaptı.
Katılımcılar arasında dernek çalışanları dışında dindarlar, Türkiye’de eğitim alan Azerbaycanlıların yanı sıra Kürtler, Türkler ve Araplar, Almanya’da doğanlar, gazeteci ve akademisyen gibi birçok meslekten arkadaşlar vardı. Özetle söylemek gerekirse; her kesimden katılımcı vardı. Gerçekten ciddi bir karma oluşmuştu.
Atölye başında Direktör Ayşe Öktem dernek tanıtımından sonra projeyi ve diyaloğun önemini vurgulayan kısa sunumunu yaptı. Daha sonra ‘Buz Kırıcı’ adı verilen bir çalışmayı bizlere gösterdi.
Çalışmadaki soruların bazılarını çok önemli bulduğum için sizlere de ben sormuş olayım.
Şu an İstanbul’da yaşıyoruz. (Siz yaşadığınız şehre göre formatlayın.)
– Önce kendisi bu şehirde doğan?
– Annesi bu şehirde doğan?
– Anneannesi bu şehirde doğanlar bir adım öne çıksın.
– Anneannesi ve dedesi bu şehirde doğanlar?
Soruların sonunda aslında hepimizin iç veya dış göç yaşamış olduğunu fark ettik. Farklı göç hikayeleriyle kurmayı başardığımız ya da kuramadığımız diyaloglarımız ne fazla değil mi?
Bir diğer yandan da aslında ülkede neredeyse herkesin bir göç hikayesi var. Bizler belki fark etmesek de bu göç hikayelerimiz sayesinde merkezlere bir kültürü de taşıdığımızı görüyoruz.
Bunun gibi benzer çalışmalar aslında günümüz Türkiye’sinde naif kalan ama bir yandan da esas çözümün odağı ve anahtarı olacak konulara ışık tutan verileri bizlere gösteriyor.
Bu atölyede savaşın pençesindeki bir Azerbaycanlı öğrenciyle Türkiyeli bir Ermeninin sohbeti, bir Hristiyan ile mütedeyyin bir kadın arkadaşın ya da Kürt’ün Arap veya Türk ile ezberler dışında diyalog kurması bence gelecekte barışı murad edenler açısından büyük önem arz ediyor çünkü sonuç metinleri büyük bir veri sağlıyor.
Aslında hiçbirimiz öcü ya da melek değiliz. Dünyada bizim ya da kimliğimiz etrafında dönmüyor. Göçmen halklarını savunmak hümanist bir tavır değil, bir gereklilik. Bizler de aslında yaşadığımız yerlere göçlerle geldik.
Bir nevi doğru temelde kurulacak diyalog ve yol haritasıyla geleceği aydınlatmamız mümkün.
Youtube’da gezinirken Sayın Vekilim Ömer Gergerlioğlu’nun milliyetçi duruşuyla bilinen Oğuzhan Uğur’un ‘Mevzular Açık Mikrofon’ programına konuk olacağını gördüm. Program yayınlanmadan evvel çoğu ırkçı ve nefret söylemleriyle dolu soruların olduğu bir özet tanıtımla servis edilmişti. Bu nedenle tam bu haftaki yazımın konusuyla da örtüştüğümü düşünerek makalemi bir sonraki güne erteleme kararı aldım.
En başta söylemek isterim ki programı izleyince böyle bir programa katılmanın amacına hizmet etme noktası açısından doğru olmadığını düşündüm. Bu düşünceme rağmen Sayın Gergerlioğlu’nun programda soru soranların nefret söylemlerine karşı sakinliğini korumasını da ciddi olarak takdir etmek gerektiğini düşünüyorum.
Programa katılanlar arasında ülkenin 3. büyük partisinden bir kişinin dahi olmaması ayrı bir garabet. Özellikle empati kurmak istemeyen, zaten soruyu sorarken sloganlarla bu sorunun cevabını biliyorum tavrıyla oraya gelmiş, ezber milliyetçilik yapmakta maharetli insanların seçilmesi tüm niyet edilen olumlu durumlara zarar verilmesi işten bile değildi.
Medyada en merak edilen kişilerin aslında HDP’de siyaset yapan arkadaşların olduğunu çalışmış olduğum dönemde şahit olmuştum zaten. Gerçekten çözüme yönelik ve zihinlerdeki soru işaretlerinin giderilmesine ne yazık ki sorularını keskin bir tarzla soran bu kitleyle ulaşmak pek mümkün olamazdı. Belki de istenen bu değildi, bilinmez. Programı sonuna kadar izlemeye tahammül edebilen herkesi gerçekten tebrik etmek isterim.
Onlarca yıldır sorulan sorular yine tekrarlandı. Ben gerçekten bir Kürt genci olsam ana dilime bu kadar ön yargıyla bakan bir toplumun benim oy verdiğim vekilime söylediklerinden sonra en hafif tabirle söylüyorum, alınırdım. Barış beklentisiyle ortaya çıkan ve bu niyet için her türlü bedeli ödeyen demokrat HDP’li siyasetçilere “Siz bu işin şu tarafındasınız” diyerek saldırmak, çözümün hamallarını yok saymak aslında kutuplaşmadan beslenmekle açıklanabilir sadece. Ülkenin acılarını çözmek için mücadele verenleri takdir etmek yerine onları dövmeye çalışmak ne yazık ki durumları kavrayamamanın işareti.
Tabii senaryonun sonunun “Aslında Türk-Kürt kardeştir. Kötüler zaten Ermenilerdir.” ana fikrine bağlanması da zaten alışık olduğumuz bir sondu. Bu arada esası Ermenice olan ‘Çırpınırdı Karadeniz’ parçasının çalınması da ayrıca ironik bir dip not olsun.
Saatlerce süren bu yayında bana göre tek kazanan programın yayıncısı ve kendince tarafsız yöneten (ki asla tarafsız değildi) programın sahibi Oğuzhan Bey oldu. Tabii ırkçı söylemlerle şovunu yapanlar da birilerine göz kırptı.
Böyle tarihsel derinliğe sahip konuların çözümünün bu tarz yayın ve programlarla daha fazla zarar göreceğini düşünüyorum. Diyalog için öncelikle tüm ön yargılardan arınmak gerekir. Diyaloğun isteyenle kurulması esas olmalı. Aksi taktirde programda gözlemlediğimiz gibi bir topluluğa konuşmak hiçbir yarar sağlamaz.
Fakat şu da bilinmelidir ki Hrant Ağpariğin dediği gibi toplumlar için tek reçete de diylalog kurmaktır. Bunun eşitlikçi koşulları oluştuğunda çözüm çok uzun sürmez. Her zaman kazanan halklar ve toplum olacaktır.
Yazımın sonunda belki de kendime de öz eleştiri yapmam gerek. Konuya dair çok ses vermedim ve gündeme taşımak adına çok şey yapmadım. Yaşanan bir durumu üzüntü ve kırgınlıkla yazmak istiyorum. Yalan bir bahane yaratılarak Üsküdar’da öldüresiye dövülen ve ailesiyle bir zamanlar tanışmış olduğum zihinsel engelli Ermeni genç Aren Demirhan’ın yaşadıklarını hatırlatmak istiyorum. Aren kardeşimiz 45 kilo civarında bir genç. Linç şeklinde yapılan saldırı sonrası fail veya failler bulunamadı veya bulunmak istenmiyor. Bu adli vakada bu kadar alenen yaşanan bir saldırı sonrası fail veya faillerin bulunmayışı biz Az bırakılanlar için ne ifade ettiği çok net.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***