Geçen yazımda (no. 13) milliyetçilik kelimesine farklı anlamlar verildiğini anlatmıştım; ama bu, farklı “şeyler” için aynı kelime kullanılmıştır da demektir. Ama nedir farklı olan?
Bu tür konular dilbilimin alanına girer. Dil anlaşmamız için, ama düşünmemiz için de kullandığımız bir araçtır. Her durum ve “şeyler” için uygun kelimelerin var olduğuna da inanırız. Oysa durum böylesine basit değil.
Kimi zaman var olmayan şeyler için kelimeler vardır. Örneğin (evin bodrumundaki) “hortlak”, (ormanda gezinen) “canavar”, (hayatımı dağıtan) “büyü” söz konusu olur ama bunlar aslında yokturlar; bunlar bizim hayalî kurgularımızdır. Ama kelimesi var olduğu için bu “şeylerin” varlığını farkında olmadan kabul etmiş de olabiliriz.
Bir de gerçekten var olan ama karşılığı olan bir kelime bulunmadığı için varlığını pek fark etmediğimiz durumlar ve “şeyler” vardır. Bu dilimizin eksikliğini ve yetersizliğini gösterir. Örneğin “sevmek” kelimesine bakalım. İnsan annesini sever, aşık olunca sevgilisini sever, kedisini sever, pastırmalı yumurtayı sever, vatanını sever, şarkı söylemeyi sever, seyahat etmesini sever, Atatürk’ü sever, uyumayı sever, Allah’ını sever.
Ama bu “sevmeler” o kadar farklı duygular ve eylemler ki! Örneğin pastırmalı yumurtayı yeriz, ama kediyi okşarız! Sevgili ile evleniriz, vatan için ölürüz. Kimi zaman “aşk” kelimesi yardımcı olur; kimi zaman da “hoşlanmak”, “beğenmek” veya “bayılmak” (pastırmalı yumurtaya bayılırım) kelimeleri… Ama aslında tek bir “sevmek” kelimesi farklı olanı “aynı” görmemize neden olur. .
Belki zamanla – birkaç yüzyıl sonra – bu farklı “sevmeleri” farklı kelimelerle ifade edeceğiz.
Demek istediğim, bazı kelimelerin eksikliğinin bilincinde olmadığımızdan olmadık anlaşmazlıkların doğduğudur. “Milliyetçilik” de bunlardan biridir. Zaten bu alanda kelime arayışları içindeyiz. Vatanı, yurt, memleket, ülke, millet ve milliyetçilik, ırkçılık, ulus ve ulusçulu ulusalcılık, yurttaş, vatandaş, soydaş, ve daha niceleri bu alandaki karışıklıkları hem besler hem de belirsizliklerin boyutunu gösterir. Kimi zaman da sıfatlar ekler yeni kavramlar üretiriz; örneğin “iyi anlamda milliyetçilik” veya vatanperverlik (İngilizce patriotism) veya Atatürk milliyetçiliği gibi
Milliyetçilik’le sınırlı kalacağım. İngilizcesi “nationalism”. En azından iki farklı anlamda kullanılır; yani iki farklı “durum” ve “şey” için. Birincisi, yeni bir dünya görüşüdür; bir ideolojidir, bir kimliktir. Yeni bir tarihî oluşum olduğunu 11 no.lu yazımda ayrıntılı anlatmaya çalıştım. Milli devletler döneminde yaşadığımızı (2 no.lu yazı); bu milliyetçiliğin ne tür önyargılar yarattığını (4 no.lu); milli devletin ne tür bir eğitim sağladığını (5 ve 6 no.lu); milli kimliğin sınırlamalarını (7 no.lu); ne tür bir algı dünyası yarattığını anlatmaya çalıştım (8 ve 9 no.lu).
Bu çağdaş dünya görüşünün ne tür bir ideoloji olduğunu anlattıktan ve ilgili örnekler verdikten, yani tarifi yapıldıktan sonra ayrıca milliyetçiliğin bir “tanımına” gerek var mı? Bu tür bir işlevi olan toplumsal dinamiklere “milliyetçilik” (nationalism) diyen bir akademik dünya var. Bu nitelemeyi beğenmeyenler belki başka bir kelimeyi tercih edeceklerdir. Aslında isim kavgası yapmanın bir anlamı yok; bütün mesele özelliklerini sıraladığım toplumsal olayların var olmasıdır. Adı ikincildir, aslında hiç önemli değildir.
Ama “milliyetçilik” kelimesi farklı bir anlamda da kullanılıyor ve bu konuda açıklık sağlamak gerek. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra bu savaşlara neden olan siyasi tutuma kimileri “milliyetçilik”, başkaları “şoven milliyetçilik” dedi. (Faşizm, Nazizm, ırkçılık gibi sıfatlar da kullanıldı) “Bu milliyetçiliğin” özellikleri ise saldırgan ve milli sınırları genişletmeye eğilimli olması, güç kullanması, güce önem ve değer vermesi, düşman algıladıklarına karşı acımasız olması, kendi milli çıkarı dışında farklı bir değer tanımaması, her yanda düşman ve milli tehlike görmesi olarak tarif edildi.
Bu iki farklı “milliyetçilikler” birbirinden bütünüyle kopuk değil. İlki yeni bir dünya görüşü (ideoloji) ve bir toplumsal kimliktir. İkincisi bir siyasi programdır. Ama bu (yayılmacı saldırgan) program milliyetçi dünya görüşünün (ideolojisinin) bazı temel anlayışlarıyla örtüşüyor. Örneğin, “biz üstünüz” anlayışı doğal olarak “üstün isek layık olduğumuz pay da daha yüksek olmalı” anlayışını ve milli bencilliği besler; dünyamızın dinamiği “milletlerin yarışması ve mücadelesidir” anlayışı ise savaşları meşru göstermekte etkin olabilir. Bu iki milliyetçiliğe ayrı isim vermek gerekir.
1998 yılında “Yunan Basınında Türkiye” diye bir bildiri sunmuştum (Βilanço 1923-1998 başlıklı kitapta yayınlandı: Tarih Vakfı, 1999.) Bu çalışmada şunu görmüştüm: Yunan basınında Türkiye konusunda hem bir görüş birliği (konsensüs) vardı, hem de çeşitli siyasi gruplara ayrılan insanlar arasında önemli farklılıklar. Özet olarak söylersem, görünen şuydu:
Temel bazı konularda millet içinde bir “uyum” vardır. Bu uzlaşma alanı ile genel bir çerçeve sağlanmaktadır. Böyle bir uyum var olduğu için ayrı milletlerden söz edebiliyoruz. Bu konsensüs bir “iç” bir de “dış” dünya kavramı oluşturarak milli kimliğin sürekliliğini sağlayandır. Bu milli uyuma (asgari müştereke) “uyumsal milliyetçilik alanı” dedim (sphere of consensual nationalism). Bu alan milli kimliği belirlemede temel bir rol oynar ve bu alanda milletin büyük bölümü ortak inançlar ve değerlendirmeler paylaşır. Bu görüşlerin saldırgan ya da barışçı olması, şoven veya insancıl olması, geleneksel ya da çağdaş olması ikincildir. Her durumda bu “uyumsal millilik” milletle birlikte vardır. Tabii uyumla kastedilen başka milletlerle veya genel bir uyum değildir; milleti oluşturan üyeler arasındaki uyumdur.
Ama bir milletin içinde siyasal ve ideolojik, konjonktüre göre daha sık değişen ve milletçe ortak paylaşılmayan görüşler de vardır. Bir milletin içinde sağcılar/solcular, muhafazakârlar, liberaller gibi farklı siyasi görüşleri ifade eden gruplar vardır. Bu grupların siyasi “programları” farklıdır. Bu alandaki milli görüşlere de “konjonktürel milliyetçilik” (contingent nationalism) dedim. Bu milliyetçilik bir bakıma siyasi bir programdır ve saldırgan olabildiği gibi barışçı da olabilir.
“Uyumsal milliyetçilik / konjonktürel milliyetçilik” ayırımı gelişmeleri açıklamada yardımcı ve aydınlatıcı olduklarına inanıyorum. Siyasal alanda “milliyetçiliği” (aslında konjonktürel milliyetçiliği) reddedenler başka bir alanda, uyumsal millilik alanında, milliğin temel ilkelerini hâlâ sürdürdüklerinin bilincinde olmayabilirler. Uyumsal milliyetçiliğin aslında “milliyetçilik” olarak bilinç düzeyine çıkması zordur çünkü bütün toplumca (milletçe) paylaşılan değerlerden oluşmaktadır ve bu değerlerin “belli bir millete özgü” bir anlayış olarak değil, “aklıselim” (sağduyu/common sense) olarak algılanırlar.
Bu yüzden karşı tarafta (öteki millette) kendisi ile aynı konumda olanın – yani saldırgan konjonktürel milliyetçiliği reddeden ama uyumsal milliyetçiliği sürdüreni – “milliyetçi” olarak görünmesi ve böyle algılanması sık görünen bir olaydır. Milliyetçiliği “reddedenin” ise hangi milliyetçiliği reddettiğini bilmemesi ve uyumsal milliyetçiliği sürdürdüğünün farkında olmaması sık yaşanan bir durumdur.
Türk ve Yunanlı tarihçilerin yer aldığı bir toplantıda, siyasi görüşleri ve ideolojilerinden bağımsız, milli kimlik taşıyan tarihçilerin olayları belli bir milli açıdan ele aldığını, örnekler vererek savundum. Aynı olayların bir Türk, bir de Yunan yorumu olarak var olduğunu gösterdim. Yani tarih biliminin “bilimselliğini” ve “tarafsızlığını” sorguladım. Milli kimliğin böyle bir etkisi olduğunu söyledim. (Bana kızan tarihçiler oldu!)
Eskiden bir iddiada bulunmuştum, hala geçerlidir! Bana Türk-Yunan ilişkilerini ilgilendiren ve Türk veya Yunanlı tarafından İngilizce yazılmış bir paragraf verin, yazarın Türk mü Yunanlı mı olduğunu söyleyebilirim demiştim. Üç alanda kendilerini ele verirler. A) Seçtikleri konu (tarafların ilgi alanları farklıdır); B) kullandıkları kelimeler ve terimler; ve C) değerlendirmeleri bu tarihçilerin kimliklerini gösterir.
Yani milli kimliğin ve (uyumsal ve konjonktürel) milliyetçiliğin böyle bir işlevi var: bilinç dışı etkileri var.
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***