YORUM | M. AHMET KARABAY
Günlük konuların ötesine geçelim bugün. Bir asırdan daha uzun bir zaman öncesine, 20. yüzyılın başlarında İslamcı düşünce önderlerinin Japonya hayranlığının arka planına bakalım istiyorum. Sadece İslamcılar demek hem haksız, hem de eksik bir ifade olur. O dönem Türkçüler de iptila derecesinde Japon hayranıydı.
Bu “hayran” kesimin içine kimler girmiyor ki?…
Said Nursi, Mehmet Akif, Abdürreşid İbrahim gibi İslamcı fikir önderlerinin yanı sıra Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi Türkçülüğün fikir babaları da bu hayranlık konusunda hemfikir. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü de bunlar arasına katmak yanlış olmaz.
Önce en az bilinen konu olan Atatürk’ün Japonya ilgisinden başlayalım. Bilindiği gibi Nutuk’u ayrı tutarsak Atatürk’ün kendi yazdığı bir hatıratı yok. Ancak henüz genç bir subayken okumaya başladığı kitaplar ve bunların kenarına aldığı notlar, özel bir önem taşıyor.
Anıtkabir’deki Sanat Galerisi bölümünde Atatürk’ün okuyup altını çizdiği 3 bin 997 kitap bulunuyor. 1920 tarihinde basılan “Le Japon et la Paix Mondiale” isimli kitap bütünüyle Japonya’yı anlatıyor. Bu kitapta Atatürk’ün önemseyerek altını çizdiği veya yanına not aldığı 34 sayfa yer alıyor.
Bu bölümde Rusya’nın Almanya’nın desteğiyle, Mançurya bölgesini ele geçirdiği, bunun sonucunda da Japonya’nın Rusya ile savaşa girdiği konu ediliyor. Sayfa 24’te, işaretlediği iki uzun paragrafta, Japonya’nın dış politikada takip ettiği yol ve yaptığı anlaşmalar, Atatürk’ün hayli dikkatini çekiyor.
İmparator Mikado’nun dış politikaya müdahale etmemesi, içeride nasıl dengeleri koruduğu bölümlere Atatürk’ün özel önem verdiği görülüyor. Sayfa 44’te işaretlenen yerlerse Japonya’nın Batılı kıyafetleri ve kültürünü kabullendiğinin anlatıldığı satırların hem altı çizilmiş, hem de yanına özel işaret konulmuş.
Atatürk’ün Japonya ile ilgisi sadece bundan ibaret değil. Bizzat kendisi tarafından yazılan “Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitabın “Saldırı Ruhu” bölümünde şu satırlar yer alıyor:
“Başarı için en emin aracın saldığı korku olduğunu anlamakta ısrar olunmaz; ancak saldırı ordusu kuracak milletin, Japonların kyugeki zayşin dedikleri saldırı ruhuna sahip olması gerekir. Bu saldırı ruhu 1904 yılında;
Bin keder, bir üzüntü; fakat her şeye rağmen ileri!
Başka hiçbir şey düşünmek lazım değil
Cesedini savaş meydanında gözler önüne sermek
İşte bu, Cenab-ı Hakk’ın emeli…” (Sayfa: 15-16)
Atatürk’ün Japonya’ya ilgi düzeyini anlatmak için paylaştığım satırlar yeterli sanıyorum.
AKİF’İN JAPON ve JAPONYA HAYRANLIĞI HAD SAFHADA
Mehmet Akif’in Japonya’ya ilgisi, Anadolu fikir önderlerinin hepsinden daha ilerisinde. Akif’in Japonya’yı görme imkanı olmadı. Bu ülke hakkındaki bütün bilgisi Kazanlı Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi’ye dayanıyor. Rusya’da doğup Japonya’ya geçen Abdürreşid İbrahim, bu ülkede İslam’ın resmi düzeyde tanınmasıyla bilinen bir isim.
1912’de Osmanlı vatandaşı olan bu şahıs, Japonya ile ilgili anlattıklarının Akif üzerinde çok fazla etkili olmuşa benziyor. Safahat’ta “Süleymaniye Kürsüsü” bölümünde halka hitap ettirdiği kişi bu zat idi.
Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir?
Onu tasvîre zafer yâb olamam, hayrettir!
Şu kadar söyliyeyim: Dîn-i mübînin orada,
Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda
Siz gidin, safvet-i İslâm´ı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün,
Müslümanlık´taki erkânı siyânette ferîd;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd.
Akif’in Japonya’yı anlatması burada bitmiyor. Beyitler boyunca uzayıp gidiyor:
Garb´ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür;
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!
Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız;
Herkesin sandığı meydanda bilinmez hırsız.
…
Müslümanlık sanırım parlıyacaktır orada;
Sâde Osmanlıların gayreti lâzım arada.
Akif’e göre Japonlar, Osmanlı’nın biraz gayretiyle Müslüman olmaya hazır.
SAİD NURSİ’YE GÖRE JAPON HALKI
O dönem Japon hayranlığını benzer ölçüde Bediüzzaman Said Nursi’de de görmekteyiz. Şualar isimli eserin 5. Şua bölümünde, Rus’u mağlup eden Japon Başkumandanıyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:
“Rivayetlerde, eşhas-ı âhir zamanın fevkalâde iktidarlarından bahsedilmiş. Ve’l-ilmü indallah, bunun tevili şudur ki: O şahısların temsil ettikleri mânevî şahsiyetin azametinden kinâyedir. Bir vakit Rusya’yı mağlûp eden Japon Başkumandanının sûreti, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı Port Arthur Kalesinde olarak gösterildiği gibi, şahs-ı mânevînin dehşetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalâde ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyât olduğundan, fevkalâde bir iktidar görünür. Çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyât ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.” (Şuâlar, s. 505)
JAPONYA, O DÖNEMDE ANLATILDIĞI GİBİ BİR ÜLKE DEĞİLDİ
Japonya, ne Akif’in anlattığı gibi, ne de Bediüzzaman’ın tasvir ettiği gibi bir ülke. Japon halkı da anlatılanlarla birebir örtüşmüyor.
Japonya’ya biraz yakından baktığımızda şunları görüyoruz.
Sömürgeciliğin artmaya başlamasının ardından 17. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Japonya dünyaya kapılarını kapattı. Sadece sınırlı sayıda Çin ve Hollandalı tüccarlara kısmi bir ticaret imkanı sağlandı.
Dış dünyadan Japonya’ya giriş olmadığı gibi, bu ülke halkı da dışarıya gidemiyordu. Bu durum Amerikalı komutan Matthew Calbraith Perry’nin 1854’te Japonya’yı abluka altına alıp zorla Kanagawa Anlaşmasını kabul ettirmesine kadar 250 yıl boyunca devam etti. Bu süreçte ülkeye belgesiz giriş yapmaya çalışan veya çıkmak isteyenlerin sonuysa ölümdü.
Ardından Kanagawa Anlaşmasını emsal gösteren güçlü ülkeler Japonya’yı sıkboğaz ettiler. Rusya, Fransa, İngiltere hatta Hollanda imzalattıkları anlaşmalarla Japonya’yı yarı sömürge ülke haline dönüştürdü.
1868’de İmparator Mutsuhito’nun Meiji unvanı ile tahta geçmesinden sonra, çözüm sanayileşmede görüldü. Diplomatik ve ticari görüşmeler yapmak üzere dünyanın pek çok ülkesine heyetler yollandı. Binlerce öğrenci yurt dışına gönderildi, dışarıdan öğrenciler davet edildi.
Japonya ile Osmanlı arasındaki ilişkilerin başlaması da bu döneme rastlar. 1871’de Avrupa’ya giden Dışişleri Bakanlığı Katibi Fukuchi Genichiro, İstanbul’u ziyaret eden ilk Japon temsilci oldu.
1887 yılı Ekim ayında Japon İmparatoru Meiji Mikado’nun yeğeni olan Prens Komatsu Akihito eşi ile İstanbul’a geldi. II. Abdülhamid, prens ve beraberindekileri Dolmabahçe Sarayı’nda misafir etti.
Bahriye Miralayı Osman Bey komutasındaki Ertuğrul Fırkateyni iade-i ziyaret görevine atandı. Firkateynin böyle zorlu bir yolculuğa dayanacak yapıda olmadığı yolundaki raporlara rağmen 14 Temmuz1889’da İstanbul’dan hareket etti. Yolculuk, 7 Haziran 1890’da Yokahama’da sona erdi.
15 Eylül’de İstanbul’a doğru yola çıktı. Bir gün sonra Oshima adası fenerini geçtikten sonra kayalıklara çarparak battı. 500’den fazla denizcinin öldüğü kazada kurtulan 69 kişi oldu.
OSMANLI AYDININI HAYRAN BIRAKAN SAVAŞ
200 yıl boyunca Ruslara karşı galibiyet yüzü görmeyen, üstelik 28 yıl önce 1876’da İstanbul Yeşilköy’e kadar gelen Rus korkusunu yaşayan Osmanlı, bunun ezikliğini her alanda hissetti. 1904-1905 yılları arasında yaşanan Rus-Japon savaşı, Japonya’nın bariz üstünlüğüyle sona erdi.
Bu savaştan siyasi-ekonomik kazançlarla çıkan Japonya, Batı’da büyük şaşkınlık uyandırdı, İslam âleminde ise hayretin yanında büyük bir takdir ve sempati kazandı.
Dünya tarihinde çok etkisi olmayan bir Asyalı devlet tarafından Rusya’nın yenilgiye uğratılması, Japonları Batılı ülkeler karşısında Doğunun kurtarıcısı olarak ortaya çıkardı.
Japon modeli Türkçüler arasında da hayli ilgi uyandırdı. Arap harfleriyle basılan Türkçe kitaplar incelendiğinde 1890’lardan 1928’e kadar Japonya ile ilgili yaklaşık 55 kitabın yazıldığı görülür. Bu kitapların Türk Milliyetçilerinin Japonya algısının oluşumunda önemli katkısı oldu.
Osmanlı aydınının Rus korkusu, galip Japonları kurtarıcı yaptı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***