“Ben bu mesleğe girerken Trabzonlu bir Yargıtay üyesi ile konuşmuştum. O bana ‘Siz artık AKP’nin hakim ve savcılarısınız’ demişti. Ben de ‘Niye?’ dedim. Kimin döneminde girdiysen onun hakim ve savcısı olursun, görürsün demişti.” (Bir muhrec hakimin portresi: Zeynep Mercan, Evrensel, 13 Mart 2018)
Muhrec Giresun Hakimi Zeynep Mercan, kelimenin gerçek anlamıyla açık sözlü sohbetimizde söylemişti bu sözleri. Bizim dışarıdan, dönemin yargı pratiklerine ve siyaset iklimine bakarak okuyup, anlamaya çalıştığımız önemli bir gerçekliğe dair, içeriden verilmiş çok önemli bir şifreydi bu. Kuşkusuz bunu birebir, otomatik bir ilişki olarak da düşünmemek gerekiyor. Zira bu dönemde yargılanıp beraat ettiğimiz davalar ve başka bir dizi davaya da bakarak, sayıları son derece azalmış da olsa, mesleğini iktidarın tercihlerine göre eğip bükmeyen hakimlerin varlığına şahitiz. Zaten Mercan da, istisnaların olmayacağını iddia etmekten öte, bir kulvar tarifi yapıyordu.
Nikahının ardından damatlığıyla Saray’a giden savcı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında HDP yönetici ve üyelerinin de olduğu 82 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiş olması ve buna bağlı olarak gerçekleştirilen operasyonlar, Mercan’ın işaret ettiği yargı kulvarının teyidi niteliğindeydi.
Gazetemizin yazarlarından Yusuf Karataş’a, DTK soruşturmasında açılan davada 10 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş olması, Tele1 TV ile Halk TV’ye arka arkaya verilen ekran karartma cezaları ve Yeni Yaşam gazetesinin internet sitesine erişimin engellenmesi de aynı kulvarın içinde gerçekleşti.
Tablo önümüze böyle gelince, HDP’ye yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonun 6 yıl önceki Kobanê olaylarına dayandırılmış olmasının mantığını, HDP’nin tutuklu Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da duruşmasında ifade ettiği gibi, bu olayların teşvikine yönelik HDP yöneticilerinin bir açıklaması olmaması, olayların dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, ‘Kobani düştü düşecek’ sözlerinin ardından başlamış olmasını hatırlatmak kuşkusuz değersiz olmuyor. Ya da, Yusuf Karataş’ın davasında avukatlarının, suçlamaları çürütmek adına söyledikleri ve mahkumiyet kararının dayandırıldığı ‘delillerin’ dosyada bulunmamasını ifade etmeleri de. Aynı şekilde Tele1’e Halk TV’ye yönelik ekran karartma kararlarına dair RTÜK’ün siyasal tavrını teşhir eden açıklamalar da. Ancak yargının bu denli siyasallaşmış olması, siyasal nitelikli davalara ilişkin iddianamelerde hukuki bir kalite aramanın manasızlığına işaret ediyor ve tam da bu nedenle epey bir zamandır, bu davalarda avukatlar müvekkillerini savunurken ‘düşman ceza hukuku’ vurgusunu yapıyorlar.
Bu tür operasyonlar ya da baskı pratiklerinin ‘Gündem değiştirme’ olduğunu öne sürmek de, içinden geçilen döneme çok geriden bakan bir ruh halinden öteye gitmiyor. Eğer HDP’ye öncel bütün partiler benzer baskıları istisnasız olarak yaşamışlarsa, -ki öyledir- bu partiye oy verenler bakımından ve talepleri, siyasal tercihleri terörize edilerek bastırılan bir Kürt açısından bu değilse, gerçek gündem nedir? Kuşkusuz iktidar zayıf olduğu ekonomik sorunların, işsizliğin, yoksulluğun ve benzeri başlıkların sürekli gündemde tutularak yıpranma payının artmasını istemez. Ancak bir yönetme pratiği olan, yargı eliyle siyaset dizaynı, muhalefet cephesini dağıtıp zayıflatmaya yönelik hamleler, muhalefet tarafından bertaraf edilmedikçe diğerlerine de kolay sıra gelmeyecek gündemlerdir.
Bir adım geriye çekilerek baktığınızda tüm bu olup bitenler, AKP-MHP ittifakının karşısında olup henüz mahkeme yüzü görmemiş olanların kendisini şanslı sayamayacağı bir iklime işaret ediyor. Mahkeme kararıyla olmasa da, potansiyel suçlusunuz!
Bu gerçekliği bilince çıkarınca, onunla baş etmek belki daha kolay olabilir.