YORUM | İDRİS GÜRSOY
Yıl 2015, Eylül ayıydı. Aksiyon dergisi için Yassıada Mahkemeleri’ni çalışıyordum. Eski adalet bakanı ve hukukçu Prof. Hikmet Sami Türk’ün kapısını çaldım. O sıralarda hükümet çok ciddi yolsuzluk suçlamaları ile karşı karşıyaydı. Para kasaları ortaya saçılmıştı. Sulh ceza hakimlikleri kurularak dosyaların üzeri kapatıldı. Özellikle emniyet mensuplarına yönelik gözaltılar başladı.
17/25 Aralık soruşturmaları bazı bakanlara, çocuklarına ve onların da üstüne uzanıyordu. AKP bütün bu iddiaları, “darbe girişimi” diye niteliyordu. Sulh cezalar da, davaları “hükümete darbe girişimi” diye açıyordu.
Hikmet Sami Türk ile önce Yassıada’yı konuştuk. Eski bakan hukukçu kimliği ile Yassıada yargılamaları için aynen şöyle dedi:
“Yassıada Mahkemesi istisnaidir. Tabii hâkim ilkesine aykırıdır, ihtilâl sonrası kurulmuştur. Adil olduğunu söylemek mümkün değildir. Darbe olan her ülkede yargı gerçek anlamı ile işlememiştir ve gerçek görevini yapamamıştır. Nitekim Salim Başol, yapılan itirazlara, ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!’ diye cevap vermiştir. 27 Mayıs öncesi Yassıada Mahkemesi veya Yüksek Adalet Divanı yoktu. Tabii hâkim ilkesi şudur: Her suçun cezası bellidir, yargılayacak mahkemesi de bellidir. Milletvekilleri Meclis’teki konuşmalardan sorumlu değildir. Cumhurbaşkanı ancak vatana ihanetle yargılanabilir. Bu mahkemelerde cumhurbaşkanı yargılanmış, başbakan ve iki bakan idam edilmiş, 400 milletvekili çeşitli cezalara çarptırılabilmiştir.”
Eski adalet bakanı sonra sözü o dönem yeni ihdas edilen sulh ceza hâkimliklerine getirdi ve aynen şu cümleyi kurdu:
“Bugünkü Sulh Ceza Hâkimlikleri de istisnai mahkemelerdir ve tabii hâkim ilkesine aykırıdır. Yargılamaları tartışma konusu olacaktır.”
Dosya konumuzun çerçevesinden çıkmıştık. Şu soruyu yönelttim.
“Sulh cezalar, ‘darbeye teşebbüs’ suçlaması ile insanları gözaltına aldırıp yargılıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Prof. Türk, ayağa kalktı. Kütüphanesinin rafları arasından bir anayasa kitapçığı bir de ceza hukuku kitabı aldı.
“Anayasa ve ceza hukukunu çiğniyorlar,” derken anayasa ve ceza hukukumuzdan “darbeye teşebbüs, anayasayı ihlal” suçlarını düzenleyen maddeleri tek tek okuyup yorumladı:
“Bir kişiye darbeci diyebilmek için eylemde cebir ve şiddet gerekir. Silahla hükümeti yıkmaya yönelik bir teşebbüs yoksa darbe suçlamaları yapılamaz. 27 Mayıs, 12 Eylül örneklerine bakın. Darbe bunlardır. Tanklar sokağa çıkmıştır.”
Hikmet Sami Türk’ün yanından ayrılırken Türkiye’nin darbe dönemlerini geride bıraktığını düşünüyorduk. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’la hesaplaşılıyordu. Darbeciler lanetle anılıyordu.
Ancak çok geçmedi. 2016’nın 15 Temmuz gecesi iktidarın ‘darbe girişimi’ dediği kanlı olaylar yaşandı.
Özel mahkemeler kurulmuş, özel hakim ve savcılar atanmış, fişlemeler yapılmış, ihraç ve tutuklama listeleri hazırlanmıştı. Sami Türk’ün eksik gördüğü, ‘cebir ve şiddet’ ayağı da tamamlandı. 15 Temmuz başarısız olması planlanmış bir delil üretme operasyonuydu.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***