Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasından sonra Libya’da karşı karşıya gelen Türkiye ve Fransa arasındaki gerilimin ilk raundu Ankara’nın lehine sonuçlandı. 10 Haziran’da Akdeniz’de Libya’ya silah taşıdığından şüphelenilen Tanzanya bandıralı gemiyi aramak isteyen Fransız gemisi Courbet’in iki Türk fırkateyni tarafından taciz edildiği şikâyetiyle NATO’ya giden Fransa sonuç alamadı. İttifakın 130 sayfalık raporunda Fransızların suçlamaları karşılık bulmadı. NATO’ya kızan Fransa, Akdeniz’deki Sea Guardian misyonundan çekildi. Dönmek için de Libya’ya silah ambargosuna ilişkin taahhütlerin teyit edilmesi gibi Türkiye’yi sıkıştıracak koşullar ileri sürdü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tadını çıkardığı bu sonuç, Fransızların çaptan düştüğü çıkarımına yol açtı. Hatta Anadolu Ajansı, Fransa’nın kullandığı siyaset, strateji ve araçların ahenksiz olduğunu; sahada karşılık bulamadığı gibi Avrupa’dan destek göremediğini; Fransız ordusu İkinci Dünya Savaşı’ndaki bozgunun etkisinden kurtulamazken Türk ordusunun kabiliyetiyle öne geçtiğini; Paris’in hazımsızlık içinde Türkiye ile Mısır arasında savaş istediğini, ayrıca Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştığını öne sürdü.
Aslında Türkiye’nin “BM’nin tanıdığı hükümeti destekliyorum” savına karşılık Fransa’nın da “BM’nin yasama organı olarak tanıdığı Temsilciler Meclisi ile çalışıyorum” deme imkânı var. Fakat meşruiyet tartışmasına girmeyen Fransızlar daha çok Türkiye’nin İslamcı milisleri kullandığını hatırlatıp “terörle mücadele” kozunu kullanıyor. Farklı öncelikler nedeniyle müttefikler nezdinde etkisiz kalan bir kart. Batılı ortakların çoğu Türkiye’nin Suriyeli cihatçıları Libya’ya taşımasını bile sorun etmiyor.
Fransa’nın asıl talihsizliği, Rusya ile aynı tarafa düşmesinde yatıyor. Başlangıçta General Halife Hefter’e göz kırpıp Mısır lideri Abdülfettah El Sisi’nin Müslüman Kardeşler hassasiyetine hak veren Amerikan yönetiminin, sonradan Rusların Libya’da üslenmesini temel mesele haline getirmesi Fransa’yı NATO’da yalnızlaştırdı.
Esasen Fransa Hefter’in başarısına oynarken Ruslar denkleme sonradan girdi. Görünüşte hepsi İslamcı güçleri yenilgiye uğratan “laik” bir alternatife yatırım yapıyordu. Fakat Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasını Libya ile ilintili hâle getirip doğrudan müdahale edeceğini, Washington’ın da Ankara’dan yana tavır alacağını beklemiyordu.
Ruslardan S-400 alan, NATO’nun Doğu Avrupa Güvenlik Planı’nı Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) terör örgütü listesine sokulması şartıyla bloke eden Türkiye. Ancak Türkler yüzünden “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a karşı NATO müdafii kesilen de Erdoğan. Bu da Macron’a dert olacak bir açmaz.
İkinci husus; Fransa’nın sömürgeci sicili, Erdoğan’ın sonuna kadar kullandığı bir karta dönüşüyor. Erdoğan Cezayir, Tunus, Fas, Senegal, Gabon ve Nijer’e yaptığı ziyaretlerde sömürgeciliğin bıraktığı yaraları kaşımaktan çekinmedi.
Erdoğan ayrıca ustalıkla Libya’da “yıkıcı aktör” olarak Fransa’yı resmediyor. NATO müdahalesinde İzmir ana karargâha dönüştüğü halde ilk bombayı atanın Fransa olması asıl sorumluluğun kendi üzerinde kalmasına neden oldu.
Yine Erdoğan, Suriyeli Kürtlere desteğinden dolayı da Fransa’yı “terör destekçisi” olarak afişe ediyor ve ortakların Paris’le dayanışmasını baltalıyor. Amerikalılar YPG’yle ortaklığı Fransızlardan kat kat ileri götürdükleri hâlde Ankara’nın Washington’a tepkisi geri vitesi olan bir eleştiriye bürünüyor.
Yine de Türk tarafı, Fransızların kapasitesini küçümseyerek hatalı bir değerlendirme yapıyor. NATO hezimetinden sonra Fransa, Türkiye’yi Avrupa Birliği (AB) platformunda yoracak kartlarını açıyor. Bu minvalde AB’yi Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin rolünü ve yaptırımları masaya yatırmak üzere 13 Temmuz’da toplantıya çağırdı.
Elbette AB’deki çatlaklar etkili bir baskı mekanizması kurulmasını önlüyor. COVID-19 salgınının getirdiği ekonomik sıkıntılar da iddialı bir dış politika üretilmesini zorlaştırıyor. Ayrıca Fransa’nın Libya’da Rusya ile aynı tarafa düşmesi AB’nin önemli bir bölümünde yadırganıyor.
Fransa’nın kendi içindeki durum da iç açıcı sayılmaz. Önce çalışma yasasına karşı sendika direnişi, sonra petrol fiyatlarının tetiklemesiyle Sarı Yelekliler isyanı, ardından COVID-19’un getirdiği yükler ve son olarak yerel seçimlerdeki hezimet Macron’un elini zayıflattı. Ve nihayetinde Macron manevra alanı açabilmek için hükümeti değiştirdi. Bunlar Fransa’nın dış politika kulvarındaki profilini de zayıflatan faktörler.
AB dönem başkanlığını üstlenen Almanya Başbakanı Angela Merkel’in önceliği Çin ve ABD ile ticaret dosyalarında ilerleme kaydetmek, COVID-19’un getirdiği yıkımın üstesinden gelmek, İtalya ve İspanya gibi birliğe inancını yitiren üyelerin gönlünü almak, İngilizlerin Brexit sürecini yıkıntısız atlatmak vs. İkinci bir Berlin konferansını belki gündemine alabilir ama Merkel, Türk-Fransız hesaplaşmasıyla asıl odağını kaybetmek istemiyor.
Avrupa’daki tablonun Fransa’yı zorlayan tarafları, Türkiye’nin işinin kolay olacağı sonucunu da vermiyor. Erdoğan’ın Libya macerası Afrika’ya dönüş hayallerinin en sarsıcı halkası. Haliyle Afrika pazarını Çin, Hindistan ve ABD gibi ülkelere kaptırsa da Fransızların, Türklerin dönüşüne karşı alerjisi ötekilerden çok farklı. Erdoğan’ın Afrika açılımı “sömürge karşıtlığı” retoriğiyle geliyor. Fransızlar açıkça bunu bir hesaplaşma arzusu olarak görüyor. O yüzden de eli kolu bağlı durmayacakları öngörülebilir.
Cibuti, Fildişi Sahili, Gabon ve Senegal’de kalıcı askeri üssü bulunan, 2014’ten bu yana da Mali, Moritanya, Nijer, Burkina Faso ve Çad’da teröre karşı operasyonlar yürüten Fransa, Afrika’da Türkiye’nin önünü kesebilecek olanaklara sahip. Libya’nın iki önemli komşusu Tunus ve Cezayir de yakın planda. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, Paris ziyaretinde “Trablus’taki mercilerin meşruiyeti geçici; yeni bir meşru hükümet gelmeli” sözleriyle Fransa’yı memnun etti.
Fransa’nın sadece sahada değil AB içinde Türkiye’nin önünü tıkayan süreçlerde orkestra şefliği yapması muhtemel. Fransa, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Avusturya bir blok olarak Türkiye’nin önünü kesmekte maharetli. Döviz darboğazında olan Türkiye Avrupalı turistlere bel bağlarken seyahat kısıtlamasının kaldırıldığı ülkeler listesine alınmadı. Bu başlı başına büyük bir darbe. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Berlin’deki “turizm diplomasisi” de işe yaramadı.
Koronavirüsle mücadelede çoğu Avrupa ülkesinden iyi olduğunu düşünen Ankara bunu siyasi bir tavır olarak görüyor. Merkel mülteci anlaşmasını hâlâ önemsese de Avrupa’daki hava Türkiye aleyhinde esiyor. Volkswagen’in ciddi teşvik ve vergi muafiyetlerine rağmen Türkiye’deki yatırım planını iptal etmesi sıradan bir olay değil. Bu karar, AB’yi sert bir bölünmeye sürüklenmekten alıkoymaya çalışan Merkel’in de Türkiye için yapabileceklerinin sınırlı olduğunu gösteriyor. AK Parti’nin internet üzerinden düzenlediği toplantıya katılan Alman siyasetçiler, hukuk ve demokrasi alanındaki kötü gidişattan dolayı Türkiye ile yeni bir sayfa açılamayacağı mesajını verdi. AB’deki Doğu Akdeniz Bloku’nun blokajına sıra gelmeden umutla bakılan Almanya cephesinde durum bu.
Libya’daki restleşmeye dönersek, taraflar tartışmayı BM’nin silah ambargosunu kimin deldiği noktasında kilitliyor. Fransız kaynaklar, Türkiye’nin Trablus merkezli güçlere açık askeri, teknik ve milis desteğine karşın Fransa’nın Hefter’e 2017’den önce birkaç füze bataryası ve ajandan başka bir şey göndermediğini savunuyor. Araştırmacı Jalel Harchaoui’nin ifadesiyle, Mısır’ın siyasal İslam’a karşı hoşgörüsüzlüğünü paylaşan; BAE’yi ise zengin, disiplinli, ultra militarize ve silah müşterisi ideal bir ortak olarak gören Fransızlar, belki Ruslar kadar işin içine girmedi ama Hefter’e “diplomatik cila” hizmeti sundu.
Ne var ki bir noktadan sonra Libya’nın Türkler ve Ruslar arasında bir paylaşım sahasına dönüşme senaryosu öne çıktı. Bu, Fransızlar için de istenmeyen bir sonuç. Hatta Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian buna “Libya’nın Suriyeleşmesine tanık oluyoruz” diyerek dikkat çekti.
Bu sonuç Fransızları üçüncü bir yola itiyor. Fakat aynı anda hem Rusları hem Türkleri oyundan düşürmeleri mümkün değil. O yüzden Le Drian “utangaç” hâlde Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz El Serrac ile temasa geçerken AB ve ABD’yi farklı bir tutuma ikna etmeye çalışıyor.
Akdeniz’de 1800 kilometre sahili olup Mısır, Sudan, Nijer, Çad, Cezayir ve Tunus’la 4 bin kilometrelik bir sınırı paylaşan, çok sayıda uluslararası şirketle petrol ve doğalgaz ortaklığı yürüten Libya, bir tarafın diğerini yok sayarak barışı getirebileceği bir yer değil. Türkiye’nin Trablus’u güvenceye alan müdahalesi, Mısır’ın Rus ve Fransızlarla paslaşarak Sirte’yi kırmızı çizgiye dönüştürmesi, AB ve NATO’daki bölünmeler herkese tek bir çıkış gösteriyor: Libya’yı Libyalılara bırakacak bir müzakere masası.
Yazar: Fehim Tastekin
Kaynak: Al – Monitor