Tayyip diktasının NATO şantajını da kullanarak AB üyesi ülkelerdeki siyasal sürgünlere karşı yeni bir sürek avı başlattığı günlerde dostumuz Murat Çakır Yeni Yaşam gazetesine yazdığı bir yazıyla Alman Devleti’nin Ankara rejimini tatmin etmek için özellikle sol eğilimli ve Kürt sürgünlere karşı uygulamakta olduğu 129b terörünü tüm çıplaklığıyla ortaya koydu.
“Boyun eğdiremediklerinize dair…” başlıklı yazı Almanya’da sürgünde yaşamak zorunda bırakılan ölüm orucu gazisi Ganime Gülmez’in 19 yıl boyunca Alman devleti tarafından nasıl kriminalize edildiğini anlatarak başlıyordu.
2000 yılı Ölüm Orucu Direnişi’nde Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanmış olduğu halde tedavi hakkından mahrum bırakılan, buna rağmen mücadelesini farklı alanlarda ısrarla sürdüren Ganime Gülmez’le Avrupa Sürgünler Meclisi’nin yürütme kuruluna seçildiği 2015 yılından beri sürekli bilgi ve yorum iletişimi içinde olduk, yazdıklarından çok şey öğrendik.
Bülent Ecevit’in başbakan, Devlet Bahçeli’nin de başbakan yardımcısı olduğu dönemdeki 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş” Operasyonu’nun korkunçluğunu siyasal sürgün olduğu Almanya’dan 16 Aralık 2015’te iletmiş olduğu bir yazısını okuyarak bir kez daha belleğimize nakşetmiştik… Şöyle diyordu:
“12 ayrı jandarma taburu, 42 ayrı bölük ve 10 bine yakın askeri personel, Skorsky helikopterlerle, kimyasal içeriği ancak yaralılar üzerinden tespit edilebilen, ancak belgelememize bile izin verilmeyen bombalarla, kurşunlarla, matkaplarla… yaklaşık 2000 politik tutsağı zindanlardan başka zindanlara taşıyor!!! Kurşunlayarak, diri diri yakarak, bombalayarak… 28’si bu saldırılarda olmak üzere, 127 direnişçi de açlığı siper ederek aramızdan ayrılıyorlar. Ve bu saldırının silinmeyen izleri, yaşayan yüzlerce bedende, anaların kuruyan gözyaşı pınarlarında hâlâ…
“Aralık sallanıyor hep! Bizi gerçekten salladılar Aralık’ta. 19 Aralık sabahında, camlarımızdan giren kurşunlarla uyandık. Arkasından, 4 gün boyunca tavanların delinip, gaz bombalarının üzerimize salınışına karşı direndik. O gazlar ki, yıkık betonların altından çıkışımızın ardından 10 saat geçmesine rağmen, askerlerin yanımızda maskesiz nefes dahi alamadığı gazlar… Ardından, Ölüm Orucu Direnişi’yle ses vermeye çalıştık tüm dünyaya. ‘Kazanmak, kaybetmek’ kavramları yoktu artık. Kazanılacak olan da, kaybedilecek olan da tüm çıplaklığıyla onurumuzdu! Sadece onurumuzdu!
“Açlığa kaç gün dayanırız, henüz bilmiyorduk. Ne olur, neyle karşılaşırız, yol nereye kadar uzanacak, henüz hiçbirşey bilmiyorduk. Ve günler değil, aylar geçtikçe insanın, insan olanın bakmaya bile dayanamayacağı bir deri-bir kemik bedenlerin tek tek uğurlanışına tanık olduk. Kendimizi dahi artık göremiyorduk. Bedenimizle değil, tam da abartısız böyle, çırçıplak bilincimizle başbaşa kalmıştık. Bu direnişin sonu gelmeyeceği anlaşılınca; bir daha ayağa kalkması umut dahi edilmeyen bedenlerimizle, biz de dışarıya ‘uğurlandık’.”
Siyasal sürgünlerin sorunlarını dile getirmede ve haklarını savunmada her zaman ön planda bulunan Ganime Gülmez‘den sürgündeki kendi kişisel durumuna ait ilk mesajı iki yıl önce, benim Sürgün Yazıları‘nın 3. cildinin yayını üzerine almıştım.
5 Eylül 2020’de gönderdiği bir email’de “17 yıldır Almanya’da olmama, Yabancılar Meclisi vb. kurumlarda yer alabilmeme rağmen, buradaki statüm, sizlerin ilk ‘vatansızlık’ döneminiz gibi… Politik atmosfer, bu durumun değişmeyeceğini gösteriyor…” diyordu.
Evet, İnci’yle ben de bundan nerdeyse yarım yüzyıl yıl önce, Almanya’da Türkiyeli siyasal sürgünlere uygulanan baskının doğrudan hedefi olarak sınır dışı edilmiştik. 1977’yi 1978’e bağlayan yılbaşı gecesini Almanya’daki dostlarımızla birlikte geçirmek üzere trenle Duisburg’a giderken Alman sınırında Alman polisi tarafından derdest edilip Aachen ‘de tüm gün göz altında tutulduktan sonra Belçika’ya doğru sınırdışı edilmiştik… Çünkü bizim adımız da, Federal Almanya İçişleri Bakanı Werner Malhofer’in bu ülkeye girmelerini yasakladığı 206 yabancı örgüt ve 287 yabancı yayın mensupları listesinde yer almaktaydı.
Belli ki, 12 Mart 1971 rejimine karşı Demokratik Direniş örgütü adına Avrupa Konseyi’nde ve Avrupa başkentlerinde yürüttüğümüz mücadele nedeniyle Türk Devleti’nin talebi üzerine listeye dahil edilmiştik.
Almanya’dan sınırdışı edilişimizden tam 43 yıl sonra Ganime Gülmez‘den gelen mesaj ikimizi de hayli sarsmıştı. 17 yıldır Almanya’da olmasına, Yabancılar Meclisi vb. kurumlarda yer alabilmesine rağmen, Alman Devleti’nin Ankara rejimini tatmin etmek için özellikle sol eğilimli ve Kürt sürgünlere karşı uygulamakta olduğu Alman Ceza Yasası’ndaki 129b maddesinden kaynaklanan terörünün mağduruydu.
Artı Gerçek okurlarının da 129b terörünün vahametini daha iyi kavrayabilmeleri için Murat Çakır‘ın bu konudaki yazısını aynen paylaşıyorum:
“Avrupa’daki çok sayıdaki siyasi sürgüne örnek olarak aldığım ve tek başına, kimseden yardım istemeden, kendi deyimiyle ‘onurumla ayakta duruyorum’ diyen Ganime Gülmez’den bahsetmek isteyişimin nedeni, Alman devletinin gerçek yüzünü ifşa etmek ve bu ülkedeki yerli-göçmen devrimcilerin başına gelebileceklere dikkat çekmektir.
“Çünkü Almanya’daki tüm devrimciler her an yurt dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan Ganime Gülmez’in başına gelenler ile karşılaşabilir. Çünkü Bismarck’ın 1878’de çıkarttığı ‘Sosyalistler Yasasına’ dayanan, 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’lerin katledilmesinde kullanılan, Alman faşizminde devlet terörüne dönüşen ve savaş sonrasında, 1956’da Almanya Komünist Partisi KPD’nin kapatılıp, binlerce komünistin tutuklanıp, on yıllarca haklarından mahrum edilmesini sağlayan ve en son Ceza Yasası’na 129. Madde olarak giren hukuksal araç, kafalarımızın üstünde sallanan ve devrimcileri ehlileştirmeye yarayan keskin bir kılıçtır.
“1970’li yıllarda Alman solunun radikalleşmesiyle genişletilen bu madde, 129a maddesiyle devrimciliği ‘terör’ suçu hâline getirdi. 1986’da yenilenen 129a, ‘iç düşmanlara’ yönelik bir ‘antiterör’ maddesi olarak algılandı. Alman devletinin ‘iç düşman’ olarak gördükleri, burjuvazinin kadim sınıf düşmanları devrimciler ve komünistlerden başkaları değildi tabii ki. Nitekim ABD emperyalizminin 2001’de dünya çapında başlattığı ‘teröre karşı savaşa’ Alman devletinin de katılmasıyla 2002’de tam anlamıyla Düşman Ceza Hukuku’nun yansıması olan 129b maddesi eklenerek, Almanya dışındaki ‘terör örgütlerini destekleme’ suçu icat edildi.
“Hâlihazırda 129b maddesi Alman devletine Federal Başsavcılık üzerinden herhangi bir burjuva hukukuyla alakası olmayan geniş yetkiler vermekte. Bireysel suç isnatlarına delil gerekmediği gibi, siyaseten ‘terör örgütü’ olduğu iddia eden yapılara yakın durmak, gerekçe gösterilmeksizin ‘terör örgütü üyesi olma’ suçlamasına maruz bırakılmak, hatta ‘gelecekte işlenebilecek suçlardan yargılanmak’ için yeterli sayılıyor. 129b maddesinin yürürlüğe girmesinden bu yan 150’den fazla dava açıldı ve çok sayıda devrimci uzun yıllar süren hapis cezalarına çarptırıldılar. Federal Hükümetin bir soru önergesine verdiği yanıta göre Devrimci Karargâh, DHKP-C, PKK ve TKP/ML ile MLKP ve MKP ‘yabancı terör örgütü’ statüsünde görülüyorlar ve bu yapılanmaların programatik görüşlerine yakın görüşler savunmak 129b maddesi gereğince yargılanmanın önünü açıyor.
“Her ne kadar 129a ve 129b maddeleri Alman vatandaşlığına geçmiş olanları dahi tehdit etse de, asıl tehdidin Avrupa’daki siyasi sürgünlere yönelik olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sürgündeki devrimciler, zaten son derece kısıtlı olan haklarını, 129b gereğince hüküm giymemiş olsalar dahi, her an kaybetme tehdidi ile karşı karşıyalar. Bilhassa sığınma talebi siyasi nedenlerden dolayı kabul edilmeyenlere verilen ‘ikamete müsamaha kimliği’ aynı zamanda yurt dışı edilme kararını kaldırmadığı gibi, sosyal yardım ve sağlık hizmeti alma haklarını da neredeyse sıfırlıyor.
“Alman devletinin bu tavrı, kimilerinin düşündüğü gibi sadece Türkiye ile olan ilişkilerine dayanmıyor. Aynı zamanda Alman burjuvazisinin hiç vazgeçmediği devrimcilere boyun eğdirme isteğinin bir aracı olarak kullanılıyor. Ancak tarih tanığımızdır: devrimciler, bedenleri esir alınsa, hastalıkları tedavi edilmese, baskı ve işkenceden geçirilip katledilme tehlikesiyle karşı karşıya kalsalar da yaşama tutunma ve idealleri uğruna tek başlarına dahi mücadele etme ve direnme ısrarından koparılamaz, yıpratılamazlar. Aynı Ganime Gülmez gibi…”
Sadece siyasal sürgünlere değil, yabancı örgütlere karşı da Ankara güdümlü bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanılan 129b üzerine Avrupa Sürgünler Meclisi yöneticilerinden dostumuz Mahmut Özkan da Sürgün dergisi’nin Mayıs 2019 tarihli 1. sayısında son derece önemli açıklamalar yapmıştı.
Ondan da konuya açıklık getiren bölümleri paylaşıyorum:
“Almanya’da anayasanın ‘yabancı örgütleri’ kapsayan ve kamuoyunda ‘129 b maddesi’ olarak bilinen yasa gerekçe gösterilerek yargılanan onlarca devrimci, politik sürgün var.
“Almanya’nın Türkiye ve T. Kürdistanı kökenli sol, devrimci, ve komünist örgütleri özellikle hedef alması, Alman emperyalizmi ile TC devleti arasında devam eden tarihi, stratejik çıkar ve işbirliğinde aranmalıdır.
“Alman yargısı tarafından sürdürülen davaların hukuki zemini olmayıp, tamamen politik davalar olduğu gerçeğini kamuoyu da yakınen bilmekte ve takip etmektedir.
“129b, yurtdışındaki bir ‘terör örgütü’ adına dünyanın herhangi bir yerinde ve herhangi bir zamanda suç işleyenlerin Almanya’da soruşturulması ve ceza almasını düzenliyor. Madde kapsamında yargılanmak için bahse konu örgütün herhangi bir ‘terör örgütleri listesine’ dahil olması, bahse konu fiilin ise herhangi bir mahkeme tarafından mahkum edilmiş olması gerekmiyor. Almanya, suç işlendiği iddia edilen ülkedeki (sözgelimi Türkiye’deki) olaylarla ilgili detaylı bir soruşturma yürütemeyeceğine göre, geriye ‘suçluyu’, ‘teröristi’ tespit etmek için iki yöntem kalıyor: Politik karşıtlık üzerinden değerlendirmeler ya da ilgili ülkenin istihbarat raporu!
“Bu iki yöntemin de uluslararası hukuk normlarıyla ilgisi yok. AB devletleri içinde yalnızca Almanya’da uygulanan 129b ceza yasası, hukukçular tarafından sert biçimde eleştiriliyor. fakat bu, durumu değiştirmiyor. Avukatların yasanın kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı tüm başvurular da geri çevriliyor.
“129b soruşturmalarının hukuka aykırılığına ilişkin bir başka kanıt da, dava açılmasının savcıya değil, Adalet Bakanı’na, yani ‘yürütme’ erkine bağlanmış olması.
“Almanya ve genel olarak Avrupa devletleri, bir yandan Türk devleti’nin ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile AKP hükümetinin saldırgan ve her türlü demokrasiden uzak yöntemlerinden rahatsızmış gibi açıklamalar yaparken, diğer yandan her türlü desteği fiilen vermekte, silah satışlarına devam etmekte, TC için ısmarlama operasyonlarla ve uygulamalarla yurtsever, devrimci, komünist kişilere yönelik tutuklamalar yaparak ve yargılamaları sürdürerek iki yüzlü bir tutum sergilemektedirler.
“Türk devletinin baskı, işkence, itirafçı ifadeleri ve antidemokratik uygulamaları sonucu açtığı davalardan dolayı, Avrupa’da politik sürgün/mülteci olarak yaşayan Kürt siyasetçilerin, devrimcilerin ve sosyalistlerin Avrupa devletleri tarafından aynı gerekçelerle tutuklanması ve Türkiye’nin talebi doğrultusunda yargılanma girişimleri son bulmalı, politik tutsaklar serbest bırakılmalıdır.”
Mahmut Özkan‘ın bu çağrısının üzerinden üç yıl geçti… Bu uygulamalar aynı ritmde devam etmekte, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğe kabulü için Tayyip Erdoğan’ın son Madrid zirvesinde dayattığı “siyasal sürgünlerin iadesi” koşulu bir NATO taahhüdü olarak kayda geçmekte…
Evet, 129b uygulamalarına ve Tayyip’in NATO içi dayatmalarına karşı Avrupa Sürgünler Meclisi‘nin ve Türkiyeli demokratik örgütlerin mücadelesi devam ediyor.
Ama biz Türkiye’de yaklaşan cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri için şimdiden kampanya başlatmış olan siyasal partilerden de bir ses, bir tavır bekliyoruz.
Geçenlerde de yazmıştım: Nasıl oluyor da, Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasındaki altı parti, CHP de dahil, Tayyip’in NATO zirvesinde dayattığı sürgündeki muhaliflerle ilgili faşizan talebine “Türkiye’nin haklı talebi” diye niteleyerek sahip çıkabiliyor?
Tekrar soruyorum:
Tayyip’in dayatmasıyla Almanya’daki siyasal sürgünlere ve demokratik örgütlere uygulanan terör ve baskılara karşı Altılı Muhalefet ittifakı ne zaman tavır koyacak?
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***